"Anasından
kalan, mezar kadar karanlık ölüm kadar soğuk, olan tek odalı evinde hayata
tutunma hayatta kalma mücadelesi veriyordu Zeynep... Anasının ölümünden sonra
komşulara ekmek yaparak, evlenecek kızlara işlengi işleyerek geçimini
sağlıyordu. Gündüz zamanının büyük bir bölümünü dışarıda insanların arasında
geçirdiği için rahattı. Akşam olduğunda sessiz soğuk ve karanlık evinde
keşkeleriyle, yüreciğini yakan evlat hasreti, özlemi, anıları, belki de hiçbir
zaman gerçekleşemeyeceğini bildiği hayalleri ile sabaha kadar boğuşarak
geçiriyordu zamanını."
"Düş
Batımı" adlı romanında böyle diyor yazar Hanife
Mert. Zeyneb'in yaşadığı açmazları, acıyı anlatırken. Feodal çarkın kırılmadığı dahası kırılmasının
çok zor olduğu bir hayatın ne denli acımasız olabileceğini de. Çaresizliğin acı
yüzünü de. Birbirini yeterince tanımadan yapılan evlilikleri ve çocuk gelinler
sorununu akıllara getiriyor.
Romanın ilerleyen sayfalarında yaşanan aile dramı
yürekleri burkuyor. Yazar kolay okunabilir, sürükleyici ve akıcı bir dil ile
anlatmış Hasan'ın, Zeyneb'in, Elif'in dramını. Coşkularını, hüzünlerini,
beklentilerini, özlemlerini, hayallerini. Çoktandır özlediğimiz Anadolu
insanının kullandığı ve anlaşılması kolay olan bir anlatımla okuyucularının
karşısına çıkıyor.
Aslında anlatılanlar bir bakıma çatlayan duvarları,
farkında olmadan çürüyen asırlık çınarları, yüz yıllardır bilinen ilişkilerde
ki çatlakları bir kez daha sorgulamamıza vesile oluyor.
Hasan'ın gökyüzünde küme küme özgürce uçan kuşlara
bakıp "ben de sizin kadar özgür olmak istiyorum artık, diye nara
attı." cümlesinin altında yatan boş vermişliği, özlemi,
vurdumduymazlığı, çocuğuna sahip çıkmayı gerçekleştirememeyi düşündürüyor. Bir
babanın sorumsuzluğunun nelere mal olacağını da. Bu bağırışta karşımıza çıkan
bir korkudan da söz edebiliriz. Oğlunun ölümü ile suçladığı Zeynebin küçük
Savaş ile içinde bulunduğu sıkıntılı durumu görmezden gelmesi, henüz bir yaşına
gelmemiş küçük Savaş'ı çaresiz anası ile bir sığıntı gibi bir başkasının evinde
yaşamaya mecbur kalmasını görmezden gelmesinin verdiği sorumsuzluğu görmemize
neden oluyor.
Bu bağlamda okuyucuya yaşamın zorlukları, sıkıntıları
hakkında gerçekleri verirken, bir yandan da aile bireylerinin birbirini
suçlaması ve çözüm yolu aramamasının ne denli acılara neden olabileceğini de
veriyor. Zihinlere bir çivi gibi çakıyor.
Yazar, "içten içe olan" ve göremediğimiz,
görmek istemediğimiz bir şeylerin üstlerindeki kalın örtünün sıyrılıp görünür
olmasını da sağlıyor. Görünür kılınsa da derindeki örtünün üzerindeki ağır ve
kalın örtüyü bir ucundan ancak aralıyor. Yaşanılanların bir kader olarak algılanmasına
neden oluyor.
Günlük hayattaki özlemleri, aşkları, hayalleri bir
koza gibi örüyor satır aralarında. Olumsuzlukların insanları nasıl bunalıma,
anlamsızlığa götürdüğünü okuyucunun yüzüne çarpıyor.
Yazar, yapıtını okuyucu ile baş başa bırakıyor.
