Bayramın
ikinci günüydü. Daha önceden İzmir’den gelecek olan halakızı ile eşi Nevzat’ın
geldiklerini telefonla öğrendikten sonra bulundukları adresi alıp eşimle
birlikte yola koyulduk. Nevzat Ramazan bayramı sonrasında çatıda anten direğini
düzeltirken apartman boşluğuna düşüp ölen kardeşinin mevlidi nedeniyle
İstanbul’daydı. Görüşmeyeli sanırım yedi sekiz yıl olmuştu. En son Aydın’a
geldiklerinde görüşmüştük.
Nevzat
cana yakın, hoşgörülü yanı ağır basan bir insan. Yanlarına gittiğimizde mevlit
çoktan bitmiş, mevlide katılanlar apartmanın önünde dağılmaya başlamışlardı.
Apartmanın önüne gidince adeta şoke oldum. Çünkü çocukluğumun birlikte geçtiği
arkadaşlarımın bir kısmı da oradaydı. Duygusal anlar yaşandı.
Diğer
bir halamın oğlu Metin’in hasta olduğunu söyledi Nevzat ve halamın kızı.
Nevzat’ın arabası ile Metin’in Güngören’deki evine gittik. Ziyarette Almanya’da
yaşayan Dursun amcamda vardı. Pek sık görüşmediğim, dahası yıllarca
görüşmediğim.
Metin,
İstanbul Güngören’in dar sokaklarında birbirine adeta yapışık olan
apartmanlardan birinin ikinci katındaki evinde oturuyordu. Öğretmen olan
kardeşi de bizimle birlikte gelmişti. Metin, hastalığının verdiği çaresizlikle
konuşuyordu. Onu öyle hasta ve çaresiz görünce içim burkuldu. Ağlamamak için
kendimi sıktıkça sıktım. Acımı içime akıttım. Metin’in yanında ona daha da acı
verecek duygusal anlar yaşatmamak için kendimi tuttum.
Dağ gibi adamı hastalık
kısa zamanda esir almış, adeta eritmişti. Metin’in ellerini avuçlarımın içine
aldım bir süre. Havanın soğuk olmamasına rağmen o eller adeta buz kesiyordu.
Metin’e “üşüyorsun” dedim. Gözlerinin fersiz bakışlarıyla ağır ağır
cevap verdi. “Evet, üşüyorum. Bugün aslında çok iyiyim. Bazen üşüme titremeye
dönüşüyor” dedi. Bir kez daha çaresizliğin acımasız yüzüne şahit oldum.
Ne zormuş hasta birinin
yanında ağlayamamak, gülememek, doyasıya konuşup hasret giderememek. Bunu bir
kez daha anladım.
Metin’in yanında
ayrıldıktan sonra Nevzat beni ve eşimi eve bıraktı. Akşam İzmir’e doğru yola
çıkacaklarını söyledi. Fazla zamanının olmadığını söyleyince de eve gidelim
ısrarımı bırakmak zorunda kaldım. Lakin hem oğlumu hem de kızımı görmek
istediğini söyleyen halakızını kırmayıp çocuklar aşağıya indiler. Sonrasında
homurdanan motor sesi alıp onları götürdü. Arkalarında el sallayıp
bakakalmıştık.
Yoğun hüzün ve
hasretlik duygularının bedenimi saran sıcaklığı henüz geçmemişken; saygı
duyduğum bir arkadaş moralimin iyice bozulmasına neden oldu.
“Artık yeter”
hocam diyordu. “İnan bıktırdılar beni. Akrabanın böylesi olmaz olsun. Dedikodunun,
insanları birbirine düşürmenin, birinin arkasında konuşmanın böylesi ne
görülmüş ne de duyulmuş şey” diye isyan ediyordu.
“Sakin ol. Neler oluyor anlat bir
hele” dedim.
“Nesini anlatıyım ki hocam”
dedi. “Babam vefat ettikten sonra annem evlerinde yalnız yaşamaya devam etti.
Kardeşlerimin ve benim tüm ısrarlarımıza rağmen yanımıza gelmek istemedi. ‘Ben
böyle rahatım. Evimde istediğim zaman yatıyor, istediğim zaman kalkıyorum’,
sizlerin yanında rahat edemem.”
“İyi de bunda üzülecek ne var ki?”
“Mesele bildiğin gibi değil hocam.
Annem arada sırada yanımıza geliyordu. Israrlarımıza dayanamayıp iki üç gün
yanımızda kalıyordu. Tek başına sıkılmasın diye sıklıkla ya yanına gidiyor ya
da telefonla konuşuyorduk zaten. Onun yalnız kalması aslında bizleri üzüyordu.
Lakin yapacak şeyimizde yoktu. Yanımızda kaldığı sürede sıklıkla mızmızlanıyor,
yapılan işlere gereksiz yere karışıyor, sorun çıkarmanın ve bir an önce evine
gitmenin yollarını arıyordu.”
“Sonra?”
