Mehmet amca yılların ağır yükünü
omuzlarında taşımış biriydi. Feleğin artılarına pek rast gelmediğini söylerdi.
Kızı Zeynep’i büyütmüş, çalışmış çabalamıştı kendince. Kim bilir başka daha
hangi zorlu işlerin üstesinden gelmişti, pek anlatmazdı. Nasırlı elleri ve
bronzlaşmış kavruk yüzündeki derin çizgiler geçmişin tanıklığını yapıyordu.
“Gençlik
nasıl bir duygu”
diye sorduğunda Sinan.
“Hocam” diye başlardı, böyle hitap etmeye
alışmıştı.
“Hocam,
gençlik taze filiz açmış bahar dalı gibidir. Pırıl pırıl, taze ve yıpranmamış
renkleriyle göz kamaştırır. Yüreğin kuş gibi hafiftir. Pek bir şey düşünmek
istemezsin, sonsuza dek öyle kalacak sanırsın. Ama bahar çabuk geçer, taze
yaprakların, dalların suyu çabuk çekilir, çiçekler çabuk solar. Taze olan sararır,
buruşur, geriye kuru bir dal bir yaprak kalır” diye bildiğini, düşündüğünü
söylerdi.
“Yani
şunu mu anlamalıyız; gençliğin kıymetini bilmek lazım.”
Görmüş, geçirmiş, çalışmış,
yorulmuş Mehmet amca “evet” anlamında
başını sallardı.
“Tam
da söylemek istediğim bu. Gençliğinin kıymetini bilmeyen bir insan,
yaşlılığında tutunacak dalı hazırlamakta zorlanır. Asırlık bir çınarın kökleri
nasıl ki damar damar, saçak saçak sararsa toprağı; gençlikte de gelecek için
toprağı damar damar, saçak saçak işlemeli insan. Gününe, geçmişine sahip
çıkmalı, geleceğine yön vermeli.”
“Peki,
o halde, gençlik konusunda yerleşik düşünce nedir?”
“Hayat
şartları toplumu zorluyor. Toplum artık gençliğini düşünecek vakit bulamıyor.
Günü kurtarmanın peşinde. İşsizlik, topraksızlık, susuzluk insanların belini
gençlikte büker oldu. Bak Recep’e genç yaşta solmaya başladı. Niye? Hayat
şartları zorluyor. Gelecek kaygısı genç filizleri çabuk yıpratıyor.”
“Göç
olgusu kasabada yaşanan bir gerçek. Bu konuda da işsizliğin etkili olduğu
biliniyor. Genç yaşta gurbete çıkanların bir kısmı gittikleri yerlerde ya günü
birlik işlerde, inşaatlar da geçici iş bulup çalışıyorlar ya da kapıcılık gibi
kira, elektrik, su giderleri olmayan işlere kapağı atma peşindeler.”
“Doğru
dersin Hocam. Şehirlerin varoşlarında gidenlerin gençliği kaybolup gidiyor.
Onların durumu daha zor. Geri de dönme olanakları yok. Kendileri dönmek
isteseler, çocukları istemiyor. Tam bir çıkmaz sokaktalar.”
Kimi kravatlıların, ütülü
pantolonluların anlayamadıkları, anlayamayacakları bir olgunluktaydı Mehmet
amca. Onunla konuşmak insanın ufkunu açıyor, bilincini aydınlatıyordu.
Yaltaklanmak, küçültücü davranışlarda bulunmak, sıradanlığı kabul etmek
saygınlığını kaybetmek, onun kabullenmeyeceği bir durumdu.
Topluma kendi bildiğini kabul
ettirmeye çalışanların, dediğim dedik düşüncesinde olanların aksine insanların
gelecekleri için, hayatlarının idamesi için mücadele etmeleri; gurbette de
olsa, köyünde de olsa çağdaşlığa yoğunlaşmaları gerektiğine inanıyor,
inanılması gerektiğini vurguluyordu.
“Değişime
ve bunun sonuçlarına hazırlanmalı insan. Hayatta sorunlar da var, değişimlerde.
Farklı düşüncelere tahammül etmeli insan. Sosyal yaşam artık bunu gerektiriyor.
İnsanlar birbirlerini ötelememeli, yardımlaşmalı. Karanlıklara teslim olmamalı,
çocuklarımıza ve gençlerimize güvenmeli, onlara saygı duymalı.”
Üzüm bağlarının hafif rüzgârda
yaprak ve dalları birbirine vururken düşüncelerini aktarırdı. Konuşmalarını
kendine has ve özgün anlatımıyla dinlemek insanı yormazdı. Anlatımlarından,
tanık olduğu olaylardan, cumhuriyete ve Atatürk’e olan bağlılığından söz
açıldığında güneş ışıklarının etkisini kaybetmekte olduğu geç fark edilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder