Hazanla
birlikte yapraklar sararmaya, gazel olup dökülmeye başladı. Uzun süre yaşam
döngüsü tekmil canlıya şekil vermeye devam etti. Ağır aksak geçen günler
sonrasında havalar aniden soğudu. Soğuk ve ayaz başkentin semalarında
demoklesin kılıcı gibi salınmakta. Puslu havada insanlar her zamankinden
aceleci.
Parklar
karla kaplı, yollar buz, sokaklar çamur deryası. Araba egzozlarından çıkan
dumanlar, bacalardan çıkan kurumlar başkentin ufuklarında gezinmekte. Dışarı
çıkmak ne mümkün. Buğulu camlardan gamlı yürekler dışarıyı seyretmekte. İnce
kum gibi yağmakta olan kar, sokakları, caddeleri, çatıları beyaza bürüdü. Ağaç
dalları kuş seslerine hasret.
Sessizce
durduğu pencerenin önünde, dışarıyı iç sıkıntısı ile seyrederken yutkundu, acı
acı gülümsedi. İsteksizce, fersiz bir şekilde arkasını pencereye döndü. İrade
dışı atılan adımlarla odanın ortasına gelip durdu. Çaresizliğin hançerlediği
adam, buruk bir hissiyatla, sessiz sessiz ağlamaktaydı.
Düşünceler
yorgun zihnine kanlı bıçaklar gibi saplanıyor, tarifsiz acılar vererek açtığı
yaranın üzerine olanca gücü ile iniyordu.
Sakalları
intizamsız bir şekilde uzamış, yüzü her zamankinden solgun, alnında kabaran
damarlar yüzündeki sıkıntıya eşlik ediyordu. Beklenmedik bir şekilde aldığı acı
haber karşısında manen iflas etmişti. Hayat ne acımasız diye düşündü. Felek ne
kadar kahpe, ne kadar zalim.
Umutsuz
yaşanır mı hiç diye düşündü uzun uzun. Umut her daim yüreklerde olmalı dedi
belli belirsiz duyulur duyulmaz bir sesle. Bir çiçek gibi bir sevda gibi açmalı
umut, gözyaşları ile sulanmalı, gözyaşlarında hem acı vardır hem umut dedi
yorgun bakışlarla.
Canından
çok sevdiğinin yanında olmaması, göçüp gitmesi dünyadan umutları yok eder kimi
zaman. Yüreğiniz katılır, ağlamak istersiniz ağlayamazsınız. Konuşmak
istersiniz konuşamazsınız. Bakarsınız etrafınıza, görürsünüz lakin içinizdeki
fırtınayı gösteremezsiniz. Belki bir yararı olmayacağını düşündüğünüz için,
belki daha fazla acı çekmemek için, belki de anlamayacaklarına, iletişim
kuramayacağınıza inandığınız için.
Geçmişi
düşündü uzun uzun. Gün tükenmez oldu, bütün sinirleri gerilim içindeydi.
Düşünceler tarifsiz acılar vererek açtığı yaranın üstüne olanca gücü ile
inerken odanın ortasında ayrıldı. Kapıya yöneldi, merdivenleri indi, sokak buz
dışarısı ayazdı. Aldırmadı yürüdü yürüdü… Aradan geçen zaman asırlar kadar uzun
bir zamandı. Akşam iş dönüşü kalabalığı ile eve döndü.
Yaşam
döngüsünü kim durdurabilmiş ki diye düşündü. Gideni, geçen zamanı bir an bile
geri getirmek olası mı?
Asırlardır
sezdirmeden tekmil yaşamdan bir şeyler alıp götürmedi mi zaman?
Beklentilerimiz,
hayallerimiz, gülüşlerimiz zaman içinde yok olmadı mı?
Bizlere
kalan sadece onurlu bir bakış, dürüst bir yaşam, acıya isyan değil midir?
Lakin
son demde gerçekçi olmak lazım geldiği belleklerimizde yerini almalı değil mi?
Anılarımız ve gelecek umutlarımız olmasa, geriye ne kalırdı ki?
Anılarımızı
unutmadan, umutlarımızı kaybetmeden yaşam oyununu bozmaya yeltenmeden
direnmeliyiz artık.
Yaşam
budur işte. Yaşam gerçeğini görmeliyiz ve en önemlisi zaman gerçeğini
görmeliyiz. Unutmamak gerekir ki herkes evreni sığdıramaz yüreğine, herkes daha
büyük yağmurlar içinde var olamaz. Kocaman bir yüreği, kocaman bir yaşamı
yüreğinin süzgecinden geçiremez.
Ve
çekip gitti yaşamdan, kayıverdi ansızın sonsuzluğa.
Hiç
yorgunum demedi, hiç hastayım demedi, hiç yüzündeki gülümsemesini kaybetmedi,
hiç kimseyi üzmedi bildiğim.
Yaşam
ona çok şey öğretmişti. Acıyı da mutluluğu da görmüştü ahir ömründe.
Kol
kanat germişti çocuklarına. İlkokulu üçe kadar okumuştu. Çocuklarını okutmuştu
yıllarca, cahil kalmasınlar istemişti.
Çocukları
ah çocukları.
Hasta
yatağında solgun yüzünü görünce hüngür hüngür ağlayan çocukları. Onun her şeyi
idi onlar. O yine ağlamayın diyebilmişti hasta yatağında.
Her
gidiş zamansız derler ya. Onun gidişi yaşlı da olsa zamansızdı. Kabullenmek zor
olacak hem de çok zor.
Hazin
bir tören oldu Karşıyaka mezarlığında. Kalabalıktı mezarlık. Komşuları,
akrabaları, çocuklarının iş arkadaşları yerlerini almışlardı sessizce. Soğuk
aman vermiyordu. Eşi omzuna aldığı şalın varlığına rağmen üşüyordu, üşüdüğünün
farkında bile değildi, kızarmış gözlerinde gözyaşları durmak bilmiyordu.
Çocukları,
torunları orada idi. Uzaklarda olan akrabaları ve torunları gelmişlerdi
mezarına bir avuç toprak atmak için. Ataya son görevi yapmak için.
Büyük
oğlu kimseyi indirmedi kabrin içine. Ortanca ile yüklendiler. Bize düşer dedi
onu kabre indirmek. Kalabalık bir yas, bozulmayan bir sükûnet yeriydi. Herkes
duygulu bakışlarla bakıyordu olan bitenlere. Kıbleye çevirdi. Başındaki düğümü
çözdü elleriyle büyük oğlu.
Arada
bir ses çınladı. “Ahiret yolculuğudur oğul” diyordu yanındakine. Devam etti
duyulur duyulmaz bir sesle:
“Sen
hiç baba oldun mu oğul?
Çocuklarına
kol kanat gerdin mi hiç?
Onları
küçük yaşta kan uykusundan uyandırmaya kıyabildin mi?
Bir
babanın gülümseyen bakışlarına hiç şahit oldun mu?
Hiç
çaresizlik gözyaşı döktün mü oğul?”
Mekânın
cennet olsun babacığım. Nurlar içinde uyu ebedi uykunda. Unutma ki seni
özleyenler peşinde gelecekler bir gün yanına…
***
9 yıl
oldu ebediyete göç edeli.
Ölüm
yıldönümünde saygı ve özlemle anıyorum...
Işıklar
içinde uyu.
Vefatının 9.yıldönümünde Ruhu şad olsun
YanıtlaSilAllah razı olsun.
Sil