Tarihimizin önemli ve ibret alınması gereken köşe taşlarından biri de ne yazık ki bundan 95 yıl önce 90 bin askerimizin donarak öldüğü “Sarıkamış Harekâtıdır.” Allahüekber dağlarında ağır kış şartlarında, -30 derece soğuğa, kara, tipiye, borana karşı yazlık kıyafetlerle savaşın acımasız kolların atılan; açlık, sefalet, hastalık ve karakış nedeni ile donarak toprağa düşen askerlerimizin şehit olduğu 1915 yılı.
Harekât 22 Aralık 1914 sabahı başladı. O sabah müthiş bir kar fırtınası ve tipi vardı. Fırtınadan göz gözü görmüyor, karargâh emirlerini alaylara götürmekle görevli askerler dönüp dolaşıp yola çıktıkları karargâha geliyordu. Harekâtın ikinci ve üçüncü günlerinde de ne kar ve tipi aman veriyor, ne de erzak ve teçhizat ileri hatlara taşınıyordu.
Cephedeki asker erzaksız, teçhizatsız ve yazlık kıyafetlerle ilerlemeye çalışıyordu. Allahüekber dağlarının yamaçları buzla kaplanmıştı. Güneş sadece ışık veriyordu. Isıdan mahrum bir ortam, sisli ve fırtınalı doruklar, yükseldikçe eğimin arttığı dik ve sarp yamaçlardı görünen, hissedilen, yaşanılan.
İnsanın içini donduran. Fazla kalındığında soğuk ve tipi ile mücadele imkânı kalmayan, bugün dahi soğuk ve karla mücadele için kışlık kıyafetler gerektiren şartlar.
İnsanın içini donduran. Fazla kalındığında soğuk ve tipi ile mücadele imkânı kalmayan, bugün dahi soğuk ve karla mücadele için kışlık kıyafetler gerektiren şartlar.
Tarihimizde “93 Harbi” olarak bilinen 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Kars ve ilçeleri Ruslara bırakılır. Sarıkamış’a Rus Çarlığı’nın garnizonuna konuşlanır. Bölge uzun yıllar Rusların elinde kalır. 1914 yılına gelindiğinde dönemin “Harbiye Nazırı” ve “Başkumandan vekili” Enver Paşa ile Padişah damadı olan Albay Hafız Hakkı Bey bölgeyi Ruslardan kurtarmanın ve Kafkaslar ile Orta Asya’ya yayılmanın peşine düşerler.
Sarıkamış muharebelerinde bir emirle on binlerin ağır kış şartlarında, donanımsız, yazlık kıyafetlerle dağlara sürülüşü tarihimizin ibretle okunması ve bilinmesi gereken bir sayfasıdır. Yetkili ancak yeteneksiz birinin binlerce insanın hayatını nasıl tehlikeye atabileceğinin ve bir devleti nasıl yok olmanın eşiğine getirebileceğinin belgesidir.
Yıllarca öğretmenlik yaptım. Binlerce öğrenci yetiştirdim. Sarıkamış yöresinde Allahuekber dağlarında düşmana tek kurşun atmadan şehit olup kara toprağa düşenlerin hazin hikayesi hep içimi yaralamıştır. Öğrencilerime konuyu anlatırken oluşan hüznü saklamanın çabasını yıllarca sürdürdüm.
Sarıkamış’ın benim için diğer bir önemi ise dedemin canından çok sevdiği kardeşinin Sarıkamış muharebelerinde Allahuekber dağlarında bir daha geri gelmemek üzere bu dünyadan göçüp gitmesi, şehit olmasıdır. Yıllarca onun gelmesini bekleyen insanların anlattıkları ile büyüdüm.
Sarıkamış faciası ile ilgili araştırmalar son yıllarda yoğunlaşmıştır. Sarıkamış’ta yoğun kar, tipi ve kış şartlarında hayatını kaybedenlerin resimlerinin büyük bölümü Ruslar tarafından çekilmiştir. Kendi arşivlerimizde Israrlı araştırmalara ve kaynakların taranmasına rağmen sadece bir tek resim bulunabilmiştir.
Bu durum Sarıkamış harekâtında olan bitenlerin İstanbul’a dönen Enver Paşa tarafından basına sansür uygulanması sonucu, ancak yıllar sonra öğrenildiğini düşündürmektedir.
Sarıkamış Harekâtı’ndan aylar önce, Balkan savaşlarında yeni çıkmış askerler henüz evlerine gitme fırsatı bulamadan, 4 Ağustos 1914 günü Enver Paşa’nın “Seferberlik ilân edilmiştir” emrini alırlar. O yıllarda üst üste yapılan yanlışlar ve hatalı kararlarla ordunun ihtiyaçları tam karşılanmadan cephenin biri kapanmadan diğeri açılır. Bu durumda ne halk ne de asker savaşa hazırdır.
