Gelin beraberce geçmişe bir yolculuk
yapalım. 1990’lı yıllara.1991’de Sovyetler Birliği’nin çöktüğü yıllara ve
sonrasına. Sovyetler Birliği çökünce iki kutuplu dünya düzenini tutan
sacayaklarından biri yıkıldı, işlevsiz kaldı. Ve akabinde yenidünya düzeni
kuruldu.
Bu kurulan yenidünya düzeninin düzenli bir dünya
olmadığı 1990 sonrası yaşanan olaylarda anlaşıldı. Bu arada uluslar arası
ticari şirketler kar amaçlı yatırımlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Tek
istekleri daha da büyümek ve daha fazla kar elde etmekti. Doymak bilmeyen
iştahlarını gidermek için gözlerini üçüncü dünya ülkelerine dikmişlerdi.
Gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını ve ucuz işgücünü kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmanın hesabı içindeydiler.
Bu arada topluma tüketim alışkanlığı sistematik olarak
pompalandı. Kitlelerin beyinleri uyuşturulmaya çalışıldı. Olmayan kaynağa
rağmen kredi kartı furyası ile kitleler borçlandırıldı. Daha fazla kredi kartı
daha fazla borç demekti. Ve daha fazla harcama demekti. Bu ise daha fazla kar
anlamına geliyordu. Furyaya algı yanılsaması yaşayarak ve tepkisizce uyanlar
borçlarını ödeyemez konuma geldiler. Bankalar daha fazla kredi kartı dağıtmak
için sokaklara caddelere kredi kartı başvuru stantları açtılar. İnsanlar ise
düşünmeden cüzdanlarında renk renk kredi kartı taşımak için o stantlara koştu.
Kredi kartı taşımanın ayrıcalığını yaşamak keyfine erişmek için(!).
Yenidünya düzensizliğinin revize edilmesi sürecinde 11
Eylül trajedisi yaşandı. O trajediden bu yana geçen süreçte dünya halkları
ABD’nin jandarmalığında büyük dönüşümlere ve olaylara tanık oldu. Nerede bir
sorun varsa orada ABD ve müttefikleri bir bilen(!) olarak daima hazırdı. Onlar Irak’ta, Afganistan’da,
Filistin’de, Suriye'de, Libya'da, Somali’de, Latin Amerika’da kısacası Afrika
ve Asya’da at koşturmaya devam ediyorlardı.
Bu arada çarpıcı rakamlar insanın dudaklarını
uçuklatacak boyutlara ulaştı. “Dünyanın en zengin 200 kişisinin toplam serveti
1999’da 1 trilyon dolardı. Aynı tarihte en yoksul 43 ülkeye yayılmış 582 milyon
insanın toplam geliri ise 146 milyar dolar civarında idi.” Ve yine 2000’li yıllara
gelindiğinde dünyadaki insanların yarısı günde 2 doların altında harcama
yapabiliyordu. Ne ki, aynı yıllarda ABD’nin savunma bütçesi milyar dolarlarla
ifade ediliyor ve arttıkça artıyordu.
Savunma bütçesi ABD’nin Irak ve Afganistan
girişimlerine paralel olarak arttıkça arttı. Savunmasız ülkelerde savunmasız
insanlara atılan kurşunlar ve yaşamını kaybedenlerin sayısı da bütçe artışına
paralel artmaya başladı.
ABD başkanı Roosevelt, 1940 seçim kampanyasında, “Oğullarımız
hiçbir yabancı savaşa yollanmayacak” sözünü vermişti. Oysa kısa süre
sonra ABD II. Dünya Savaşı’nda ve Kore Savaşı’nda yer alacak ve üzerine düşeni
o savaşlarda yerine getirecekti. Başkan Roosevelt’in sözleri ise tarihin
çöplüğündeki yerini alacaktı.
