26 Şubat 2023 Pazar

DÜĞÜM ATILMIŞ ATILAN DÜĞÜM KOPMUŞ


 

Hani dedim ya,

Olan bitenleri nefesimizi tutarak izliyoruz.

Satılan kitap sayısına

Okunan gazete sayısına inat, herkes bir bilen,

Kendini çok önemli zanneden şahsiyetlerin sayısı giderek artıyor.

Fikirlerine bakarsan dünya onun etrafında dönüyor.

O olmasa yol yordam bilen tükenecek.

Çünkü ona göre, en iyi düşünen o.

Çünkü ona göre, en güzel konuşan o.

Oturup bir düşünse

Benden başka, başkaları da var dese.

Yahu bir tek bilen ben değilim, başkalarını da bir dinlesem diye kendine bir sorsa.

Ama nafile.

Bir gün, bir halt olmadığını anlamasına, geçen zaman yardımcı olacak.

Tabi anlayabilirse.

Olan bitenlere bakıyorum herkes kendince bir şeyler peşinde. Çoğu zaman nefesimizi tutarak izliyoruz.

Anlamlı ve doğru olanı desteklemek varken

Korumak varken

Hakkını vermek varken

Toplumda kimileri, kendilerini soktukları çukurun içinde, sadece kendi çıkarını gözetip, diğerlerini görmezden geliyor.

Oysa ki, insanların tek başına varlığını sürdürmesi oldukça zordur.

Her kim ki, kolaydır, diğeri beni alakadar etmez diyorsa /derse yanılır.

İşte bu yüzden

Dersimizin adı insanlık tarihi olmalıdır.

Kendi aramızdaki mücadeleye değil,

İnsanlığın yüzyıllardır neler yaptığına, nereden geldiğine bakmalıyız.

Ha birde yanına yöresine bakmadan işkembeden atanlar var. Dilinde yalanın bin bir türlü şekli taht kurmuş.

Hala geçmişte yaşadığını sanıyor. Oysa ki, günümüz haber alma teknolojisi gerçeklerin bir gün, gün yüzüne çıkmasını sağlar/sağlıyor.

Bu gerçeğe rağmen o kadar kolay ve rahat yalan yanlış şeyler söyleniyor ki...

Neresinden tutsan elinde kalıyor. İp kopmuş.

Düğüm atılmış atılan düğüm kopmuş.

Utanmadan, birileri bir gün gerçeği ortaya koyar, yüzüm kızarır demeden, nefes alır gibi su içer gibi söylenenler...

Sözün özü, kumaş aynı kumaş ise, sağa sola, yukarı aşağıya, doğruyu görmesi için, çevirsen, ölçsen, biçsen hiç bir şey değişmez. Yine en başa dönersin.

11 Şubat 2023 Cumartesi

BİR ANANIN ÇIĞLIĞI....


 Yoğun düşünceler yorgun bedeninde belirsiz bir titreşimle ağırlık yapıyor, zihninin düşsel tozlarını damla damla akıtıyordu.

Karanlık aydınlığa dönüşmeye başlamıştı.
Tan ağartısı karanlıktan maviliğe uzanan bir çizgiydi artık.
Umutsuzluğun en koyusunu yaşıyordu.
Dünün indirdiği ağır sille etrafı kapkaranlık bir sis mantosuyla kaplamıştı.
Gözyaşları artık akmıyordu.
Ağlamaktan kızarmış göz pınarları kurumuştu sanırsın sonsuza kadar.
Öylesine hüzün doluydu şafak vakti.
Bankın üzerinde yorgun bedeni uyuşmuştu.
Hafifçe doğruldu.
Oğlunun son anlarını, sevgiyle bakan gözlerini, kurtulma ümidini kaybetmeyişini anımsadı. Yutkundu.
Bir annenin hastane bahçesinde kuşların kanatlarında çıkardığı sessiz çığlık ve hüzün acıya dönüşmüştü.
Neden diye sorguluyordu.
Neden ilkyaz sürgünü veren topraklarda akan bunca kan, neden bu kin?
Yoketmek yaşamakla eşanlamlı olabilir mi?
Bu bir varoluş mudur?
Bu nasıl bir anlayıştır?
İnsan kendi olmalıdır.
Kendi olmaktan, kimliğinden, kişiliğinden koparılmış; anti-insan görüntüsü üzerine kurgulu eylem ve etkinliklere karşı birey olmanın sorumluluğuyla hareket etmeli, düşlerini çoğaltmalı insanlık adına.
Oğlunu kaybetmiş bir annenin çığlığı yükseliyordu hastane bahçesinde.
Yüreği olan insanı sarsan.
Donup kalırsınız o an.
Kıpırdayamazsınız.
Bir delikanlı ve bir anne.
Bir bayram günü akşamında gelen hüzün ve acı.
Yıllar yılı unutulmayacak gerçek bir öykü.
Yaşanmış, yılların gerisinde kalmış, silinip gitmemiş.
Sararmış siyah beyaz fotoğrafları her an aklınıza getirir.
Sabahın ayazında oğlunu düşündü.
Ne çok severdi çiçekleri, kuşları, böcekleri, sokak köpeklerini, kedileri, koyunları, dağların bulutlarla kaplı doruklarını, yeşil tarlaları.
Ne de güzel gülümserdi.
Gözleri bir çiçek gibi pırıl pırıldı.
Aydınlıktı her daim.
Lakin hayat denen şey işte böyle bir şeydi.
Varlığı ve düşüncesi insani olmayan birinin hoyrat eliyle kayıp gidiyordu bir anda.
Hem de en zorlu acıları geride bırakarak.
Bu kör döngünün içine sıkışıp kalan insanlık, insanlar.
Dün akşamdan bu yana ağlamaktan ne bir yudum su içmiş ne de bir lokma bir şey yemişti.
Ne susuzluğu ne de açlığını hatırlamıştı.
Gecenin koyusunda yorgun düşmüş bedeni hastane bahçesindeki bankın üzerinde sessizliğe bürünmüştü bir süre sonra.
O andan şafak vaktine kadar gözleri yorgun bedene isyan etmişti.
Düşünmüştü sadece.
Oğlunu geri getirmenin olanağı yoktu artık.
Büyük oğlu ve eşi yolda olmalıydılar.
Az sonra gelirlerdi onlarda.
Eşi ile anca sığmışlardı taksiye.
Ya da o anın karmaşasında büyük oğlu da gelmek istemiş kim bilir belki de taksici acele etmiş beklememişti.
Hatırlamıyordu o an olanları.
Her şey bulanıktı sanırsın.
Şoförün “ana” demesiyle gözlerini açtı.
Elinde dumanı tüten bir bardak çayla kesekâğıdı torbası içindeki poğaçaları uzattı.
Ana şoförün yüzüne bir an minnetle baktı.
Lakin belli etmemeye çalışarak içinde “oğlum sende dünden buyana perişan oldun “diye geçirdi.
Şoför ananın içinden geçenleri anlamışçasına alması için ısrar edip “al ana bir yudum sıcak çay iç, bir lokma bir şey ye.
Eminim ki oğlunda bunu isterdi “dedi.
Ana uzatılanları sessizce aldı bankın üzerine bıraktı. İçi yanıyordu.
Kurumuş dudakları ve kavrulmuş yüreğine rağmen ne bir lokma bir şey yiyebilecek dermanı vardı ne de bir yudum bir şey içecek takadı.
İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu.
Şoför anayı acısıyla yalnız bırakmak istemiyordu.
O kendine emanetti çünkü.
Büyük oğlu ve eşi geldiğinde ancak rahatlardı.
Anayı gözden kaybetmeden görebileceği uzak bir noktaya çekildi.
Sigara paketinden çıkardığı sigarayı alelacele yaktı. Olduğu yere dizlerinin üzerine çömeldi. Sigarasından derin bir nefes çekti.
Hastane pencerelerinin gri dış kanatları göz alıcı bir şekilde parlıyor, gün ışığını yansıtıyordu.
Bahçenin bir kenarında akasya ağaçları ve çam ağaçları iç içe geçmiş yeşillikleriyle bahçeyi örtüyordu.
Bahçenin kuytu köşeleri özellikle yapılmış hissi veriyordu.
Acısını akıtmak isteyenlerin gidecekleri bir yerdi sanırsın.
Bahçenin etrafı yabani otlarla kaplanmıştı. Kaldırımların kenarlarında otlar fışkırıyordu.
Ön kısımda yer alan geniş yerde ise hastane araçlarıyla, ziyaretçilerin ve hasta yakınlarının araçları sıra sıra dizilmişti.
Gün yükseldikçe etrafta sesler artmaya, kalabalıklar sel olup hastaneye akmaya başlamıştı.
İnsanoğlu her şeyi dar bir çatlaktan sızan ışık içinde görmek yerine neden daha geniş bir alanı tercih etmez, birey olmanın sorumluluğunu yerine getirmezdi ki.
Her şeyi dev mağaranın karanlık dehlizlerinde düşünmek yerine; dağları, güneşi, bulutları, yıldızları, kuşları görebilecek; anlayabilecek bir açıklıkta düşünmezdi?
İnsan olmanın sorumluluğu bu kadar mı zordu?
Heyecan içinde karşılıklı anlayışla bir birine insanca yaklaşmak bu kadar mı zordu?
Bu düşüncelerle şoför az ilerde oturan anaya acıyarak; lakin içinde büyük bir ızdırap hissederek bakıyor, baktıkça da gözleri nemleniyordu.
(Hüseyin Güzel)
Not : Oğlunu kalleş bir tetikçinin kara toprağa düşürdüğü anamın o gün yaşadıkları.
Bu acı hiç bitmedi yüreğimizde. Bitmeyecek de.
Ölüm geride kalanlara ömür boyu acı ve gözyaşı verir.
Depremde yakınlarını, oğullarını, kızlarını, ana ve babalarını kaybedenlere sabır ve başsağlığı diliyorum.