Yeşil otları üstünde o düşsel toprağın kokusunu
duyumsayarak uzun yıllar köylerde, kasabalarda, şehirlerin varoşlarında
binlerce öğrenci yetiştirdim. Bu süreçte doğaldır ki birçok insanla tanışma
fırsatım oldu. İstenen ya da istenmeyen çeşitli anlaşmazlıklara tanık oldum,
yaşadım.
İnsan alıştığı, insanlarını tanıdığı bir yerden,
tanımadığı, bilmediği bir yere giderken her daim çekingen davranmış, tedirgin
olmuştur.
Kolay da değil bu.
Ev bulmak, taşınmak, okula ve çevreye alışmak hem zaman
hem de sabır isteyen bir durum olmuştur.
Taşınmak elzemdi, lakin alışmak; alıştığın, benimsediğin
yerden ayrılıp gitmek kolay olmuyordu.
Ayrılıp gitsen bile geride bıraktığın arkadaşları,
dostları, öğrencileri unutmak da kolay değildi elbette. Kimileri ile telefonla
da olsa konuşmak, hal hatır sormak; sağlık haberlerini almak, oğlunun kızının
başarısını duymak insanı her zaman mutlu eder.
Lakin öyle anlar, durumlar vardır ki uzaklarda olan bir
dostunun, arkadaşının yaşadığı bir acıyı duymak, haber almak insanı her daim
üzen, kahreden bir durumdur.
Eylül 1999’da Aydın Germencik’e tayinim çıktığında da
benzeri bir tedirginlik yaşamış; taşınmadan önce hem ev bakmak, hem de okulu
ziyaret etmek amacıyla eşim ve o zaman henüz daha küçük olan oğlum ve kızımla
kendi kullandığım arabayla Uşak’tan Aydın’a; oradan da Germencik’e gitmiştim.
Yola çıktığım gün 17 Ağustos Marmara depreminin olduğu
gündü. Arabanın radyosundan deprem nedeniyle bölgede yaşananları; yıkılan
binaları, yerle bir olan köy ve kasabaların haberlerini dinlerken; enkaz
altında kaldığını düşündüğüm yüzlerce insanın ve yakınlarının o an çektiği
acıları yüreğimde duyumsadım.
Depremin yarattığı moral bozukluğuyla yolumuzu tamamlamıştık.
17 Ağustos Perşembe günü okul müdürüyle görüşmek
amacıyla, önce okula uğramış; Germencikli olan müdürün sıcak ve güler yüzlü
karşılamasının verdiği cesaretle kiralayacağımız düzenli bir ev olup olmadığını
sordum.
Okul müdürü kendi oturduğu mahallede tanıdığı bir
komşusunun evinin kiralık olduğunu söyledi. Hep birlikte kalkıp eve bakmak için
mahalleye gittik. Kiralık dairenin bulunduğu ev üç katlı bir binaydı. En alt
katta Yaşar amca; orta katta da büyük oğlu oturuyordu. Kiralık olan üçüncü kat
ise en küçük oğluna aitti.
Yaşar amca güler yüzlüydü. Saygılı, konuşmasını bilen
biriydi. Konuşmasından yıllar önce ayaklarından geçirdiği bir rahatsızlık
nedeniyle pek fazla sokağa çıkmadığını anlamıştım. Evin sahibi olan en küçük
oğlunu seslemiş, gelince de eve bakmıştık. Yaşar amcanın saygılı yaklaşımı
sonucu ben ve eşim evi kiralamak için kararımızı vermiştik. Lakin biz taşınana
kadar evde yapılması gereken ufak tefek tamiratların yapılmasını söylemiş,
belli bir kaparo vermiş ve anlaşmıştık.
O gün Aydın ovasının yakıcı sıcağına daha fazla
dayanamamış; evi kiraladıktan sonra Uşak’ın serin havasına bir an evvel
kavuşmak için yola koyulmuştuk.
