İnsanın sadece kendisi için yaşaması bencillik ve
haksızlıktır.
Zamanı geriye sarıyorum.
Yıllar öncesinin bozkırına.
Geçen zaman ve yaşananlar önce bulanık, sonrasında
duru görüntülerle zihnimde beliriyor.
Bozkırın her çocuğu gibi benim de bir amacım var.
Okuyup bir meslek sahibi olmak.
Sarısıcağın kavuruculuğundan, ayazın keskin
şamarından, yokluğun sıkıntısından, zor yaşam koşullarının yoruculuğundan
kurtulmak.
Ne ki bu kolay değil.
Tıpkı yaşamda hiç bir şeyin kolay olmaması gibi.
Eğitimin önemini bilen, eğitim ve aydınlanma ile çocuklarının
bozkırın direncini kırıp uzaklara gitmesini isteyen bir ana baba.
Çektiğim sıkıntıyı çocuklarım çekmesin diyen bir
gülüş bir inanç onlarınki.
Onlar kendileri için yaşamadılar.
Gönülleri çocukları için çırpındı.
...
İlkokul ve liseyi ilçede okudum.
Tek gözlü, daracık bir evde.
Ev demeyelim, tek göz bir odada.
Büyükannem, ve kardeşimle birlikte.
O oda hem yatak odası, hem mutfak, hem oturma ve
ders çalışma yeriydi.
Bir köşede üst üste dizili kışlık yakacak.
Diğer köşede yataklar, bir diğerinde kap kacak.
Ne bir masa ne tek sandalye.
O günleri nasıl aştık anlatamam.
Söyleyeceğim tek şey, bozkırdan aydınlığa
ulaşmanın verdiği dirençle ulaştık lise yıllarının sonuna.
.....
Bir gün babam yanına çağırdı.
Ağabeyinin yanına gideceksin dedi.
İçim içime sığmıyor.
Özlemişim ağabeyimi.
Trafik cümbüşüne.
Koca koca yapılara.
Çocukluğumun bozkırından Ankara'ya.
Adımlarım ürkek, yüzüm solgun, yaprak döken
sonbahar gibi dirençsiz.
Öyle ya.
Yeni bir yer, alışık olmadığım.
Her yer beton, tek tük yol kenarlarında ağaçlar.
Mevsim sonbahar.
Bir serinlik, bir rüzgâr, havada kömür kokusu, toz
duman, is.
.....
Liseyi bitirmiş üniversite sınavlarına
hazırlanıyordum. Ağabeyim iki yıl olmuştu üniversiteyi Ankara'da okumaya
başlayalı.
Ankara otobüs terminaline sıkıcı ve alışık
olmadığım bir otobüs yolculuğu sonrasında yorgun bir şekilde inmiştim. Gözlerim
ağabeyimi aradı. O karmaşada ara ki bulasın. En nihayet iki kardeş kucaklaştık.
Hasret giderdik. Gözlerimiz doldu.
Yabancısıydım o yıllarda Ankara'nın.
Ağabeyimin yanı sıra çıktık yola. Yürüyoruz.
Ağabeyim anlatıyordu. Şurası Tren Garı. Bak şurası Gençlik Parkı. Daha yukarıda
Ulus. İlk TBMM binası.
Acıkmıştım. Biraz dolaştıktan sonra ağabeyime, "ekmek
alıp eve gidelim. Hem yorgunum hem de
aç."
"Tamam" dedi. "Gel minibüse
binelim. Ekmek ve diğer alacaklarımı mahalledeki bakkaldan alırız."
Dedim ya mevsim sonbahar.
Ağaç yaprakları yerde rüzgarla savruluyor
hoyratça.
Isıtmayan kış güneşi. Kalabalık caddeler, tenha
sokaklar. Avare dolananların ayak sesleri.
