İstanbul'un kalbi sayılan tarihi yarımadaya gitmek
için, bulunduğum yerden birbirine alternatif ulaşım araçları var. Yaz ve kış en
çok raylı sistem tercih ediliyor. Günün
her saatinde vagonlar tıka basa insan dolu.
Gölgeler uzayıp da kaybolduktan sonra, geri
dönüşler başlar günün ilk ışıkları ile başlayan yolculukta.
Genelde başımı cama dayayıp etrafı seyrederim. Onbinlerce
insanın varoşlardaki evlerini terk edip boğaza doğru yaptıkları yolculuğu,
Eminönü'nde oturup balık ekmek ya da çay simit yemelerini, Galata Köprüsünde
balık tutmaya çalışanları, müşteri çekmek için bağıran çığırtkanları,
Ayasofya'yı, Sultan Ahmet'i, sonrasında Taksim'i, İstiklâl caddesinin devasa
kalabalığını, sokak satıcılarını, caddelerde bitip tükenmeyen araç trafiğini,
akşamları ışıklarla bezenmiş gökdelenleri, yanıp sönen renkli neon ışıklarını,
ekmek parası peşinde koşan telaşlı insanları düşlerim.
Boğazın kıyısındaysan eğer, kara nerede biter
deniz nerede başlar, düşünür durursun. Deniz mi karanın içine girmiş, yoksa
kara mı burnunu denize uzatmış belli değil. Hem kara hem deniz, insanlarla oyun
oynar kıyılarda. Dalgalar hep başlangıçtaymış gibi vurur kıyılara, yontar,
orasını burasını düzeltir yontusunun.
...
İstanbul; görünenler arasında aslında bir
yarıştır. Şehrin içine dağılmış imgeler, binalar, bedenler, yüzler, yürüyüşler,
bakışlar birer yarıştır. Tıpkı gazete manşetlerinde olduğu gibi. Tıpkı sokak
tabelalarında olduğu gibi.
Ve işin aslı, yazanın aylarca, belki de yıllarca
kurgulayıp yazdığı kitapların şehrin üst geçitlerinde yere yayılıp alıcı
bulmaya çalışması gibi bir yarış.
...
Çoğu kez "küçük kapılar büyük salonlara
açılır". Bir ipe dizili tespih taneleri gibi yoğun bir kalabalığın
varlığı şaşırtır insanı. Akşam saatlerinde serinleyen havayla sokaklar daha da
kalabalıklaşır.
...
Şehrin kalabalığında etrafa dikkatlice
bakıldığında çoğu şeyin tuhaflaştığı görülür. İnsanlar oturup konuşup birbirini
dinleyeceğine, ben doğruyum, ben bilirim yaklaşımı ile birbirinden uzaklaşmakta; dolayısıyla yaptıklarının
başkalarına acı verip vermemesine bakma gereğini duymadan cümleleri art arda
sıralamakta bir sakınca görmemektedir.
Yaşananların duyarlı insanları etkilemesi isyan
ettirmesi içten bile değil. Duyarsızlıklar ne yazık ki toplumun geldiği
noktanın acı bir panoraması gibi.
Keyfimize
göre bir şeyi ya da tam tersini yapmak istememiz ve keyfimizin
muhtemelen idrakimizin sınırlarını zorlamasına rağmen yaptıklarımızı normal
karşılamamız da aymazlıkta ki son noktadır.
...
Şehrin dört bir yanına dağılmış toplu taşım
araçları insan davranışı ve profilinin bir sentezidir.
Herkesin elinde bir akıllı telefon, kendi
dünyalarına dalmışlar, her iki elin parmakları durmadan tuşlara basıyor.
Görünürde ne bir kitap var ne de bir dergi ve
gazete. Telefon ekranında akıp giden resimlere odaklanmış bir toplum ve ipe
sapa gelmez yorumlar.
Güzel anlatım.
YanıtlaSilTeşekkür ederim
SilMaalesef dünyanın en az kitap okuyan toplumlarındanmışız:( hele şu telefon alışkanlığını hiç anlamıyorum çünkü bende hiç yok. Bakkala filan giderken yanıma bile almıyordum şimdi alıyorum düşerim, bir şey olur, araba çarpar yanımda olsun diye...yoksa yine almayacağım...
YanıtlaSilTarih sahnesinde yurt arayan, göçebe bir topluluk olarak yola çıkan, kısa zamanda yaşadıkları coğrafyada etkili imparatorluklar ve devletler kuran, uzantıları günümüze gelen etkili, güzel, ölçülü uygarlıklar oluşturan; mirasçılarının Orta Asya bozkırlarında, İran'da, Afganistan'da, Çin'de, Rusya'da, Kazakistan'da, Suriye'de, Irak'ta, fakat asıl mirasçılarının kadim Anadolu topraklarını "ana" bilerek yaşadığı bu insanların günümüzde geldikleri nokta düşündürücü değil mi?
Sil