Okuyucu bu bağlamda kendisine pek de yabancı olmayan, zaman içinde çevresinde
duyduğu, şahit olduğu olayları bire bir satır aralarında sezinliyor. Kendini ve
çevresini sorguluyor. Olması gereken ile olmaması gerekeni zihninde
şekillendiriyor.
Her yıl yüzlerce kitabın yazıldığı, lakin çok azının
okuyucu ile buluşma şansı bulduğu bir yazın dünyasında "Düş Batımı"
kendisini fark ettiriyor. Okunabilir kılıyor. Okuyucuya yabancı olmayan bir
yaşam öyküsü ile karşımıza çıkıyor.
"İnsan
bazen kaçmak ister. Kendinden kaçmak. Hatta kendinden kaçıp gölgesinde
gizlenmek ister..." Romanın kısa ve net
özeti olsa gerek.
Şubat 2015 de
"Gece Kitaplığı"nda çıkan romanda anlatılan olaylar da bir babanın ve kızı ile boşandığı kocasını
uzaktan da olsa seven bir yüreğin acı son ile karşılaşması okuyucunun
gözlerinin nemlenmesine neden oluyor.
Yazar Hanife Mert uzun süredir görmek isteyip de
göremediklerimizi bize gösteriyor. Kendimizi ve çevremizi sorgulamamızı
sağlıyor.
"Düş Batımı" yazarın ilk romanı. Sonraki
öykü ve romanlarında okuyucuyu işleyeceği konularla düşündürmeye devam edeceği
kesin.
Edebiyat dünyamıza
kazandırdığı eserin yanı sıra edebiyat dünyası da bir yazar kazanmıştır.
Verilen bir emeğin, mücadelenin sonucunu görmek ortaya konan bir eserin okuyucuya vermeye çalışılan mesajın alındığını görmek sanırım yazan için en büyük mutluluk kaynağı... Hüseyin Hocam sizin de çok değerli yorumunuzda ifade ettiğiniz gibi, güzel Anadolu insanımızın saf ve temiz yürekli oluşunun ötesinde bazı kalıplaşmış tabu haline getirdikleri kimi yerde töre kimi yerde adet anane haline gelen değerler aile dediğimiz toplumumuzun en küçük birimi olan aynı zamanda toplumun temeli dediğimiz olguyu oluşturan eşler ve çocuklar üzerinde yıpratıcı etkisi, buna dönemin sosyo- ekonomik durumu ve bu bağlamda yaşanan çözülmeleri anlatmaya çalıştım. Ayrıca sizin gibi usta bir kalemden doyurucu yorum da esere ayrı bir güzellik ve özellik katıyor. Çok teşekkür ediyorum. Paha biçilmez yorumunuzla katkınız için. Yüreğinize sağlıklar diliyorum. Selam ve saygılar diyorum.
YanıtlaSilYazdıklarınız kitabınızın ne denli önemli olduğunun göstergesidir. Gerçekten son yıllarda okuduğum kitaplardan çok farklı bir konu ve anlaşılır yalın bir dil ile yazılmış. Kitabınızın özellikle son iki bölümünü okurken adeta "nefesimi" tuttum satırlar akarken, sayfalar çevrilirken. İyi bir tanıtım ile kitabınızın raflarda aranan bir kitap olacağı düşüncesindeyim. Çok güzel ve okuyana çok şeyler anlatan, aklını başına getiren, bir kez daha düşünmesini sağlayan bir roman olacağı kanısındayım.
SilSaygı ve selamlarımla.
Bir blog arkadaşımızın kitabının çıkmış olması ne güzel. Kitap yazmak bir emek ve sabır süreci. Tebrikler.
YanıtlaSilHanife Mert'i birkaç yorumundan tanıyorum. Akıcı bir dille, düzgün ifadelerle yazılmış uzun yorumlardı. Romanın adı da ne güzel seçilmiş.Dilerim okuyucusuna ulaşır.
Makbule Hanım, ilgili kitabı mutlaka edinmelisiniz.
SilOkumaya başlayınca elinizde bırakamazsınız son sayfaya gelene kadar.
Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
Selam ve saygılarımla.