Kavurucu yaz sıcakları fazla
sürmedi. Çınar yaprakları tel tel dökülmeye, kasabada hasat sonu telaşı
yaşanmaya başladı. Nihayet beklenen gün geldi okullar açıldı. Okula yeni kayıt
olanlar yeni arkadaşlarına kavuştu. Okulun bahçesi ve sınıflar cıvıl cıvıldı.
Çocuklar farkında olmasalar da,
yaşamlarında iyi bir geleceği yakalamak için uzun ve meşakkatli bir yolculuğa
adım atmışlardı. Öğretmenler uzun yaz tatilinin durağan yaşantısından
kurtulmanın, öğrencilerine kavuşmanın sevincini yaşıyordu.
Ana, oğlu Recep'in işleri
bitirmesine sevinmişti. Burhan'ı kaybedeli tüm işler kocası ile oğluna
kalmıştı. Koyunların bakımı, tarla, bağ bahçe işleri, ırgatlık, kışlık
yiyeceklerin ambarlara konulması, hayvanların karda kışta yiyeceği yemlerin samanlığa
taşınması velhasıl tüm işler artık onların sırtındaydı.
Murat daha küçüktü. Recebe tüm bu
işleri yaparken fırsat buldukça Fadime'de yardım ediyordu. Ana da evde torunu Murat
ile yemek ve ev işlerine bakıyordu. Murat'ı gözü gibi koruyor, evin bahçe
kapısını açıp sokağa çıkmasın diye sıkı sıkı tembih ediyordu. Murat çocuklarla
oynamayı seviyordu oysa ki. Çocuk çocukla hoşça vakit geçirirdi. Ana bunu
bilmiyor muydu? Biliyordu elbette. Lakin Süloların çocuklarından Murat'a zarar
gelmesinden çekiniyordu. Göz bebeği oğlunu elinden almışlardı. Torununa da
zarar gelmesine katlanamazdı.
Recebin gece gündüz çalışmasından
memnundu. Alnı terlemeden geçinme huyunu sevmezdi. Başkalarının sırtından
geçinme hevesinde olanlara, rantçılara kızardı. "Ben asla böylelerini kınamam. Onlara bu yolu gösterenlere,
açanlara, yaptıklarına ses çıkarmayanlara kızarım" derdi.
Rant elde edenlerin, hak hukuk
tanımazların halk tarafından benimsenmediğini, topluma iyi örnek olmadıklarını,
yalan dolan, adam kayırmaca ve üç kağıtçılıkla iç karartıcı bir geleceğe imza
atıklarını her aklı başında insan gibi o da bilirdi. Yüzlerinde gerçek amaç ve
kimliklerini perdeleyen birer maske ile dolaştıklarını söylerdi. Elinden gelse o maskeyi çekip almak, yeni bir
benlik kazanmaları sürecini başlatmak isterdi. Ne var ki bu zihniyete erdem,
onur, hak ve hukuk kavramlarını anlatmak, dahası kabul ettirmek güçtü. Bencillik ve kibir onların benimsediği
kavramlardı. Zayıfı ezmek, elindekini almak, karşı koyanları bertaraf etmekte
üstlerine yoktu.
Mehmet amcanın da Ananın
düşüncelerinin benzerini benimsediğine konuşmalarında şahit olmuştum. Yılların
yüzlerinde derin çizgiler oluşturduğu bu iki çınarın zihinleri hala taptazeydi.
Onurlu ve erdemli duruşlarını devam ettiriyor, gençlere örnek oluyorlardı.
Çevrelerinde bulunanlara doğru nedir, eğri nedir, kolay nedir, zor nedir, erdem
nedir, hak, hukuk nedir, insana verilen değerin anlamı nedir, özgürlük nedir,
eşitlik nedir anlatmak için dayanılmaz zorluklara göğüs gerdiklerini, zahmetli
bir hayatta olsa mücadelenin önemine vurgu yaptıklarına tanık oluyor, bu insanlara
olan saygım her gün artıyordu.