Etrafta rengi solmaya başlamış binalar. Dükkanlar,
kumaş satan mağazalar. Simitçi tezgahları. Mevsim sonbahar olunca bulut
kümeleri. Arada bir yüzünü gösteren ama ısıtmayan güneş. Korna sesleri. Cadde
ve sokaklarda insan kalabalığı. Serseri mayın gibi dolaşanlar. Velhasıl şehrin
kalabalığı.
Ağabeyimle telaşsıza yürüdük minibüslerin yolcu
alıp kalktığı yere.
"Anlat" dedi ağabeyim gülerek. "Ne
var ne yok köyde. Babalar nasıl. İşleri nasıl."
Yutkundum. Ne diyebilirdim ki.
Hep var olacağını düşündüğümüz yaşamın gailesi
için.
"Ne olsun, köy ve bozkır aynı. İnsanlar aynı.
İşler eh işte yürüyor ağır aksak. Yaşam gailesinin ince ipliği koptu
kopacak."
Ne güzel anlatmışsınız o zor günleri, yılları Hüseyin Hocam. Bir zamanlar okumak için gençler kırsal kesimden, dağ köylerinden kentlere ulaşmaya çalışırlardı. Bugünlerde tam tersine, emekliler büyük kentlerden ekonomik zorluklarla daha küçük yerleşim birimlerine taşınıyorlar. Köylerde de eski "Bir lokma, bir hırka" anlayışı kalmadı tabii. Toprak eski verimliliğinde değil, susuzluk fidanları, meyveleri, ürünleri etkiliyor. Büyük- küçük baş hayvanlar geçim kaygısıyla satılıyor.
YanıtlaSilZaman sonsuz bir hızla akıp gidiyor.
Aynen öyle düşüncene katılıyorum Makbule öğretmenim. Bugünlerde emekliler dediğiniz gibi "oy dağlar dağlar" türküsünü çağırıyor. Geçim gailesi bir balyoz gibi insanların sırtına indikçe iniyor. Keza doğa eski doğa değil. Bozkırın eski günlerini arar olduk öğretmenim.
SilSaygı ve selamlarımla huzurlu mutlu sağlıklı günler dilerim.
Merhabalar.
YanıtlaSilHer ne kadar ben sizin yaşadığınız o yılları yaşamamış olsam da; köylerden ilçeye okumaya gelen arkadaşlarımın tuttukları bir göz oda, aynı sizin bahsettiğiniz gibi yerlerdi. O çok zor şartlarda arkadaşlarımın tamamı okudular ve bir baltaya sap oldular. Zamanında çile çektilerse de sonunda faydasını gördüler.
O zamanlar öyleydi. İlçemizde doğru dürüst kiralık bir ev bulmak çok zordu. En fazlası iki katlı olmak üzere bir kaç tane apartman binası vardı. Onlarda da dışarıdan gelen daire müdürleri kiralayarak otururlardı.
Benim en büyük biraderim de annemin fasulye torbasının içine sakladığı 100 TL. sını alarak Ankara'ya Endüstri Meslek Lisesinde okumaya kaçmıştı. Çünkü o zamanlar ilçemizde meslek liseleri yoktu.
Şimdiki gençlere ne var. Bu kadar refah ve zengin ortamlarda okumamak için adeta ayaklarını diriyorlar. Çocuklarımızı evvela o eski şartlarda okumaya ve yaşamaya mecbur edeceğiz. Daha sonra da şimdiki ortama taşıyarak, zamanın sunduğu bu imkanların kadrini ve kıymetini takdir ettireceğiz. Anlatmayla olmuyor, bizzat yaşamak gerekiyor. Canı yanmadan kimse, can acısını bilmiyor.
Çok güzel ders niteliğinde bir paylaşımdı. Kaleminize, emeğinize ve yüreğin ize sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep bey,
SilYorumunuz da yazdıkların o yıllarda Anadolu'nun dört bir yanında benzer şartlarda eğitim yapan öğrencilerin olduğunu gösteriyor.
Selam ve saygılar. Sağlıklı günler dilerim.