“Bayram günü annemi arayıp
bayramını kutladım. İşlerim nedeniyle uzakta olduğum için yanına gidememiştim.
Kendisiyle konuşup hal hatır sormak, dertleşmek istedim. Telefon açıp hatırımı
sormadı demesin diye epeyce konuştum. Bir ara konuşmanın bir yerinde bacısının
kızının aradığını söyledi. Bende ne güzel işte bak arayan soranın çok diye
güldüm. ‘Bacımın kızı benim yalnız kalmamın nedenini sordu’ dedi bana. Sen ne
cevap verdin deyince ‘ne cevap vereceğim beni çocuklarım istemiyor dedim’
dedi. Bacısının kızı da ayıp ayıp niye
seni yalnız bırakıyorlar diye annemi iyice doldurmuş.”
Arkadaşı “hata
üstüne hata desene diye” teskin etmeye çalıştım. Lakin o barut
fıçısıydı bir kere. Tüm ısrarlarıma rağmen siniri bir türlü geçmiyordu.
“Teyzemin kızını aradım “
dedi bana.
“Neden aradın peki?”
“Yaptıklarının doğru olmadığını,
yanlış bilgilerle hareket ettiğini söylemek için”
dedi.
“Ne dedin peki ona?”
“Bayram nedeniyle annemi aramışsın
sağ ol. Lakin yalnız yaşaması konusunda kimsenin suçu yok. Meseleyi tam olarak
bilmiyorsun. Bir kere annem hangi çocuğunun yanına gitse sorun çıkarıyor. Azami
üç gün. Sonrası malum. Evinde oturması daha doğru bu durumda. ‘Sana gelince bu
yaştan sonra bilip bilmeden kimsenin işine karışma’. Yaşının gereğini yapıp
büyüklük yapsa, herhalde kimse yalnız kalmasına razı olmaz. O evinde rahat.
Bildiğim kadarıyla abim ve diğer kardeşlerim ilgileniyorlar. İhtiyaçlarını
gideriyorlar, telefonla sık sık arıyorlar. Ben de her gün telefonla arıyorum…
Senin işin iç yüzünü bilip bilmeden ‘ayıp değil mi seni neden yalnız
bırakıyorlar’ deyip hem annemi doldurman hem de çocuklarını zan altında
bırakman doğru değil. Hiç kimse anasını tek başına bırakmaz. Nedenini
sorgulaman lazım. Acaba çocuklarının yanında neden durmuyor diye. Neyse sen
Almanya’da yaşıyorsun. Burada insanları birbirine düşürmeye kalkma. Bir gün
olur söylediklerinden utanır, pişman olursun. İnsan sorunun nedenini bilip
bilmeden kimseye laf etmemeli değil mi? Annen yıllar önce ‘kansere’ yakalanıp
öldü. Hiç kimse çıkıp da ‘ananı kanser ettin’ diyor mu? Hastalık bu.
Anneminkisi de huzursuzluk yapmak… Uzak dur bizden.”
“Peki, ne cevap verdi?”
“Bence sen bilir bilmez bana çok
ayıp ediyorsun. İnan ki şaşkınlıktan başka bir şey gelmiyor elimden…”
“Sen ne dedin bu cevap üzerine?”
“Ben, bana söyleneni diyorum. Neyi
bilip bilmiyorum ben? Aslında sizin bilip bilmeden laf etmeniz zoruma gidiyor.
Uzaktan kaval çalmak kolay derler. Seninkisi de o hesap. İster inan ister
inanma ‘doluya koyuyoruz boşalmıyor, boşa koyuyoruz dolmuyor’ hesabı bizde
şaşkınız. Ne yapmalı bu durumda söyler misin? Dahası unutkanlık başladı onda.
Beş dakika önce söylediğini beş dakika sonra ‘ben mi dedim ki’ diye unutuyor.
Defalarca yalnız kalma dedik. Yanımıza almak istedik. O ‘ben evimde rahatım’
diyip direniyor. Gelse o evin masrafına ne gerek var oysa. Keyfine bak, rahat
ol sen. Yalnızlık bizim değil kendisinin seçimi. Çok istiyorsan yanına al. Üç
gün sonra ağlama yalnız…”
“Sonuç?”
“Hocam verdiği cevap iyice
sinirlerimi alt üst etmeye yaradı. Kadın Nuh diyor Peygamber demiyor.
Bildiğinden şaşmıyor.”
“Nasıl yani?”
“Bence sen birde kendine sor. Bu
kadar eleştirme hakkını neden kendinde görüyorsun?...”
“Başkalarının işine karışma.
Gerçeği bilip bilmeden konuşma. Söylediklerim hakaret değil. Gerçeği sana
anlatmaya çalışıyorum. İster anla ister anlama. Fakat durum söylediğim gibi.
Kaldı ki sen anneme ‘ayıp ayıp seni neden yalnız bırakıyorlar’ dedin mi demedin
mi? Eğer söylediysen ben söylediklerimde haklıyım. Yok, ‘söylemedim’ diyorsan
bende söylediklerimin hata olduğunu kabul edeyim.”
“Ben konuştuklarımı protokol(?)
etmiyorum bir. İkincisi de iki insan arasında geçen sadece o kişileri
ilgilendirir. Kimseye hesap vermem gerekmez. Konuyu da burada bitiriyorum…”
“Kırk senedir Almanya’dasın. Bizlerden
uzak durdun ne kaybettin? Hiçbir şey. Bundan sonra da uzak dursan hiçbir kaybın
olmayacak. Bizi rahat bırak. İnsanları birbirine düşürücü laflar etme. Senin
nasıl yaşadığın konusuna kimse karışıyor mu? Yok. O zaman sen de bizlerin
yaşamına karışma. Kaldı ki teyzenin beş çocuğu var. Haydi diyelim ikisi yanına
almıyor. Ya diğerleri? Demek ki mesele senin düşündüğün gibi değil. Anlaşılan
senin canın sıkılıyor! Eğlenecek, dedi kodu edecek başka birilerini bul.”
“Mesele anlaşılıyor. Lakin bunu bu
kadar dert edinecek ne var ki? Kendini boşuna üzmüşsün. İnsanlar maalesef
böyledir. Sıklıkla başkalarını birbirine düşürmenin telaşındadırlar. Kimileri
laf üretmeyi sever. Çekememezlik, vurdumduymazlık, aymazlık, eğitimsizlik,
ahlaki anlayışın zayıflığı, saygısızlık… Ne dersen de. Kimilerinin pek
aldırmadığı kavramlardır.”
“Hocam biliyorum bilmesine de
yapılanlar zoruma gidiyor.”
İşte böyle. Güzel
başlayan, Metin’in hasta yüzünü görünce yerini hüzün ve acıya bırakan günün
akşamında bir arkadaşın acısını ve isyanını da böylece dinlemek durumunda
kaldım. Yaşananlar ne acı diye düşündüm. Boşuna dememişler “akraba bazen ‘akrep’ gibidir
diye”.
Başkalarına hesap
vermek bir yana asıl önemlisi; insanın kendi kendisiyle hesaplaşıp
uzlaşmasıdır. Birilerini kısa ya da uzun vadelerle inandırmak, kandırmak neye
yarar ki? Önemli olan sorumluluğun yerine getirilip getirilmemesidir. İnsan
kendi vicdanına ve kişilik bütünlüğüne saygı duymalı, ona göre hareket
etmelidir. Doğru olanı, iyi olanı yapabiliyor muyuz? Önemli olan da bu değil
mi? Başkaları hakkında gereksiz yere söz söylemek doğru değildir.
İnsan düşünüyor
aslında. Neden insan bir diğerine düşmanca davranır? Niçin yalanlar, yanlışlar
yaşamı sarıp sarmalayan özellikler oldu? İnsanlar neyin peşindeler? İnsani
değerlerimiz nerede? Başkalarını suçlamak bir yaşam biçimi midir? Ya da bu mudur
yaşamak?
Hayatımızda günler, aylar, yıllar akıp gidiyor. On yıl öncesinde yaşananları, acı ve kaygılarınızı, yakınlarınızla buluşmanızı içtenlikle dile getirmişsiniz.
YanıtlaSilYıllar sonrası zamanın akışında tekrar geçmişe dönmek bazen iyi geliyor insana ama bazen de o yıllar içinde kaybettiklerini, doğruları, yanlışları yeniden değerlendirme fırsatı bulup hüzünleniyor.
Her şeye rağmen anıları kaydetmek hafızalarımızı tazeliyor, iyisiyle kötüsüyle hayatı sorgulamamızı sağlıyor.
Sağlıklı günler, yıllar diliyorum.
Merhaba Makbule hocam.
SilYorumunuz aynen katılıyorum.
Geçmişi unutmadan yolumuza devam ediyoruz.
Önemli olan insanın insana sayısıdır.
Saygı yoksa oradan ve o insanlardan uzak durmak en doğru seçenek olacaktır.
Saygılarımla.
Bir akrabanızın yakalandığı amansız hastalığın verdiği üzüntü ile akabinde yine bir arkadaşınızın karşılaştığı önyargı sonucu olan yaşadığı sıkıntıları sizinle paylaşması nedeniyle siz o gün yeterince negatif elektrik yüklenmişsiniz. Böyle durumlarda insan gerçekten çok olumsuz etkileniyor ve akabinde ruh sağlığı bozuluyor.
YanıtlaSilBaşkalarını eleştirmek ve suçlamak çok kolaydır. Ama bu bizim asla yaşama biçimimiz olmamalıdır.
Merhaba recep bey,
SilDediğiniz doğru bir tespit.
Başkalarını eleştirmek ve mesnetsiz yere suçlamak büyük hatadır bu şekilde.
İnsan bazen hayret ediyor bunu yapanlara.
Selam ve saygı ile huzurlu günler dilerim.