15 Ocak 2019 Salı

MEYDANLARIN UCUZ LOKANTA VE CAFELERİ


Gecenin koynuna alıp uyuttuğu insanlar, günün ilk ışıkları ile birlikte yaşamın döngüsüne ve hengamesine geri döner.
Hiç kuşku yok ki her hikayenin içinde biraz sessizlik, biraz acı, biraz da sonsuzluk vardır.
Sessizliği de, acıyı da, sonsuzluğu da bir bakıma insan kendisi hazırlar.
Kentlerin varoşlarında kopup gelen insan seli, şehrin devasa alışveriş merkezlerinde, ana arterlerinde ve meydanlarında gün boyu serseri mayın  gibi savrulur durur.
Hepimizin muzdarip olduğu, ama bir türlü "taşı toprağı altındır" düşüncesi ile vazgeçemediği kentlerin çıkmaz sokağı artık çok kalabalık, kimliksiz, samimiyetten uzak ve çoğu zaman dramatiktir.
...
Yaşamın akışında kafasını kaldırıp etrafına bakan insanın hem kendisine hem de etrafına yabancılaştığını, vurdumduymazlık, nemelazımcılık, çıkarcılık, bencillik batağına sürüklendiğini görmek pek de şaşırtıcı değildir.
...
İstanbul; caddelerinde, meydanlarında, alışveriş merkezlerinde gün boyu devasa kalabalığın gözde mekanlarını barındırır.
Metrobüsler, raylı sistem ve diğerleri durmadan ve aralıksız insanları taşır.
Kimi zaman dar ve çıkmaz sokak aralarında bulunan cafeler, kızlı erkekli oturup sohbet eden gençlere mekan olur.
Ki bu gençlerin çoğu kitlenin bir parçası olmasına rağmen bulunduğu ortamı, karşısında kişiyi umursamadan etrafını gözetlemekten ve elindeki İphone ile vakit geçirmekten başka da bir şey yapmaz.
Elinde ne bir gazete, dergi ne de bir kitap vardır.
İşportaya düşen kitapların tanesi beş liraya satılmasına rağmen, ne alıcı bulur ne de okuyucu.
...
Ataköy metro istasyonunun karşısında bulunan meydanda günün ilk ışıkları ile başlayan kalabalık gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eder.
Meydanın dar ve çıkmaz ara sokaklarında bulunan cafelerde zaman geçiren insanlar karınları acıktığı zaman ya bulunduğu mekanda verdiği sipariş yiyecek ile karnını doyurur ya da meydanda bulunan ucuz lokantalarda orta yaşlı, emekli ve işsizler gibi bir kap çorba, kuru fasulye nohut ve bolca ekmek ile açlığını giderir.
...
Hemen her gün karşılaştığımız ve kurtulmak istedikçe içine daha fazla gömüldüğümüz döngü yıl boyu hiç değişmeden böylece devam eder.
...
Meydanda bulunanlar da, ucuz lokantalarda durumlarından memnundur.
...
Ve bu durum, kentlerin vazgeçilmez görüntüsü olarak belleklerdeki yerini almaya önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceğe benzer.

6 yorum:

  1. Bu aynı zamanda bir kültür meselesi ama tvlerde mesela bodrumda bir tost bir ayran için 650 tl hesap ödetildiğini de duyuyoruz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbetteki kültür meselesi aslında. Lakin görünen o ki kültürel geleneklerimiz de erozyona uğrama aşamasında.
      Selam ve saygılar.

