Huzursuzdu, gülümsediği anlarda
bile keder izleri vardı. Anacığının mahzun bakışları, küçük kardeşi hayalinde
belirmese, sılayı elinin tersiyle iter pek de sorun etmezdi kim bilir. Arada
bir nerden öğrendiğini hatırlamadığı sözcükleri mırıldanırdı:
“Sıla bir lokma ekmek, bir yudum su
Ve anamın gözlerinde dönmeyişimin korkusu”
Yakup yakın çevrede çalışıyordu o
sıralarda. Şevket de işe gidip geliyordu. Lakin Şevket evlenince arsanın bir
kenarına yaptığı eve taşınmıştı. Özlem ve Yakup hala Yakup’un baba evinde
birlikte kalıyordu. Özlem de geniş arsanın bir kenarına bir göz dam yapmasını
ve ayrı oturmalarını istiyordu Yakup’tan. Lakin kime diyorsun. Yakup’un
aldırdığı bile yoktu. Özlem evde fazla sorun çıkmasın diye üsteleyemiyor, içine
atıyor çoğunlukla susuyordu. Genç yaşta dönülmez ufkun arkasında kaybolup gitmişti
Özlem. Tek başına ne yapabilirdi. Hayatın onca zorluğu karşısında çaresizdi.
İşinin olmadığı anlarda Özlem yan
bahçede eğreti gecekondunun önünde duran genç kızlarla konuşmak istiyordu.
Kirpikleri yanaklarına düşmüş, suratları kırmızı, eski giysili çocuklarda onunla
konuşmanın telaşındalar. İçlerinden biri akıllı sözlerle budala insanları
taklit ediyordu. Bedenleri cılızdı. Seviyordu onların bu halini Özlem. Babaları
işçi, yoksul çocuklar da olsalar. Üstleri eski ve yırtık da olsa Özlemin
içindeki çocukluğu hatırlatıyor onlar. Lakin Zehra kadın onu bahçe kenarında
komşu gecekondunun çocuklarıyla konuşur görünce çok kızıyor, elinden tuttuğu
gibi eve sokuyordu. Kendisine arkadaş arıyorsa kendisi ne güne duruyor,
kendisiyle konuşsun. Bu durumda ne yapabilirdi Özlem, düş kurmak, hayale
dalmaktan başka?
Aradan geçen günlere rağmen yeni
evine alışmakta zorluk çekiyordu. Zehra kadının peşi sıra dolaşmasından
usanmıştı. Yaşadığı evde bir başkasının buyruğu altında yaşamak ona zor
geliyordu. Anacığı böyle miydi ya. Evde yapılacak işler konusunda kendi
kararını vermeye alışmıştı. Şimdi ise bahçeye çıkmasına bile razı değillerdi.
Komşu evin çocuklarıyla konuşması bile yasaklanıyordu. Tükenip bitmeyen bu
durum karşısında akşam eve gelen Yakup’a olan biteni anlatıyor, Yakup ise tek
kelime etmiyordu, ya da edemiyordu garip bir şekilde.
Huzursuzdu. Geceleri uyuyamıyor,
yüzü tarifsiz acılarla kırışıyordu. Eşine kaç kez söylemişti. Arsanın bir köşesine
bir göz dam yapalım, ayrı oturalım diye. Lakin dinleyen kim. Yakup babasının ve
ağabeyi Şevket’in emri altında yaşıyordu. Bunu iyice anlamıştı. Anlamıştı da bu
durumu bir türlü kabul edemiyordu. Yakup’un kazancını elinden almaya
alışmışlardı. Ayrı bir göz dam ev yapılmasına razı gelirler miydi hiç.
Yanağından aşağı süzülen
gözyaşlarını mendiliyle silerken düşünüyordu. Bir yandan da ağladığını
kimselerin görmesini istemiyordu. Özellikle de Zehra kadının onu ıslak mendili
elinde görmesini hiç istemiyordu. Kendisini babasından istedikleri zaman Zehra
kadın:
“Meryem bacı! Kızını hiç merak
etme. Senden sonra ikinci anası ben olacağım” demişti.
Demişti demesinde de aradan geçen
günlerde ikinci analığı güzel yapıyordu işte! Zehra kadından habersiz evin
bahçesine bile çıkamıyordu. Bu nasıl analıksa artık! Oysa anasının yerini
hiçbir kadının tutamayacağını biliyordu. Buna rağmen anasına söylenen “ikinci
anası ben olacağım” sözüne ses çıkarmamış susmuştu. Anası onsuz duramazdı.
Köyün içinde arkadaşlarına gitse yolunu gözler, gelince de saçını okşar “güzel
kızım neler yaptın” diye sorardı. O da anasına “merak etme iyiyim” der gönlünü
alırdı. Şimdi bunları ikinci anasından göremiyor, üstelik yapacağı şeyleri
buyuruyor, başında bekliyordu.
Hayatta ne çok örneklerini görürüz böyle yaşamların. Oysa mutlulukla mutsuzluk birbirine ne kadar yakın. Bazen içten gelen bir tatlı sesleniş, bazen bir dokunuş, candan bir kucaklama mutluluğa vesile olurken kırıcı sözler, yükselen bir ses tonu, aşağılama ya da hakaret mutsuzluğu getiriyor.
YanıtlaSilSağlıklı, huzurlu günlere Hüseyin Hocam.
Aynen öyle Makbule öğretmenim. Pek çok örneği var bu yaşamların Anadolu'nun dört bir yanında. Özlem benim öğrencilerimden biri. Yaşadıklarını anlattı. Sıkıntı olmasın diye gerçek adını kullanmadım.
SilSaygılarımla.