Baharla birlikte kasabada başlayan
hareketlilik son hasadın da yapılmasıyla sona ermişti. Kahveler yaz boyunca hiç
olmadığı kadar dolup dolup boşalıyordu. Çınar ve söğüt ağaçlarının dalları
gücünü yitirmeye başlayan güneş ışıklarına karşı son demlerini yaşıyor, gün
geçtikçe dökülen yapraklar dalları daha da açığa çıkarıyordu. Güz gelmişti
artık. Çoğumuzun hüzünlendiği hazan ya da sonbahar. Ağır ağır gelir, ağaçlar
ağır ağır boyanır güz rengine. Sonbahar insanın zihninde her zaman bir geçiş
halinde yaşanır bu yüzden. Her yörenin bir güz imgesi vardır zihinlerde.
Kasabada da bağ bozumu sonrası başlardı güz imgesi.
Yazı hummalı bir çalışma ile
geçiren erkekler kahvelerde pişpirik ve tavla oynamaya, çay içip sohbet etmeye
başlamışlardı. Her köyde, her kasabada olduğu gibi birbirine rakip olanlar,
hasım olanlar farklı kahvelerde otururlardı.
Mehmet amca da üzüm bağının hasadını
yapmış, üzümlerini kurutup tüccara satmıştı. Borçları verdikten sonra elinde
kalan para ile şeker, un, patates, soğan gibi ihtiyaçlarını karşılamıştı. Az
bir miktar parayı da ne olur ne olmaz diye ayırmıştı.
Kahve sohbetlerinde sıklıkla "bak hoca" derdi "atalarımızın güzel bir sözü vardır.
'Sakla samanı gelir zamanı' diye. Sen sen ol kıyıda köşede zor günde lazım
olacak üç beş kuruşu biriktir. Bu devirde kimseden medet umma. Güvendiğin
dağlara kar yağdırma. Güvenin zedelenmesin. Saygın azalmasın. Demem o ki kimse
kimseye yardım etmez. Ben bunu bilirim bunu derim bu zamanda. Eskidenmiş o komşu
hakkını bilip gözetmek, muhtaç olana yardım etmek. Büyükşehirlerin caddelerini,
sokaklarını bir dolan. Ne görürsün? Elini açmış, üstü başı perişan yaşlı, çocuk
dilenenleri. Köprü altlarında sabahlayan, garajlarda sabahlayan, sokaklarda
yatıp kalkan insanları görürsün. Peki bunlar kimdir necidir diye hiç kendi
kendine sordun mu? Bunların birer ana kuzusu olduğunu, evlerinin barklarının
olduğunu zamanında düşünür müsün? İnsanlık öyle bir duruma gelmiş ki artık,
kimse kimsenin elinden tutmuyor. Muhtaç olana el uzatan ara ki bulasın. Bu
devir işte böyle acımasız bir devir."
Kasabanın her yanını kaplayan o
seher yeli gibi renksizlik âleminde, sözcüklerinde mavilerin, kırmızıların,
morların anlam kazandığı bu yaşlı çınarın söyledikleri düşündürücüydü.
Çok güzel yazmışsınız hocam. Mehmet amcanın söylediklerine sonuna kadar katılıyorum. Maalesef! Köyde yaşıyor olmasına rağmen şehir insanı hakkında ne doğru tespitler yapmış.Her geçen gün bozuluyoruz maalesef. Değer denen şey kalmadı. Ne insana ne hayvanlara değer veren kalmadı. Tek kelimeyle vahşi kapitalizm bu. İnanın sadece çocuğum için üzülür oldum artık. Doğru, düzgün, insani değerlere bağlı yetiştirmeye çalışıyorum, fakat yaşadığı çevre ve toplumu düşündükçe... Bilmiyorum inanın.
YanıtlaSilSayı ve sevgilerimle hocam. Esenlikler dilerim.
