Köyünü daha şimdiden özlemeye
başlamıştı. Radyodan yayılan türkü Özlemin sıla hasretini derinleştiriyordu.
Evin duvarları arasına dalga dalga yayılan müzik sesi, hücrelerine sinmeye
başlamış aklına köyünü getirmişti.
Kayınpederi büyük sayılabilecek bir
arsayı da almayı ihmal etmemişti. Arsanın bir köşesine tek katlı üstü sac
gecekonduyu da büyük bir meşakkatle yapmış, kira vermekten kurtulmuştu. Cemal
amcanın iki yetişkin oğlu vardı. Yakup ve ağabeyi Şevket. Şevket Yakup’a göre
daha çıkarcıydı. Yakup ise kendisine verilenlere itiraz etmeyen, sakin
görünüşlü ve yönetilmeye aday biriydi.
Önce Şevket evlenmiş arsanın diğer
köşesine yaptıkları eve taşınmıştı. Yakup’un kazancını da alırdı. Çalıştığı
işyerinde her ay aldığı maaşını daha eve gelir gelmez ihtiyacım var diyerek
alır bir daha da geri vermezdi. Yakup’da istemez, sesini çıkarmazdı. Oysaki
kendiside evlenecekti. Para biriktirmek gibi bir düşüncesi hiç olmadı. Çalış
dediler çalıştı. Kazancını getir ver dediler getirip verdi. Özlem’in eşi Yakup
işte böyle biriydi.
Arsanın her iki tarafı kabaca
alınmış toprakla kaplıydı. Arsa derken bildiğimiz eni boyu düzgün bir yer değildi.
Şehrin dış mahallelerinde kalan bir araziydi. Arsanın az ilerisinde granit
kayalar vardı. Kayalar arasında çimler ve çiçekler büyümüştü. Arsada ağaç
yoktu. Kuşların getirdiği ya da düşürdüğü tohumlar kayalar arasında kök
salmıştı. Zaman içerisinde de bu kökler serpilmeye başlamış arsanın kıyısı
köşesi yeşermeye başlamıştı.
Etrafta da benzeri evler yapılmaya
başlamıştı. İzmir’in yakın olması nedeniyle burasının kısa zamanda yerleşim
yeri haline geleceğinin bilincindeydi Cemal amca. Hoş denizde pek uzak
sayılmazdı aslında. Cemal amcanın büyük oğlu Şevket tutucu, despot ve dikbaşlı
biriydi. Bildiğinden şaşmayan, yalnız kendi doğrularına inanan bir yapısı
vardı. Ölçüsüz derecede gururluydu. Bu nedenle Yakup’u pek dikkate almaz,
kazancını elinden alırdı. Cemal amca da bu duruma pek ses etmezdi. Zehra kadının
ise oğlu Şevket’in sözünden çıktığı pek görülmüş şey değildi.
Bu durumda Yakup’a ses çıkarmamak
ve denilenleri yapmak düşerdi, karakteri zayıftı. Geleneklere ve kurulu düzene
çok önem veriyordu. Sorumsuz bir yapısı vardı. Evine elinde ekmekle gelen bir
tip değildi. Özlem Çiğli’ye gelin geldiğinde bunları kısa zamanda fark etti.
Lakin ilk günlerde sesini çıkarmadı, daha doğrusu çıkaramadı.
Elleri kalçasında dolaşan Zehra
kadının buyruklarına yetişmeye çalışan Özlem için artık gurbet mekân olmuştu.
Gurbet ve sılanın manasını içindeki hüzün tortusunun ağırlığı ile öğrenmeye
başlamıştı. En sevdiği an bahçedeki soğanlar ve tereleri sularken ya da
aralarındaki ayrık otlarını temizlerkenki andı. Hatta işi bitse bile oyalanıyor
eve girmek istemiyordu. Çünkü orda, Zehra kadının buyruklarından uzak, rahatça
düşler kurabiliyordu.
Bu güzel hikayeleriniz umarım bir gün kitap olur, raflarda hak ettiği yeri bulur Hüseyin hocam. Ne güzel anlatıyorsunuz.
YanıtlaSilPardon. Müjde kardeşim benim. Dalgınlığıma gelmiş. Sizin adınız yerine değerli öğretmen Makbule hocamın adını yazmışım. Özür dilerim.
SilBakalım nasip Makbule hocam. Saygılar.
YanıtlaSilMerhabalar.
YanıtlaSilİnsan huzur bulduğu yerde mutlu oluyor. Bu yer tüm ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olsa da...
Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
NOT: Bücürükveben'e yazdığınız cevab-i yorumunuzda "Makbule Hocam" diye hitap etmişsiniz.
Aynen düşüncene katılıyorum Recep bey. Müjde kardeşimin adını dalgınlıkla Makbule öğretmenin adını yazmışım. İkaz için çok teşekkür ederim. Selamlar saygılar.
Sil