"Körlük aslında görmemek değildir. Körlük
yaşananları salt kendi düşüncemize göre yorumlamaktır. Farklı fikir, düşünce,
yol ve yordamı görmezden gelmektir. Öyle anlar vardır ki hemen yanı
başımızdakilerden uzaklaşıp, uzaktakilerle yakınlaşırız. İhtimaldir ki bunda
karmaşıklığın, yaşanmışlıkların ve yarına bakışın etkisi vardır.
Tıpkı zaman içinde anımsayabildiklerimizin yanı sıra
anımsayamadıklarımızın da olması gibi.
Sonda söylenmesi gerekeni ilk başta söyleyenler olduğu
gibi, ilk başta söylenmesi gerekeni sonda söyleyenlerin olması gibi.
Alışılmışlığın dışında farklı olanı algılayıp görmek,
tanımak yol çizgisinde önemlidir. Dağ köyünde yaşayan bir insanın hayat
anlayışını görüp öğrenmek, kent yaşamından başka yaşam deneyimi olmayan biri
için farklı bir duygu ise, farklı coğrafyalarda hayatta kalma mücadelesi
verenleri tanımak, acılarına, sevinçlerine ortak olmak, kültürlerini öğrenmek de
farklı bir duygu olmalıydı." diye düşündüm.
Ben de bu
farklı duyguyu yaşamak, içselleştirmek istemiştim. Çocukluğumu
kırsalda bir köyde geçirmiş, köy ile şehir yaşamı arasında ki farkı, anlayışı
görmüştüm. Hayatta kalmanın zorluğunu, isteyip de elde edemediklerimi, örneğin
babam ile çocukluğumda ilçe pazarına gittiğimizde görüp de çok istediğim beyaz
gömleği "şimdilik gereksiz oğlum
zamanı gelince alırız" diyerek babamın almaması gibi. Babam haklıydı. Her şeyin zamanı vardı elbette. Toprağa kök salmış bir çınar olan
babamın duygularını, kavak yeliyle oradan oraya savrulan, anlık karar veren
duygu olarak düşünemezdim. Zaman insanın en keskin taraflarını törpülese de
gerçekler zamanın karşısında direniyordu.
İçinde birkaç eşyanın olduğu küçük bavulumu omuzlamış, Ankara'da otobüs garajının yolunu tutmuştum. Otobüse binerken ne bir el sallayan vardı yanımda ne de güle güle git diyen biri. Otobüs garajı insan kaynıyordu. Tanıdık bir simanın olmadığı devasa bir kalabalık. Garaj hınca hınç insan doluydu. Kimisi yoldan gelmiş elinde valizi ile yol yorgunluğunu atmaya çalışıyor, kimisi ise bineceği otobüse valizini vermenin telaşında. Yakınlarını uzak diyarlara gönderenlerin birbirlerine sıkıca sarılmaları, gözlerinden yanaklarına aşağı süzülen göz yaşını silerken hüzünlü bakışları insanın içine işliyordu. Uzun yoldan gelenler bir kenara koydukları valizlerin, çuvalların, yüklerin yanında yorgun gözlerle etrafı seyrediyordu.
Diğer
yandan, etrafta sağa sola koşuşturan, bavullarına, yanlarında getirdikleri
yüklerine sırtını dayamış dinlenmeye çalışan yol yorgunu yolcular, ayak üstü
bir şeyler atıştıranlar, ağlayan çocuklarını susturmaya çalışan anneler, yola
çıkmaya hazırlananlar, sırtlarında küfeleri ile hamallar, hediyelik eşya satan
çığırtkanlar, çay tepsileri ile müşteri bulmaya çalışan sıcak çay satıcıları, etrafı
kaplayan kesif bir sigara dumanı, ayaküstü konuşmalar, yerlere atılmış sigara
izmaritleri, yükler, valizler, denkler, bağrışmalar, gürültü, ellerinde gazoz
şişeleriyle sağa sola kaçışan çocuklar, ayakkabı boyacıları, müşteri kapmaya
çalışan değnekçiler, ihtimaldir ki aralarında yankesiciler, üç kağıtçılar,
yalancılar, dolandırıcıların da olduğu bir insan seli garajın içini, dışını
doldurmuştu.
Bavulumu bagaja verdikten sonra otobüse
bindim. İçimde tuhaf, nedenini bilemediğim sıkıntılı bir his vardı. Günün yorgunluğu
ile sızlayan bedenimi otobüsün kadife koltuğuna yasladım. Herkes gibi ben de uzun
sürecek bir yolculuk için hazırdım. İçimi hüzünle karışık bir boşluk duygusu
kapladı. Uzun bir yolculuğun sonrasında benim için bilinmedik, gittiğimde buram
buram sıla kokacak görev yerineydi yolculuğum. Sevdiklerimi geride bırakarak bu
uzun yolculuğa çıkmıştım. Otobüs hareket ettiğinde ikindi güneşi etrafı
aydınlatıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder