3 Ağustos 2019 Cumartesi

ŞEHRİN KALABALIĞINDA



İstanbul'un kalbi sayılan tarihi yarımadaya gitmek için, bulunduğum yerden birbirine alternatif ulaşım araçları var. Yaz ve kış en çok raylı sistem tercih ediliyor.  Günün her saatinde vagonlar tıka basa insan dolu.
Gölgeler uzayıp da kaybolduktan sonra, geri dönüşler başlar günün ilk ışıkları ile başlayan yolculukta.
Genelde başımı cama dayayıp etrafı seyrederim. Onbinlerce insanın varoşlardaki evlerini terk edip boğaza doğru yaptıkları yolculuğu, Eminönü'nde oturup balık ekmek ya da çay simit yemelerini, Galata Köprüsünde balık tutmaya çalışanları, müşteri çekmek için bağıran çığırtkanları, Ayasofya'yı, Sultan Ahmet'i, sonrasında Taksim'i, İstiklâl caddesinin devasa kalabalığını, sokak satıcılarını, caddelerde bitip tükenmeyen araç trafiğini, akşamları ışıklarla bezenmiş gökdelenleri, yanıp sönen renkli neon ışıklarını, ekmek parası peşinde koşan telaşlı insanları düşlerim.
Boğazın kıyısındaysan eğer, kara nerede biter deniz nerede başlar, düşünür durursun. Deniz mi karanın içine girmiş, yoksa kara mı burnunu denize uzatmış belli değil. Hem kara hem deniz, insanlarla oyun oynar kıyılarda. Dalgalar hep başlangıçtaymış gibi vurur kıyılara, yontar, orasını burasını düzeltir yontusunun.
...
İstanbul; görünenler arasında aslında bir yarıştır. Şehrin içine dağılmış imgeler, binalar, bedenler, yüzler, yürüyüşler, bakışlar birer yarıştır. Tıpkı gazete manşetlerinde olduğu gibi. Tıpkı sokak tabelalarında olduğu gibi.
Ve işin aslı, yazanın aylarca, belki de yıllarca kurgulayıp yazdığı kitapların şehrin üst geçitlerinde yere yayılıp alıcı bulmaya çalışması gibi bir yarış.
...
Çoğu kez "küçük kapılar büyük salonlara açılır". Bir ipe dizili tespih taneleri gibi yoğun bir kalabalığın varlığı şaşırtır insanı. Akşam saatlerinde serinleyen havayla sokaklar daha da kalabalıklaşır.
...
Şehrin kalabalığında etrafa dikkatlice bakıldığında çoğu şeyin tuhaflaştığı görülür. İnsanlar oturup konuşup birbirini dinleyeceğine, ben doğruyum, ben bilirim yaklaşımı ile  birbirinden uzaklaşmakta; dolayısıyla yaptıklarının başkalarına acı verip vermemesine bakma gereğini duymadan cümleleri art arda sıralamakta bir sakınca görmemektedir.
Yaşananların duyarlı insanları etkilemesi isyan ettirmesi içten bile değil. Duyarsızlıklar ne yazık ki toplumun geldiği noktanın acı bir panoraması gibi.
Keyfimize  göre bir şeyi ya da tam tersini yapmak istememiz ve keyfimizin muhtemelen idrakimizin sınırlarını zorlamasına rağmen yaptıklarımızı normal karşılamamız da aymazlıkta ki son noktadır.
...
Şehrin dört bir yanına dağılmış toplu taşım araçları insan davranışı ve profilinin bir sentezidir.
Herkesin elinde bir akıllı telefon, kendi dünyalarına dalmışlar, her iki elin parmakları durmadan tuşlara basıyor. 
Görünürde ne bir kitap var ne de bir dergi ve gazete. Telefon ekranında akıp giden resimlere odaklanmış bir toplum ve ipe sapa gelmez yorumlar.







4 yorum:

  1. Güzel anlatım.

    YanıtlaSil
  2. Maalesef dünyanın en az kitap okuyan toplumlarındanmışız:( hele şu telefon alışkanlığını hiç anlamıyorum çünkü bende hiç yok. Bakkala filan giderken yanıma bile almıyordum şimdi alıyorum düşerim, bir şey olur, araba çarpar yanımda olsun diye...yoksa yine almayacağım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tarih sahnesinde yurt arayan, göçebe bir topluluk olarak yola çıkan, kısa zamanda yaşadıkları coğrafyada etkili imparatorluklar ve devletler kuran, uzantıları günümüze gelen etkili, güzel, ölçülü uygarlıklar oluşturan; mirasçılarının Orta Asya bozkırlarında, İran'da, Afganistan'da, Çin'de, Rusya'da, Kazakistan'da, Suriye'de, Irak'ta, fakat asıl mirasçılarının kadim Anadolu topraklarını "ana" bilerek yaşadığı bu insanların günümüzde geldikleri nokta düşündürücü değil mi?

      Sil