Bir diğeri, "İnsan yaşamında en büyük yıkımlardan biri de sevdiklerinden
uzak kalmaktır. Uzak kalmak bir bakıma insanın kolunun kanadının kırılması,
hücrelerinin isyan etmesi, ailelerin parçalanmasıdır. Kırgınlıkların yaşanması,
yaşananların anlatılamaması kimi zaman üstesinden gelinememesidir. Şunu da
unutmamak gerekir ki, yerini yurdunu bırakıp uzak diyarlara gitmek zorunda
kalanların sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çoktur. Gidenlerin kimisi
acınacak haldedir. Çok çalışması, az harcaması, geride bıraktıklarına para
göndermesi gerekmektedir. İki ayrı evin geçimi artık gurbete gidenin
omuzlarındadır. Biri geride bırakılan diğeri gurbette yaratılan. Omuzlanan
yükün hafiflemesi için omuz omuza verilmesi, çalışacağı bir işinin olması,
bilinçli olunması, başarma ve var olma inancının güçlü olması lazım. İşte o
zaman dağın zirvesine doğru yükselen zorlukların üstesinden gelinebilir",
diyordu.
Bir diğeri, "benimde bir çift sözüm var" diye atıldı.
"Zamanında ben
de baba ocağını terke dip gurbetin yol çizgilerini, sıkıntılarını,
çaresizliğini mesken tuttum. Gurbete gitmeyi, para kazanıp rahat bir yaşam
sürmeyi düşledim. Lakin, kazın ayağı düşünülen gibi değilmiş. Ben bunu
öğrendim."
Masadakiler, adamın söylediklerine
odaklanmıştı. Herkes susmuş onu dinliyordu.
"Gurbete
gittiğimin altıncı günüydü. İkinci sınıf bir otel odasında kalıyordum. Kalıcı
bir iş bulmak için çabalarken bir yandan da günübirlik bulduğum işlerde
çalıştım. O gün yine iş bulmak için dışarı çıkmıştım. Hava kara bulutlarla kaplıydı. Yağmur yağdım yağacağım derken, ben
kapı kapı dolanıp iş aramaya devam ediyordum. Öğleden sonraydı, birden gök
gürüldemeye, yer gök çatırdamaya başladı. Şiddetli bir yağmura tutuldum.
Etrafta kimsecikler kalmamıştı. Ben de bir apartmanın kuytusuna sığındım.
Ayağımdaki yıpranmış ayakkabılarım su almaya başladı. Rüzgarda şiddetini
artırmış, yüzüme kamçı gibi vuruyordu."
Dinleyenler heyecanlanış, içlerinden
biri "sonra ne oldu " diye
sormuştu.
"Yağmur bir saat
kadar sürdü. Sonra yavaş yavaş etraf tekrar dinginliğine kavuştu. Hem yorulmuş
hem de acıkmıştım. Daha fazla
dayanamayıp kendimi salaş bir lokantaya attım. Kuru fasulye pilavla karnımı
doyurduktan sonra, otelin yolunu tuttum. Akşamda yaklaşmıştı. Artık etrafta
dolaşmaya gerek yoktu. Yarın devam eder bir iş ararım , olmadı inşaatlarda iş
bulup çalışırım diye düşündüm. Otele gelince, otel sahibi birikmiş otel borcunu
istedi. Cebimde otelin borcunu verecek kadar para yoktu. Dedim, yarın iş bulur
çalışırım, borcumu öderim. Otel sahibi, 'seninle mi uğraşacağım, borcunu
vermezsen burada kalamazsın' diye tutturdu.
Çaresiz, cebimde kalan son bir kaç kuruşu da otel sahibine verip, kalan borcumu da ödeyeceğim dedikten
sonra otelden ayrıldım.
Gecenin bir saati.
Kalacak yer yok. Gündüz yağan yağmurun etkisiyle hava oldukça sert. Üç beş
parça eşyamın olduğu valizim yanıma alıp sokaklarda yürümeye başladım"
Dinleyenlerden biri heyecanla "sonra ne yaptın?", diye
atıldı.
"Sokaklarda
serseri mayın gibi çaresizce yürürken inşaat halindeki bir bina gözüme çarptı.
Kendimi inşaat halindeki binaya attım. Hah işte dedim kendi kendime, burada
kalabilirim. Sabah olunca da belki bu inşaatta iş bulup çalışırım. O gece
soğukta titreye titreye sabahı zor ettim. Uykusuz ve yorgundum. Baba ocağında
bir gün dahi bu çektiğim sıkıntıyı çekmemiştim."
"Bahse girerim
ki sen o inşaatta o gün iş bulup çalıştın. Hatta sonraki günlerde de. Gurbette
kaldığın sürece kendine kalabileceğin bir göz ev kiralayamadın. Hep ikinci ve
üçüncü sınıf otellerde kaldın, yarı aç yarı tok günler geçirdin, karın tokluğuna
çalıştın, baba ocağının sıcaklığını arar oldun, sonuçta kararını verdin, sılaya
geri dönüyorsun",
diye söylendi dinleyenlerden biri.
"Doğru
dersin"
dedi.
"İnşaat işi
bitince başka işlerde de çalıştım, iş buldum çalıştım bulamadım kahvelerde gün
doldurdum. Yaşadıklarımda şunu anladım ki, gurbete değil baba ocağına dört elle
sarılmak varmış. Şimdi tekrar baba ocağının alıştığımız ancak kıymetini
bilemediğimiz kusursuzluğuna geri dönüyorum."
Parasızlık, işsizlik, çaresizlik onu
güçsüz kılmış, gurbete çıkarken zihninde barındırdığı sevinci sönmüş, terk
ettiği sılasına dönüşünü hızlandırmıştı. Baba ocağına başkaldırının sonucunda,
böylece, göz kamaştırıcı yaşam hayali toplumsal katmanlar arasında eriyip
gitmişti.
Merhabalar.
YanıtlaSilGurbetten başka bir çaresi olmayan insanlarımız ile baba ocağına başkaldırı sonucunda gurbete giden insanlarımızın karşılaştıkları ortak sorunlarını dile getiren güzel bir paylaşımdı. Kaleminize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Bey;
SilBu ve benzeri o kadar çok insan var ki... Hangi birini yazacaksın....Toprağında aldığı geliri kaybedenlerin umdu da ne yazık ki gurbetin yolu oluyor...
Selamlar ,saygılar.
İnsan ne yaşta olursa olsun babasının yanı gibi var mı? Keşke rahmetli babam hayatta olsaydı dedim yazınızı okurken. Elinize sağlık....
YanıtlaSilBabanıza Allah'tan rahmet diliyorum.
SilElbette babanın ve ananın yeri doldurulamaz.
Lakin, çare yok.
Bir gün herkes göçüp gidecektir.
Önemli olan o babanın bıraktığı yoldan devam etmesini bilmektir.
Baba ocağı dururken, başka diyarlarda perişanlık çekmek de doğru değil.
İnsan kendi işine dört elle sarılmalı.
Kalıcı bir işi olmayanın akıbeti de çaresizlik olur.
Selam ve saygılar.