Alptekin Müderrisoğlu ”Sarıkamış Dramı” adlı kitabında şunları yazıyor. ” ’Padişahım çok yaşa’ nidaları ile yer gök inliyordu İstanbul’da. Selimiye kışlasından hep bir ağızdan yükselen sesler daha sonra Maltepe, Maçka ve Davutpaşa kışlalarında bulunan askerlerin de katılması ile; Üsküdar’da, Boğazın kıyılarında, Beyazıt meydanında, Topkapı ve Karaköy’de Haliç’e kadar olan geniş alanda yankılanıyordu.”
Kışlalarda ve boğazdaki savaş gemilerinde bando, davul, zurna sesleri eşliğinde ’Padişahım çok yaşa’ nidaları ile savaş kararı duyurulmaktadır. Halk ise olan bitenden habersizdir. Savaş kolay değildir. Yıllarca cephede savaşan, yakınını kaybeden insanlar savaşın ne olduğunun ve ne anlama geldiğinin bilincindedir. Osmanlı imparatorluğu dört yıl sürecek ve on binlerce insanın yaşamına mal olacak olan Birinci Dünya Savaşı’na giriyordu.
Müderrisoğlu ilgili kitabında şunları yazıyor: “Savaş çağrısının son bölümünde Enver Paşa şunları söylüyordu : ’… İleri! Daima ileri ki zafer, şan, şehitlik, cennet hep ilerde; ölüm ve alçaklık geridedir….’
Birinci Dünya Savaşına girmeden önce Padişah Mehmet Reşat olan bitenlerin ayırdın da değildi. Ülkeyi Harbiye Nazırı Enver Paşa yönetiyordu. Almanlarla gizli bir anlaşma yapan Enver Paşa İngiliz ve Fransız donanmalarından kaçıp İstanbul’a sığınan iki alman savaş gemisinin (Goben ve Breslau) satın alındığını duyurdu. Her iki gemi adları değiştirilerek (Yavuz ve Midilli) Karadeniz’e açıldı.
Seferberlik ilân edilmişti lakin hazırlıklar yavaş ilerliyordu. Çeşitli çevrelerde ve komutanların bir kısmında savaşa girilmemesi konusunda eğilim söz konusu idi. Birinci Dünya Savaşı’nda çarpıştıkları cephelerde bozguna uğrayan Almanlar Osmanlı Devleti’nin bir an önce kendileriyle işbirliği yaparak savaşa girmesini istiyordu. Almanların baskısına fazla dayanamayan Enver Paşa Karadeniz’e çıkan savaş gemilerine Ruslara saldırma emri verdi. Osmanlı gemileri Rus limanı Sivastopol’ü bombaladı. Ruslarda Kafkasya cephesinde harekete geçtiler. Böylece Sarıkamış’ta Ruslarla savaş başlamış oldu.
Müderrisoğlu kitabında şunları yazıyor ”Osmanlı padişahı Mehmet Reşat, ordusuna ve donanmasına yaptığı savaş çağrısında savaşı Rusların başlattığını söylüyordu. Böylece, altı yüz yıllık Osmanlı tarihinde ilk kez bir padişah, savaşa yol açan olayın gerçek nedenini bilmeden savaş çağrısında bulunuyordu.”
Sarıkamış yenilgisi sonrasında ’… İleri! Daima ileri ki zafer, şan, şehitlik, cennet hep ilerde; ölüm ve alçaklık geridedir’ diyen Enver Paşa Ocak 1915 başlarında İstanbul’a geri döndü. Harekât sona erdi. 4 Ocak 1915 günü ordunun kalan kısmı savaş öncesi mevzilerine döndü. Geride on binlerce insanı donmuş, aç, yaralı bırakarak.
Dünyanın her yerinde sadece subaylar görülür göğüsü madalyalar dolu, nedeni açıktır, sadece askerleri savaşı kaybeder ve ölürler demiş bir düşünür..
YanıtlaSilSarıkamış gerçeğini ne zaman okusam soğuk bir gece nöbetinde tüfeğin namlusunun elime yapışması gelir aklıma, ve oradaki ayazı düşünürüm, Büyük bir tirajedi Sarıkamış, Her subaydan komutan olmayacağı gibi her insandan da subay olmaz, hırsları uğruna onbinlerce askerimiz heba oldu, tüm şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum...
Selamlar sevgiler.
Teşekkürler Tufan Bey. Selam ve sevgi, saygı bizden...
YanıtlaSil