Evler uzaklaştıkça küçülmeye başladı, bir süre sonra
da görülmez oldu. İçimdeki fırtına gittikçe hızını artıran rüzgarın ağaç
dallarını kırması gibi beni sarsıyordu. Çok beklemedim. Gelen yolcu minibüsüne
bindim. içi tıka basa doluydu. Şoför esmer ve ciddi yüzlüydü. Yolcuların hemen
hepsi ilçeye giden köylülerdi. Çoğunun üzüntüyle bakan gözleri vardı. Avurtları
çöküktü, kasketlerinin kenarında saçları birer diken gibi uzanıyordu. Minibüse
binince tüm gözler elinde kırık dökük bavul, sırtında eski bir paltoyla gurbete
gittiği her halinden belli olan bana çevrildi. Kırlaşmış kirli sakalı ile yaşlı
bir amca hafifçe geriye çekilerek "buraya gel oğul" diyerek yer
gösterdi. Sessizce tarif edilen yere yanaştım. Sorgulayan, belki de acıyan
gözlerde üzerimden dışarıya yönelmişti. Kimsede çıt çıkmıyordu. Duyulan tek ses
minibüsün homurtusuydu. Kısa bir sessizlikten sonra bana yer gösteren amca;
"Yolculuk nereye oğul" dedi kısık bir sesle
"Gurbet" deyiverdim fazlaca açıklama
yapmadan. Tek kelime ile "gurbet".
"Peki" dedi aynı kısık sesle, " evde
oturup baharın gelmesini bekleyeceğine gurbette olsa rızkını çıkarmaya gitmek ne güzel."
Yaşlı amcanın yanında ayakta duran kısa boylu, ablak
yüzlü yolcu orta yere konuştu;
"Gurbetin, sılanın nesi güzel" dedi.
"İnsan gurbete neden gitsin? Bu yaşta kırık bavulla gurbetin yolunu,
çilesini neden çeksin?" diye acı dolu bir sesle konuştu.
Yaşlı amca gerginleşen yüz hatları ile "boş
konuşuyorsun" dercesine adamın yüzüne baktı.
"Bir insan gurbete neden gider? Elbette gitmesini
gerektiren bir durum vardır. Midesi ve mutfağı boş yaza kadar oturup beklese
daha mı iyi? Hangimizin durumu iyi de gurbete gidip para kazanmayı istemiyoruz?
Hangimizin çektiği çile, sıkıntı diğerinden farklı? "
Bir başka yolcu atıldı, "Gurbetin yoluna neden
çıkılır? Gurbetin çilesi neden çekilir? İşsiz aşsız bahara kadar evlerde
sobanın dibinde gün geçirmek daha mı iyi?"
Bu sözler karşısında kimseden ses çıkmadı. Herkes
başını önüne eğdi. Derin düşünceye dalanlar minibüsün camlarından dışarıyı boş
gözlerle seyretmeye başladı.
Yaşlı amca sözlerine devam etti. Söylenenleri tepkisiz,
belki de içlerinde fırtınalar koparak pürdikkat dinliyorlardı.
Yaşlı adam omuzunda taşıdığı yükün ağırlığıyla.
"İç dünyamız bir kargaşa içinde. Yalpalayarak
yürümeye çalışıyoruz. Kendimizi kandırmaya lüzum yok. Hayatımızı, geleceğimizi
yeniden kurmamız gerektiğini anlamamız lazım. Hangimizin sağlam, kalıcı bir işe
ihtiyacı yok? İş deyince de gurbet akla geliyor. Çocuklarımız da bizler gibi
kuru soğana mı muhtaç olsun. Yoksa doğru bildiği yolda, değer yargılarına sahip
çıkarak mı yürüsün. Gurbette de olsa, köyde de olsa ayağına çelme takmak
isteyen olmayacak mı sanıyorsun. Bırakalım çocuklarımız ekmeğini kazansın. Onlara
engel olmayalım. Gurbet de sılada zordur. Zorunlu olmadıkça insan ata yurdunu
bırakıp yaban ellere gitmek istemez. Elinde kırık bir bavulla yola çıkmak hiç
istemez."
Yaşlı amca doğru söylüyordu. Gelecek dünkü
zorluklarla, yoksulluklarla, çilelerle devam etmemeliydi. Kısacası kendimizi
aşmalı, mücadele etmeliydik. Yazgı oturarak değil çalışarak değiştirilebilirdi.
Son yıllarda kırsalda iş ve aş umudu ile yola çıkanların gidiş sebebi de bu
değil miydi.
Yol boyunca başka da pek konuşan olmadı. Kasketlerinin
kenarında diken gibi uzanan, dağınık ve uzamış saçları yüz hatlarını kapatan yolcular derin bir
düşünceye dalmışlardı. Oturdukları yere sıkıca yapışmış, kızgın mı yoksa soğukkanlı,
umursamaz mı oldukları donuk suratlarında pek de belli değildi.
Umarsızlık ve kayıtsızlık zaman zaman beni öfkeye
boğuyor, yoruyordu. İnsanlar neden hep başkalarından bir şeyler bekler de
kendisine gelince yapmaktan kaçınırdı? Başkalarını eleştirmek, hatalarını söylemek
kolaydı da kendi hatasını neden görmezden gelirdi? Boş vermişlik, var olanı
daha da ileriye götürmeme kayıtsızlığı neden başvurulan bir durumdu?