Gerek Aydın ve gerekse Germencik; Denizli-Aydın
arasındaki yerleşim birimleri; Büyük Menderes Ovasının devasa güzelliği;
etrafın yeşil tarlaları; ormanlarla ve zeytin ağaçlarıyla, incir ağaçlarıyla
kaplı dağları bizi adeta büyülemişti.
Yıllarca bozkırın çıplak arazilerine, susuz tarlalarına
alışmış olan gözlerimiz o gün bayram yapmıştı. Yeşil bir bayram.
Aradan geçen günler sonrasında Sivaslı Ağaçbeyli kasabasındaki
görevimi Manisalı bir öğretmen arkadaşa devredip; eşyaları da kasabadan
tanıdığım bir arkadaşın kamyonuna yüklemiş; biz de çoluk çocuk kendi arabamızla
Germencik’e doğru yola koyulmuştuk.
İkindi vakti ulaştığımız Germencik’te kamyondaki
eşyaların boşaltılması için lazım olan bir iki taşıyıcının bulunması için ev
sahibine telefon etmiştim. Hem de geldiğimizi bildirmek için. Gönderdiği bir
iki değil tam yedi taşıyıcıydı. Gelenlere kamyondaki eşyanın üçüncü kata
taşınması gerektiğini ve bu iş için talep edecekleri ücreti sordum.
İstedikleri miktarı duyunca önce inanamadım. Gerçek mi
şaka mı bu dedim. İstediğimiz paraya ancak taşırız deyince; geldikleri için
teşekkür edip; kamyoncu ve muavine dönüp ben de yardımcı olacağımı ve eşyayı
taşımaları teklifinde bulundum. Kabul ettiler ve birlikte eşyayı taşıdık. Gerçi
yorulmuştuk ama yaptığımıza değmişti. Çünkü istedikleri para miktarı eşyayı
Uşak’tan Germencik’e getiren kamyon parası kadardı. Maaşımın o tarihte 261
milyon olduğu düşünülürse istedikleri miktar tamı tamına 75 milyondu. Böylece
Germencik’te ilk dersimi almıştım.
Bu sokağa ilk gelişimdi. Sokak ve evler; pencereler,
kaldırımlar, araçlar ve yakıcı bir esinti. Dışarısı mı sıcak yoksa içerisi mi
diye düşündük ilk günlerde. Öylesine sıcak vardı.
Çarşıya oldukça yakındı bulunduğumuz sokak. Yüksek, yer
yer bozulmuş kaldırımıyla hafif yokuş bir sokak. Sokağın tam köşesinde sola
dönüldüğünde Germencik Lisesi ve Şehit Cafer İlköğretim Okulu; lisenin
karşısında hükümet binası ve yanında da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü binası
vardı. Sokak aralarında her biri elli-
yüz yaşında olan çam ağaçları sıra sıra diziliydi.
Okulların bulunduğu yerin anayola bakan tarafında el
arabasına yerleştirdiği; kendi elleriyle yaptığı o nefis turşuyu satan turşucu
ise gelen geçenlerin vazgeçemediği bir lezzeti tattırıyordu insanlara.
Sokağımızın az ilerisinde sağa dönüldüğünde genişçe bir
alan vardı. Gerçi şimdilerde o alana birkaç katlı betonarme apartman
yapıldığını duymuştum. İşte o zamanlar o boşluğun sol tarafında, iki katlı, düz
damlı, önünde geniş sayılabilecek bir bahçesi olan evde oturuyordu Kenan amca.
İki oğlundan büyük olanı yıllar sonra evlendirmiş, üst katı onlara vermişti.
Dünya tatlısı bir de torunu olmuştu. Diğer oğlu ve eşiyle birlikte kendisi de
alt katta oturuyor hala.
