Öğrencilerin her biri bir çiçekti Sinan
için. Küçük ve çelimsiz olanlar daha bir ilgiye muhtaçtılar. Kar bir yana,
yağmurlu havalarda sabah iliklerine kadar ıslanarak okula gelirlerdi. Islanmış
ceketlerini üşümemeleri için çıkarttırırdı öğretmenler. Sobanın etrafına
kuruması için bırakır derse dalarlardı çoğu zaman.
İçlerinden
Hasan hatırladığı kadarıyla, çelimsiz ve ürkek bir çocuktu. Fakir bir ailenin
umut bağladığı tek çocukları idi. Öğrenciler için okulun çok özel bir yeri
vardır. Kıpır kıpır bir sevinç, yazan kalemin durdurulamaz bir heyecanı, onlar
için her yer okul kokar. İyi bir yaşama kavuşma beklentisi. Onlar için bir
tutku ve haklı bir gelecek özlemidir.
Çıldır
Gölü’nün kıyısında gölü takip
ederek gelirdi arkadaşları ile. Kimi zaman yolu kısaltmak için buz tutan gölde
kestirmeden okulun yolunu tutarlardı.
Hasan kendi iç dünyasında suskun,
güzel gözlü, güleç, kumral, çalışkan, ince yapılı biriydi. Temiz ama yıkana
yıkana solmuş giysilerini fark etmezdiniz…
Yine o gün kar yağıyordu. Geç geldi
öğrencileri. Anlatın dedi öğretmenler.
Anlattıklarına göre sabah erkenden
yola çıkmışlardı. Ayazdan korunmak için birbirlerine sokularak yürüyorlardı.
Hasan rüzgârın etkisinden olacak arkalarda kalmıştı. Arkadaşlarına yetişmek
için adımlarını hızlandırdığı oluyordu. Ama çok geçmedi tipi başladı. Yağan kar
fırtınaya dönüşmüştü. Etraf acımasız doğa koşullarının hâkimiyeti altında idi.
Bir süre sonra Hasan’ın yanlarında
olmadığını fark ettiler. Okula da iyice yaklaşmışlardı. Dönüp Hasan’ı aramakta
ikirciklendiler önceleri. Sonra birbirlerinin yüzüne baktılar sessizce.
Çantaları ellerinde geldikleri yöne döndüler. Bir süre sonra Hasan’ın beyaz
örtü içinde yığılıp kaldığı yere ulaştılar. Hasan elinde sıkı sıkıya tuttuğu
çantası ile kalakalmıştı öylece. Geç kalsalar donmuş bir Hasan’la
karşılaşabilirlerdi kuşkusuz. Düşünmeden Hasan’ı kucakladılar. Hasan ise
çantasını bırakmıyordu. Yarı baygın haldeydi. Güç bela götürdüler köylerine. Ne
var ki hem Hasan hem de kendileri soğuktan ve tipiden oldukça etkilenmişlerdi.
Gözleri yaşararak anlattılar çektikleri zorluğu.
Fakirlik bir yandan; kar ve tipi
diğer yandan. Kar ve tipi günlerce dinmedi. Uzun süre okula gelmedi Hasan.
Sorduğumuzda hep “hasta yatıyor”
cevabını almıştık arkadaşlarından. Durmadan öksürüyor dediler Hasan için. Anlamıştık zatürre olduğunu.
13-14 yaşlarında bir genç çocuk.
Kaderine terk edilmiş topraklarda yaşam mücadelesi verdi günlerce. Kar ve tipinin
dinmesini bekledi umutsuzca. Başları yere eğik, çaresizliğin “yüzlerinde şark çıbanı kadar derin izler
bıraktığı” insanlar. Ve sonra sonsuzluğun son voltasının kahpece yakaladığı
bir yaşam.
O yıl mazlumlara mezar arayan
topraklarda kar ve tipi hiç dinmedi… Yaşam ateşini ölüm söndürdü… Ya bedenlerdeki
yangını?
Dağ köylerinde yaşayan çocukların soğuklarla, doğal afetlerle mücadelesi ne yazık hep böyle zorludur. O küçücük bedenleriyle nasıl da zorlanırlar. Ve yaşam erkenden sona erebilir öylece. Sizin gibi idealist öğretmenler kurtarmıştır pek çoğunu...
YanıtlaSilYatılı Bölge Okulları, Köy Enstitüleri bir kurtuluştu o kısacık hayatlara can vermek için. Olmadı.
Aynen katılıyorum düşüncene öğretmenim. Ücra Anadolu köylerinde yaşam ve okul öğrenciler için de çok zordu o yıllarda. Şimdilerde değişen tek şey taşımalı eğitime geçilip, çoğu köy okullarının kapatılması oldu. Köy Enstitülerinin kapatılması doğru bir karar değildir...
Sil