10 Mayıs 2019 Cuma

SU


Bazen belgesellerde izleriz onu. Bazen doğada. Ama hep izleriz. Yolumuz daima onun yanına düşer. Çünkü o yaşamın ve yerkürenin alın çizgisidir.
O bazen bir ırmakta, gölde, bazen bulutta, bazen topraktadır.
Ama o hep vardır.
Yaşamın kaynağı su dur o.
Uğruna kızgın çölde dörtnala koşan Arap atlarının, yüce dağ başlarında kartalların, bozkırda umuda koşarcasına suya koşan güvercinlerin kadersizliğidir.
Rüzgârın tepesinde uğuldadığı, kışın karın örttüğü gri tarladır.
Renksiz bir şafak vaktinde, dik bir vadinin kıyısında kurduğu çadırında ısınmak için buzla kaplı vadiyi seyrederek hayatta kalmaya çalışan bir dağcıdır o.
Biliyoruz ki kalkınmanın, refahın, eğitimin, kültürün, tarımın, sağlığın, sanayinin temel kaynağı su dur.
Su buluttur.
Yağmurdur, mühendisliktir, barajdır, ulaştırmadır, haberleşmedir.
Bir damlası için, Ceylanın narin bacaklarını toprağın çatlaklarında kırmasıdır.
Su ağıttır, şairin dilinde yankılanan.
“Ey kuru çeşmelerde su diye duran bacı…
Bu yıl da gözyaşınla doldurup git bakracı…
Gene de avunmazsa içini yakan acı…
Az daha sık dişini ne var, erken ölecek…
Ferhat dağı delecek, Urfa’ya su gelecek…”
Urfalı şair Hulusi Kılıçaslan’ın dizelerinde bir tokat gibi patlayan ve yokluğunda yaşamın sona ermesidir su.
Yüzyıllardır kültürlerin oluşmasına rehberlik eden su ne eskiden olduğu gibi özgürce koşmaktadır gideceği yere, ne de kültürlere kaynaklık etmektedir artık.
Havayı, toprağı kirleten, kullanılmaz kılmak için çaba veren insanoğlunun hoyratlığından nasibini almıştır.
Almaktadır.
Barajlara hapsedilmesi, kelepçe vurulması bir yana yaşama kaynaklık etmesine de engel olunmaktadır.
Bilinçli ya da bilinçsiz.
Kaderi suya bağlı uçsuz bucaksız ovaları yaşanılabilir yer olmaktan –yaşama kaynaklık eden suyu yok ederek, hoyratça kullanarak ve kirleterek- hızla çıkarıyoruz.
Uğruna ağıtların, türkülerin, destanların yazıldığı, nice koç yiğitlerin Ferhat olup çağıldadığı, varlığı ile nice medeniyetlerin varlığını sürdürdüğü, yokluğu ile yok olup gittiği, kimi zaman kutsal bilinip sevgi ile kucaklandığı ve fakat yokluğu ile giderek vatan parçasına dönüşen bir alınyazısıdır o.
Devasa bir yeşilliğin içinde ışıl ışıl eden bir çam korusunun yamaç aşağı inmesini -güneşin bulutla oyununda- ufukta yanıp sönen kaya parçası üzerinde seyretmek ve o koruya hayat verenin su olduğunu bilmek kadar güzel ne vardır.
Tepe noktasında rüzgârın salladığı dallarının çıkardığı hışırtı dışında sessizliğin olduğu ağaç diplerinden akıp giden suyun kenarında; uzakta lavanta çiçekleri arasında ki çulluğun varlığını, keçiyolunda bir katırın tırnağının çıkardığı tiz sesleri, sürülerin susuzluğunu gidermek için koşuşunu izlemek kadar mutluluk verici ne vardır.
Askerin matarasında kurumuş dudakları ıslatan, Çanakkale de Seyit onbaşıya güç veren suya olan yaklaşımda  her yıl yinelenen “22 Mart Dünya Su Günü” nün “cehalet, gaflet ve ihmalleri” ortadan kaldırması, suyun zalimleşmesinin önüne geçilmesi, güneşin zalim ve kavurucu sıcaklarında sığınılacak bir yaşam kaynağı olmasının devam ettirilmesi kadar Anadolu toprağını sevindirecek ne vardır.

2 yorum:

  1. Ne güzel, anlamlı bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık.
    "Su hayattır" diye düşünürüm hep. Su sıkıntısı çekilmeyen yörelerde hayat daha farklı bir tempoda akar sanki. Bitkiler daha coşkuludur, insanlar daha canlı ve neşelidir. Ah, bir de su israfını önleyebilsek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru dersin sayın hocam, "su hayattır" kısacası. Suyun olmadığı yerde yaşam yoktur.
      Saygılar.

      Sil