Ne zaman eşimle birlikte o tarafa gitsek mutlaka ak saçlı
Kenan amcayı; koca Reisi, sıcak bir gülümseyiş ve kocaman bir sevecenlikle
karşımızda bulurduk. Uzun yıllar kamyon şoförlüğü yaptıktan sonra Germencik’e
yerleşmişti. Küçük oğlu ile oğlum aynı sınıfta ilkokula başlamışlardı.
Tanışmamız bu vesileyle olmuştu. Her daim sorardı hocam nasılsın, bir isteğin,
eksiğin var mı diye. Sağ olsun, sorması bile benim için önemliydi. Çünkü
güvenebileceğim bir insan vardı artık.
Okuldan geldiğim zaman telefonu açar “hocam bu tarafa
gel” derdi. “Biliyorum, yorgunsun ama gel yorgunluk çayını birlikte içelim,
Emine ablan yeni demledi” derdi. Kenan amcayla zaman içinde baba oğul gibi
olmuştuk. Öylesine sevgi dolu yüreğine alışmıştım ki. Germencik’ten ayrılmak
çok zor oldu. Biliyordum ki geride kalan Koca Reis sohbet için beni arayacaktı.
Ankara’ya taşındıktan sonra uzun süre telefonla hal hatır
sorduk. Sohbet ettik, dertleştik. Halen de konuşuruz, dertleşiriz uzaklarda
olsak da.
Hey gidi Koca Reis. Ne vardı hastalanıp yatağa düşecek.
Yapılır mıydı bu şimdi karda kışta, soğukta ayazda. Daha seninle oturup rakı
içecek, sohbet edecektik. Olmadı be Koca Reis. Kendine dikkat et.
Ne güzel anlatmışsınız, yüreğinize sağlık. Görevimiz sırasınca biz de zaman zaman yaşadık. Değişimler "kan tazeleme" gibi gelir bana. Bazı dostlardan ayrılırsınız ama yeni dostlar da kazanırsınız. Hepsinin yeri ayrıdır. Koca Reis'i tanıştırdınız bize. Uzaklardan selamlarımızı iletiyoruz.
YanıtlaSilDoğru dersin Makbule hocam.
SilZorluklar her daim olmuştur.
Olmaya da devam edecektir.
Tüm zor şartlara rağmen,
Güzel vatanımın her karış toprağında yaptığım görev,
yetiştirdiğim öğrencilerle gurur duyuyorum.
Bu bağlamda,
çoğu vatan evladı ile tanıştık.
Çoğu vatan evladından görev yeri değişikliği nedeniyle ayrıldık.
Hüzün, çile, yoksunluk her zaman olmuştur.
Yaşayan tüm vatan evlatlarına selamlar.
Ebediyete gidenlere Allah'tan rahmet diliyorum.
Selamlar saygılar hocam.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilDevletin memuru olmak öyle kolay değil işte. "Adamı okuturlar, öğretmen yaparlar ve böyle köy köy süründürürler." Bu deyiş bizim oranındır. Hocam daha sizin görev yaptığınız zamanlar da işte böyle "Koca Reisler" vardı! Şimdi bulun bakalım, bulabilirseniz Koca Reisleri. Kaleminize ve yüreğinize sağlık ne güzel anlatmışsınız. Emin olun okurken, büyük bir keyifle ve zevk alarak okudum.
Hocam övünmek gibi olmasın, 1977-1989 yılları arası ben de bizim İmam-Hatip Lisesinin hem memuru, hem de Koca Reisi idim. Yazınızın sonunda Koca Reisin hasta olduğunu anladım. Eğer öyleyse, koca reise acil şifalar diliyorum.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Bey,
SilGörev kutsaldır.
Görev yaparken, muhtaca, yabancıya yardımcı olmak, yol göstermek ayrı bir insanlık örneğidir.
Siz de bir "koca reis" siniz elbette.
Ne mutlu size.
Siniz gibi değerli insanlara.
Teşekkürler, saygılar , selamlar.