Gecenin koynuna alıp uyuttuğu insanlar, günün ilk
ışıkları ile birlikte yaşamın döngüsüne ve hengamesine geri döner.
Hiç kuşku yok ki her hikayenin içinde biraz
sessizlik, biraz acı, biraz da sonsuzluk vardır.
Sessizliği de, acıyı da, sonsuzluğu da bir bakıma
insan kendisi hazırlar.
Kentlerin varoşlarında kopup gelen insan seli,
şehrin devasa alışveriş merkezlerinde, ana arterlerinde ve meydanlarında gün
boyu serseri mayın gibi savrulur durur.
Hepimizin muzdarip olduğu, ama bir türlü "taşı
toprağı altındır" düşüncesi ile vazgeçemediği kentlerin çıkmaz sokağı
artık çok kalabalık, kimliksiz, samimiyetten uzak ve çoğu zaman dramatiktir.
...
Yaşamın akışında kafasını kaldırıp etrafına bakan
insanın hem kendisine hem de etrafına yabancılaştığını, vurdumduymazlık,
nemelazımcılık, çıkarcılık, bencillik batağına sürüklendiğini görmek pek de
şaşırtıcı değildir.
...
İstanbul; caddelerinde, meydanlarında, alışveriş
merkezlerinde gün boyu devasa kalabalığın gözde mekanlarını barındırır.
Metrobüsler, raylı sistem ve diğerleri durmadan ve
aralıksız insanları taşır.
Kimi zaman dar ve çıkmaz sokak aralarında bulunan
cafeler, kızlı erkekli oturup sohbet eden gençlere mekan olur.
Ki bu gençlerin çoğu kitlenin bir parçası olmasına
rağmen bulunduğu ortamı, karşısında kişiyi umursamadan etrafını gözetlemekten
ve elindeki İphone ile vakit geçirmekten başka da bir şey yapmaz.
Elinde ne bir gazete, dergi ne de bir kitap
vardır.
İşportaya düşen kitapların tanesi beş liraya
satılmasına rağmen, ne alıcı bulur ne de okuyucu.
...
Ataköy metro istasyonunun karşısında bulunan
meydanda günün ilk ışıkları ile başlayan kalabalık gecenin ilerleyen saatlerine
kadar devam eder.
Meydanın dar ve çıkmaz ara sokaklarında bulunan
cafelerde zaman geçiren insanlar karınları acıktığı zaman ya bulunduğu mekanda
verdiği sipariş yiyecek ile karnını doyurur ya da meydanda bulunan ucuz
lokantalarda orta yaşlı, emekli ve işsizler gibi bir kap çorba, kuru fasulye
nohut ve bolca ekmek ile açlığını giderir.
...
Hemen her gün karşılaştığımız ve kurtulmak
istedikçe içine daha fazla gömüldüğümüz döngü yıl boyu hiç değişmeden böylece
devam eder.
...
Meydanda bulunanlar da, ucuz lokantalarda
durumlarından memnundur.
...
Ve bu durum, kentlerin vazgeçilmez görüntüsü
olarak belleklerdeki yerini almaya önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceğe
benzer.
Bu aynı zamanda bir kültür meselesi ama tvlerde mesela bodrumda bir tost bir ayran için 650 tl hesap ödetildiğini de duyuyoruz?
YanıtlaSilElbetteki kültür meselesi aslında. Lakin görünen o ki kültürel geleneklerimiz de erozyona uğrama aşamasında.
SilSelam ve saygılar.
Çok güzel özetlemişsiniz hocam.
YanıtlaSilMaalesef, öyle kısır bir döngünün içinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Gördüğüm olumsuzlukları pek çok kimsenin görmüyor oluşu hatta umursamazlığı içimi acıtıyor.
Öyle bir hale geldi ki büyük şehirlerdeki yaşam, evler yuva olmaktan çıktı. Tencere kaynamayan ev yuva değildir sözü var ya, ne kadar doğru. Dışarılardayız hep, dışarıda yiyor dışarıda içiyor, dışarıda ağırlıyoruz misafirlerimizi. Belki bunun yazınızın konusuyla ilgisi yok, ancak okurken rahatsızlığını hep duyduğum bunlar geldi aklıma.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Nurten Hanım;
SilBu ve benzeri toplumsal konularda yazacak o kadar çok şey var ki.