Zihnimi yoran sorulara cevaplar ararken bir yandan da,
konuşmalar sırasında, hiç konuşmadan, konuşulanları duyduğuma dair hiç bir belirti
göstermeden yaşlı amcayı dinliyordum. Ayazda yanmış sert çehresinde iri elmacık
kemikleri dikkat çekiciydi. Elleriyle sakalını sıvazlayıp, içeriye çökmüş hissi
veren kısık gözlerini yolcular üzerinde gezdirerek ağır ağır ama dokunaklı
konuşuyordu. Yılların deneyim ve birikimi onu kırsalda kendi yaşamı için belli
ki bilge kişi yapmıştı.
Bir insanın yerleşik düzenini bırakıp gurbete çıkması kolay değil tabii.
YanıtlaSilAma doyduğu yeri arıyor insanlar. Ekmek aslanın ağzında değil midesinde diyorlar artık. Genç insanlar bir arayış içindeler.
Haklısın Makbule Hocam. İşsizliğin tavan yaptığı ortamda, kırsalda da artık insanlar "doyduğu" yere gitmenin peşindeler.
SilMerhabalar.
YanıtlaSilAnadolu'nun bozkırından olup da, yolu gurbete düşmemiş kimse yoktur. Benim yolumda daha 16 yaşında iken gurbete düşmüştü. Gurbetin acısını damdan düşen bilir. Gurbeti anlatan güzel bir yolculuk hikayesiydi. Kaleminize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
Selam ve dualarımla.
Merhaba Recep Bey;
SilDoğru dersin "gurbet"in yolunu bilmeyen yok. Ben de okul yıllarını hatırladığımda 18 yaşında gurbete çıktım. Gidiş o gidiş. Bu yazımda da öğretmenlik görevine gitmek için yola çıkışımı anlatıyorum. Tabi yazıda bütünü sizler göremediğiniz için gidişimin nedenini de bilemezsiniz. Aslında bu kısa bölüm de yazmakta olduğum anılar bağlamında geçmişin izlerini taşıyor. Selam ve saygılar.
Elimizdeki bavulların içinde olandan ziyade, yüreğimizin olanca yükünü beraberimizde götürdük gurbete. Bavulu bırakabilirdik bir köşeye elbet, ama yüreğimizdekini hafifletmeye azaltmaya imkan var mıydı ki. Yoktu; olmadı hiç bir zaman da. Hep incecik bir sızıyla beraber hatırlatıp durdu kendini. "Ben buradayım!" dedi. Olanca ağırlığıyla beraber yüreğin çeperine işlenmiş, her bir köşesini kaplamış ve hayallere nüfuz etmiş olarak kalan "hasret" bizimle beraber büyüyüp durdu, en vefakarı da o oldu duygularımızın, çünkü hiç terketmedi bizi.
YanıtlaSilGüzel bir yazı, tebrik ederim...
Merhaba Mehmet bey,
SilYorumunuzda olduğu gibi yazılarınızda da benzer sızıyı yani hasreti, başkaldırıyı bir bakıma, hasreti görmek okunabilirliğinizi artırıcı faktör. sadece bloğunuzda değil yazdığınız web sitesinde de yazılarınız ilgi ile okunabilir sağlamlıkta.
Bu bağlamda sağlam bir kalemin yaptığı bu güzel ve destekleyici yorumunuza teşekkür eder saygılar sunarım.
"Ölüm Allah'ın emri, şu gurbet olmasa" diyenler gurbetin sevdiklerimizin yüreğinde bıraktığı acıyı ölümle eş değer tutmuşlar. Elbette her birimiz sizin de ifade ettiğiniz gibi "İnsan gurbete niye gider? sorusuna verdiğiniz cevap gibi, midesini ve mutfağını doldurmak için... O nedenle doğduğumuz yerden doyacağımız yere hep bir göç halindeyiz. Hüseyin Hocam sanırım kitabınızdan bir bölüm okuduk. İçerik hüzünlendirse de, keyifle okudum. Kendimi o minibüsün içindeki yolculardan biri gibi hissettim. Kaleminiz daim olsun. Emeğinize sağlık. Saygılar selamlar.
YanıtlaSilEvet Hanife hanım, bu üzerinde çalışmakta olduğum taslaktan kısa bir bölüm.
SilBeğenmenize sevindim.
İkincisi dilin kullanılışı bakımından da eleştirinizi okumak isterim sizin gibi değerli bir yazar arkadaştan, sağlam bir kalemden.
Saygılarımla yorum için teşekkür ederim.
Estağfurullah hocam. Hakkımdaki değerli fikirleriniz için teşekkür ediyorum. İltifat ediyorsunuz. Sizin yazı ile ilgili diliniz her zamanki gibi akıcı, anlaşılır bir diliniz var. Bunu biliyorsunuz. Okuru olayın içine alıveriyor. Betimleme ve tasvirler sayesinde sanki yeri ve kahramanları birebir tanıyor hissi veriyor. Kitabı elimize almayı bekliyoruz. Saygılar selamlar
Sil