      Sil
  2. Çok güzel özetlemişsiniz hocam.
    Maalesef, öyle kısır bir döngünün içinde yuvarlanıp gidiyoruz.
    Gördüğüm olumsuzlukları pek çok kimsenin görmüyor oluşu hatta umursamazlığı içimi acıtıyor.
    Öyle bir hale geldi ki büyük şehirlerdeki yaşam, evler yuva olmaktan çıktı. Tencere kaynamayan ev yuva değildir sözü var ya, ne kadar doğru. Dışarılardayız hep, dışarıda yiyor dışarıda içiyor, dışarıda ağırlıyoruz misafirlerimizi. Belki bunun yazınızın konusuyla ilgisi yok, ancak okurken rahatsızlığını hep duyduğum bunlar geldi aklıma.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Nurten Hanım;
      Bu ve benzeri toplumsal konularda yazacak o kadar çok şey var ki.
      Kentlerin ana meydanlarına ve kalabalık yerlerine insanın gittiği zaman, kültürel dokusunu kaybetmiş bir kentin, sakinlerinin de o dokunun kaybına paralel olarak değişikliğe uğradığını görmesi gerçekten, geçmişin anlayışını düşündüğünde içinin acıması kaçınılmaz oluyor.
      Topum öyle bir yere gelmiş ki, ne saygı ne sevgi
      hepsi ulaşılması zor ve geride kalmış bir zirvenin üst noktasında toplanmış gibi.
      Ulaşabilirsen ulaş.
      Sanırsın sırat köprüsü.
      Zaman zaman kalabalık meydanlara giderim.
      Hani canım sıkıldığında,
      hani bir şeyi almayı bahane edip kendinle baş başa kalmak istediğinde
      işte öyle,
      o zaman meydanın dokusu
      ve
      anlayışı
      pat diye çıkar insanın karşısına ya
      öyle anlarda insan olması gerekeni görmek ister ya
      yok Nurten hanım yok
      göremezsin artık görmek istediklerini
      uzaklarda kalmıştır
      mavi gökyüzünü kaplayan gri bulutların arasında
      insanlar,
      emekli,
      işçi
      öğrenci
      işsiz
      yaşlı
      kimsesiz
      evsiz barksız
      ve daha niceleri var ki
      ...
      İşte kentlerin
      ve İstanbul'un
      geldiği son nokta bu.
      "Rahatsızlığını duymak"
      doğaldır ki
      toplumun geldiği noktanın şaşkınlığını yaşayan
      her insanın düşüncesi.
      Saygı ve selamlarımla.

      Sil
  3. Merhabalar Hüseyin Hocam.
    Bu yazınızda çok güzel bir şekilde İstanbul'u özetlemişsiniz. Ne kadar üzülecek bir durum değil mi? Sanki İstanbul öyle de güzel ülkemizin diğer büyük şehirleri nasıl? Bence onların da İstanbul'dan bir farkı yok! İstanbul biraz daha büyük ve biraz daha kalabalık bir şehir. Önemli olan içinde yaşayan insanların durumları. Tüm değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Dinimizin, imanımızın ve insanlığımızın ölçüldüğü tek şey artık maddiyat oldu. Manevi değerlerden eser kalmadı. Varsa da para, yok sa para...

    Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimize gelince, işte onların da yetişkinlerden bir farkı yok. Onlar içinde maddiyat ön planda. Sizin de dediğiniz gibi günlerini kütüphanelerde ve sanatsal faaliyetlerin icra edildiği ortamlarda geçirmeleri gerekirken, ellerinde cep telefonları kafelerde zaman öldürüyorlar.

    Bu gençliğe sahip çıkmak için, memleketin başında bulunanların bir şeyler yapması gerekiyor. Aksi halde, sizin de yazınızı bağladığınız gibi, bu durum önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceğe benziyor.

    Büyük şehirlerimizin gerçeklerini tasvir eden bu güzel yazınız için kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Bey;
      Haklısınız. Diğer kentlerde de durum pek farklı değil.
      İster metropol olsun
      isterse küçük bir ilçe.
      Bulundukları yere gelene değin suların,
      çamurların içinde, deyim yerindeyse, geçenlerin
      geldikleri yeri
      kültürünü,manevi değerlerini,
      saygıyı,
      sevgiyi, yardımlaşmayı, misafirperverliği, başkasının hak ve hukukunu, kitap okumayı,
      bir kenara koymayı başarıp,
      iphonelerle zaman geçirmeyi
      kendilerine hedef olarak seçenlerin yaşadıkları ne yazık ki bu artık.
      Dostluklar tükeniyor.
      Kimse kimsenin umurunda değil
      gidişata sessizce boyun eğmek zorunda kalıyoruz,
      oysa biz insanız
      geleceğimize yön verecek
      kültürümüze
      geleneklerimize
      yaşam tarzımızın saygı ve sevgi
      dayanışma üzerine kurulmasını sağlayacak
      pırıl pırıl bir beynimzi var.
      Yeter ki düşünmesini bilelim,
      nemelazımcılığı,
      çıkarcılığı
      bertaraf edelim. Selam ve saygılarımla.

      Sil