Çocuklarımızın geleceğini endişe ederek düşünmek, içinde bulunduğumuz toplumun değiştiğinin göstergesi zaten. Geçmiş değerlerin, anlayışın, yardımlaşmanın, saygının, hak hukuk işleyişinin, adalet anlayışının erozyona uğradığı gerçeğini ne yazık ki çocuklarımız yaşamakta, yaşayacak. Sağlam karakter ile yetişmesinde hiç kuşkusuz, yetiştiği çevrenin, arkadaş gruplarının etkisi yanı sıra, dünya genelinde yaşanan olumsuzluklar da etkili olacaktır. Bir baba, bir anne çocuğunun geleceğinde endişe duyuyorsa yetişme ve gelecek bakımından durup düşünmek lazım. Sizden farklı düşünmüyorum bende. Haklısınız her cümlenizde. Saygı ve selamlarımla. Teşekkür ediyorum. Facabook sayfam da da yayınladım bunu. Beğenen sayısı oldukça kabarık. Lakin sayfaya girip okuyan sayısı ne yazık ki yetersiz. Bu demektir ki okumaktan çok uzağız henüz Nurten hanım. Okumayan, irdelemeyen bir toplumdan ne beklenir ki?
SilYitirdiğimiz değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi Mehmet Amca'nın dilinden ne güzel anlatmışsınız. Yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilOkuduğunuz ve yorumladığınız için çok teşekkür ediyorum. Sayfanızı ziyarte ettim. Toplumsal sıkıntılara değinmeniz ne kadar güzel. Sağlıkla kalın. saygılar.
SilSayfanıza katılmak istedim. lakin sayfaya katılma yeri olmadığı için yapamadım bunu.
Sil"Bu devir işte böyle acımasız devir..." Mehmet Amcanın her sözüne katılmamak mümkün değil. Artık günümüzde insanları tanımak anlamak mümkün değil. Hüseyin Hocam kaleminiz daim olsun. Yüreğinize sağlık. İyi ki hikayenizi paylaştınız. Okumayı özlemişiz. Selam ve saygılar. Sağlık ve esenlikler..
YanıtlaSilTeşekkür ederim Hanife hanım. Günümüzde ne yazık ki geçmişin özverisini ve komşuluğunu bulmak zor artık. Bilirsiniz apartman duvarları arasında ki yaşamı. Nerede komşuluk olacak ki. Komşuluk yok mu? Var elbette. Ha nerede derseniz, dokusu bozulmamış, beton yığınlarına yenik düşmemiş yerleşimlerde, mahallelerde. Konu başlı başına tartışmaya açık bir konu. Son yazınızı okudum daha önce. Bana yeni bir öykü dokusuymuş gibi geldi. Sizinde kaleminize sağlık. Saygılar.
SilNe varsa yine Anadolu da var, AnaDolu insani herzaman Naif kalabilmeyi becerebilmistir. Ama, büyüksehirin carkina ayak uydurmakta zor.....
YanıtlaSilBugün TR. Tv. kanallarinda haberlerde duydum, Türkiye yolsuzluklarin cokca yapildigi ülkeler siralamasinda ilklerdenmis yine....Yazik, hem de cok yazik...
Kaleminize emeginize saglik Hüseyin Bey...
Bu aralar benim sayfaminda izleyici putonu gözükmüyormus, sorun gösteriyormus.
sanirsam Bloggerle ilgili bir sorun...
İlk cümlenize katılmamak olanaksız. "Ne varsa yine Anadolu da var, AnaDolu insani herzaman Naif kalabilmeyi becerebilmistir. Ama, büyüksehirin carkina ayak uydurmakta zor....." İşin özü de bu cümlede saklı zaten. Saygılar Yıldız kardeşim. Blogger ile ilgili sorununuzun bir an evvel giderilmesi dileği ile.
SilYazınızdan burnuma köy kokusu geldi..Ve sanki Anadolu insanının yaşam gerçeğini anlatan ağır bir roman gibi hissteim kendimi onların karşısında..sanmıyorsam sizin yaşadığınız çevrenizi anlatımı yapmışsınız..çok güzel bir anlatım olmuş..elinize sağlık..
YanıtlaSil