Kentlerin ana meydanlarına ve kalabalık yerlerine insanın gittiği zaman, kültürel dokusunu kaybetmiş bir kentin, sakinlerinin de o dokunun kaybına paralel olarak değişikliğe uğradığını görmesi gerçekten, geçmişin anlayışını düşündüğünde içinin acıması kaçınılmaz oluyor.
Topum öyle bir yere gelmiş ki, ne saygı ne sevgi
hepsi ulaşılması zor ve geride kalmış bir zirvenin üst noktasında toplanmış gibi.
Ulaşabilirsen ulaş.
Sanırsın sırat köprüsü.
Zaman zaman kalabalık meydanlara giderim.
Hani canım sıkıldığında,
hani bir şeyi almayı bahane edip kendinle baş başa kalmak istediğinde
işte öyle,
o zaman meydanın dokusu
ve
anlayışı
pat diye çıkar insanın karşısına ya
öyle anlarda insan olması gerekeni görmek ister ya
yok Nurten hanım yok
göremezsin artık görmek istediklerini
uzaklarda kalmıştır
mavi gökyüzünü kaplayan gri bulutların arasında
insanlar,
emekli,
işçi
öğrenci
işsiz
yaşlı
kimsesiz
evsiz barksız
ve daha niceleri var ki
...
İşte kentlerin
ve İstanbul'un
geldiği son nokta bu.
"Rahatsızlığını duymak"
doğaldır ki
toplumun geldiği noktanın şaşkınlığını yaşayan
her insanın düşüncesi.
Saygı ve selamlarımla.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilBu yazınızda çok güzel bir şekilde İstanbul'u özetlemişsiniz. Ne kadar üzülecek bir durum değil mi? Sanki İstanbul öyle de güzel ülkemizin diğer büyük şehirleri nasıl? Bence onların da İstanbul'dan bir farkı yok! İstanbul biraz daha büyük ve biraz daha kalabalık bir şehir. Önemli olan içinde yaşayan insanların durumları. Tüm değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Dinimizin, imanımızın ve insanlığımızın ölçüldüğü tek şey artık maddiyat oldu. Manevi değerlerden eser kalmadı. Varsa da para, yok sa para...
Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimize gelince, işte onların da yetişkinlerden bir farkı yok. Onlar içinde maddiyat ön planda. Sizin de dediğiniz gibi günlerini kütüphanelerde ve sanatsal faaliyetlerin icra edildiği ortamlarda geçirmeleri gerekirken, ellerinde cep telefonları kafelerde zaman öldürüyorlar.
Bu gençliğe sahip çıkmak için, memleketin başında bulunanların bir şeyler yapması gerekiyor. Aksi halde, sizin de yazınızı bağladığınız gibi, bu durum önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceğe benziyor.
Büyük şehirlerimizin gerçeklerini tasvir eden bu güzel yazınız için kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Bey;
SilHaklısınız. Diğer kentlerde de durum pek farklı değil.
İster metropol olsun
isterse küçük bir ilçe.
Bulundukları yere gelene değin suların,
çamurların içinde, deyim yerindeyse, geçenlerin
geldikleri yeri
kültürünü,manevi değerlerini,
saygıyı,
sevgiyi, yardımlaşmayı, misafirperverliği, başkasının hak ve hukukunu, kitap okumayı,
bir kenara koymayı başarıp,
iphonelerle zaman geçirmeyi
kendilerine hedef olarak seçenlerin yaşadıkları ne yazık ki bu artık.
Dostluklar tükeniyor.
Kimse kimsenin umurunda değil
gidişata sessizce boyun eğmek zorunda kalıyoruz,
oysa biz insanız
geleceğimize yön verecek
kültürümüze
geleneklerimize
yaşam tarzımızın saygı ve sevgi
dayanışma üzerine kurulmasını sağlayacak
pırıl pırıl bir beynimzi var.
Yeter ki düşünmesini bilelim,
nemelazımcılığı,
çıkarcılığı
bertaraf edelim. Selam ve saygılarımla.