İstanbul. Olanakları
bol. Çevresi geniş. Tarih kenti. Tarihi yarımadanın silueti insanı cezbediyor.
Gün boyu boğazın iki yakasından işlerine, sevdiklerine giden insanları taşıyan
vapurlar. Vapurların açık pencerelerinden atılan ekmek kırıntılarını kovalayan
martılar. Buram buram tarih kokan mekânlar. Kadıköy, Üsküdar, Eminönü, Sultan
Ahmet, Karaköy ve diğerleri.
Orhan Veli’nin
şiirlerinde hayat bulan İstanbul. Çay ve simiti ile kendine on binleri çeken
İstanbul. Bir yudum gün ışığı. Bir tutam bulut ve yağmur. Mavinin ışıltısı ile
can bulan.
Bugün gün boyu gri
bulutlar güneşi göstermedi bir türlü. Hafiften ısıran bir soğuk kışlıkları çıkarmıştı bulundukları yerden.
Geniş bir alana
yayılmış, uçsuz bucaksız gibi görünen binalar, beton yığınları. Bir parça
yeşile hasret sokaklar, caddeler. İnsanın ruhunu sıkan, cendereye sokan;
birbirine yaslanmış apartman blokları. Dar sokaklar. Çocukların oynayabileceği boş alanı bulmak olanaksız. Ne yapsın bu çocuklar. Sokak aralarında çocuk
sesine hasret binalar, evler.
Kaç gündür soğuk
algınlığının verdiği kırgınlık bunalttıkça bunalttı beni. Bir gazete almaya
çıkmak ne mümkün. Bugün biraz daha iyiydim. Çıkıp dolaşayım dedim sokakları.
Yorgun ayaklarım çekti götürdü beni, diretemedim. İyi de etmişim.
Şirinevler Metrobüs
gişelerine kadar yürümüşüm. Geniş yol arabalarla kaynıyor. Duraklar tıklım
tıklım. Etraf cıvıl cıvıl. Gençlerle dolu. Yağmura aldırmadan yan yanalar.
Cafelerde. Az da olsa var olan genişçe bir alanda. Kucaklarında, ellerinde
kitaplar. Belli ki dershaneye gidiyorlar. Duruşları sevgi dolu; sıcak, hoyrat
ve umursamaz.
Gazete haberlerine
bakmak üzüyor insanı. Hapishanelerde “suçum nedir” diye soranların yargılandığı
davalar. Uzun bir zaman oldu devam ediyor. Suçlu mu suçsuz mu bunlar belli
değil. Bir yandan dışarıda umutla bekleyen aileleri, çocukları. Yürek burkan
hikâyeler.
Terör örgütünün elemanı
iken yakalanıp mahkûm olan biri. Çıkmış tanıklık yapıyor. Doğru mu değil mi
bilinmez anlattıkça anlatıyor.
Kimdir bu tanık peki?
Yıllar önce yakalanmadan terör olaylarına karışmış biri. Biz bunların
tanıklığına, söylediklerine mi kaldık? Ya yaptıkları? Masum değil ki. Kurdukları pusularla
askerleri, polisleri, öğretmenleri kurşunlayıp şehit etmişler.
Kundak da ki çocukları,
savunmasız vatandaşları öldürmüşler. Onlarca ana babayı gözü yaşlı bırakmışlar.
Sevgilileri birbirinden ayırmışlar. Çocukları yetim bırakmışlar.
Gazeteyi bir kenara
bıraktım. Yazılanları uzun uzun düşündüm. Kime inanıp kime inanmayacağımızı
şaşırdık.
Gözleri pırıl pırıl
parlayan, şakalaşan, gülen, birbirini kovalayan gençlere baktım. Gülümsedim.
Kardeşlik duygusunun, arkadaşlık ve komşuluk duygusunun ne kadar önemli
olduğunu düşündüm. Akıl ve yürekleriyle yarınlara ışık olacak gençlerin varlığı
bizleri mutlu ediyor.
Yaşam kavgası, hay huy.
Biter mi hiç? Koskoca İstanbul bu. Adam kaynıyor. Sisler, dumanlar içinde bir
İstanbul. Ya havalar? Edip Akbayram’ın şarkısının sözlerini anımsatıyor;
“Havalar nasıl oralarda; üşüyor musun?...”
Hüseyin Hocam, rahatsızlığınız için geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Güzel İstanbul'muzu sizden okumak güzeldi. Gazete haberlerinden dem vurmanız, haberleri ne okumak istiyorum, ne de tvden izlemek, ama diğer taraftan da ülkemde ve dünyada yaşananlardan da kendimi soyutlamak istemiyorum.Çok farklı bir ülke haline geldik. Kim suçlu, kim suçsuz herşey birbirine girmiş gözüküyor. İçinden nasıl çıkılır, şuan izlemekle yetiniyoruz. Yazınız çok akıcı idi. Zevkle okudum.Elinize sağlık.
YanıtlaSilselam ve saygılar.
Teşekkürler Hanife Hanım...Yorumunuzda dile getirdiğiniz düşüncelerinize katılıyorum. Saygılarımla.
SilGeçmiş olsun hocam. İyi etmişsiniz dışarı çıkmakla, biraz açık havada dolaşmak her zaman iyi gelir insana. Hanife'nin dediği gibi, İstanbul'u sizden okumak ayrı bir zevk. Bu gidişle daha çok yazı okuyacağımızı sanıyor ve umuyorum.
YanıtlaSilSelâm ve sevgiler.
Teşekkür ediyorum Nurten Hanım...Umarım İstanbul'da yaşadıklarımızı, gördüklerimizi yazma olanağı ve imkânı olur...Saygı ve sevgilerimle.
Sil