Bugün dünya’da ABD’ye duyulan tepkinin altında yatan
gerçek nedir? Bana göre tepkinin en önemli nedeni ABD’nin yaptıklarıyla alakalı
ve orantılıdır. Filistin halkının İsrail ile mücadelesinde uğradığı katliamlara
ABD kayıtsız kalmış, silahlarının kullanılmasına sesini çıkarmamıştır. Keza
Afganistan ve Irak’ta ABD uygulamalarına duyulan tepki yine o ülkelerde ABD’nin
yaptıklarıyla orantılı değil midir? İkinci Irak savaşı öncesine bakıldığında
Irak’a uygulanan ambargo nedeni ile yüz binlerle ifade edilen Irak’lı çocuk
hayatını kaybetmiştir. Aynı ABD Irak- İran savaşında Saddam’ın destekçisi olmuş
ve hatta Saddam’ın 1989 yılında Halepçe katliamına sesini çıkarmamıştır.
Bu süreçte iki kutuplu uluslar arası ortam için
oluşturulmuş Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Uluslar arası Para Fonu gibi
ABD denetiminde ticari örgütlerle dünya ekonomisine yön verilmeye çalışıldı.
1980’li yıllarda Avrupa Birliği oluşumunun şekillendirilmesi ile Avrupa ayrı
bir ekonomik güç olmaya doğru koşmaya başladı. Ayrıca Kuzey Amerika Serbest
ticaret Birliği (NAFTA), Güneydoğu Asya Serbest Ticaret Birliği (AFTA),
Karadeniz Ekonomik işbirliği (KEİ) kuruldu.
Kısacası ekonomik alanda da gözle görülür bir
kutuplaşma ve yeni bir ekonomik anlayış ortaya çıkmaya başladı. Bu anlayış
içerisinde bir yandan gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerin daha fazla kar amaçlı
girişimlerine karşılık gelişmekte olan ülkelerin halkını doyurmaya yönelik
çalışmaları dünya gündemine damgasını vurdu.
Bir yandan aç karnını doyurmaya çalışan Afrika ve Asya
halkları diğer yandan var olan zenginliğine zenginlik katma çabasında olan
gelişmiş ülkeler. Bu açmazın sonucunda gelişmekte olan yoksul
ülkelerde ekonomilerini ve ekonomik kaynaklarını kendi çıkarına kullanmaya
çalışan ülkelere karşı bir karşı koyma dürtüsünü de beraberinde getirdi.
Süper güç olan ABD şu günlerde piyasaya sunduğu
ekonomik krizle de gündemdeki yerini korumaktadır. Krizde de süper güç
konumundadır.
Bu bağlamda bize düşen Horace’nin “Yarın ne olacağını sormaktan
kaçın” sözü mü olmalıdır? Yoksa sormalı mıyız?
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSil29 yıl geriye giderek oradan belirlediğiniz bir noktadan günümüze kadar olan durumu özetleyen yazınızı okudum. Kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
Yazınızdan şu dersi çıkarmak mümkündür. İnsanın düşmanı, yine insandır. Tabiatın insana verdiği zararların yaraları sarılıyor ama, insanın insana verdiği zararların yaraları sarılamıyor.
Şu anda ABD ve onun yandaşları, diğer dünya ülkelerine zulmediyor. Bence yarın ne olacağını sormaktan kaçınmamalıyız. Bu soru, içinde bulunduğumuz durumu bize hatırlatmakla birlikte yarın ne olacağı konusunda bir fikir sahibi olur ve ona göre tedbirli olmaya gayret ederiz. Yarın ne olacağını bilmek bize gaiptir. Yani, yarın ne olacağını kimse bilemez. Ancak bugün, yarın için bize bazı tahminler sunar. Kimi zaman tahminler tutar, kimi zaman tutmaz. Binaenaleyh yarını ancak Allah bilir.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Bey,
SilYorumunuzda belirttiğiniz düşüncelere katılıyorum.
İnsanın insana tarih boyunca , çeşitli coğrafyalarda verdiği zarar, üstünlük sağlama düşüncesi, diğerinin elinde olanı alma isteği dünden bugüne azalmamış aksine artmıştır.
İnsanlık geçmişin acı olaylarından ders almak yerine yeni acı olaylara sebep olmaktadır.
Selam ve saygılarımla.