15 Mayıs 2024 Çarşamba

YAŞAM ATEŞİNİ ÖLÜM SÖNDÜRDÜ


 

Öğrencilerin her biri bir çiçekti Sinan için. Küçük ve çelimsiz olanlar daha bir ilgiye muhtaçtılar. Kar bir yana, yağmurlu havalarda sabah iliklerine kadar ıslanarak okula gelirlerdi. Islanmış ceketlerini üşümemeleri için çıkarttırırdı öğretmenler. Sobanın etrafına kuruması için bırakır derse dalarlardı çoğu zaman.

İçlerinden Hasan hatırladığı kadarıyla, çelimsiz ve ürkek bir çocuktu. Fakir bir ailenin umut bağladığı tek çocukları idi. Öğrenciler için okulun çok özel bir yeri vardır. Kıpır kıpır bir sevinç, yazan kalemin durdurulamaz bir heyecanı, onlar için her yer okul kokar. İyi bir yaşama kavuşma beklentisi. Onlar için bir tutku ve haklı bir gelecek özlemidir.

Çıldır Gölü’nün kıyısında gölü takip ederek gelirdi arkadaşları ile. Kimi zaman yolu kısaltmak için buz tutan gölde kestirmeden okulun yolunu tutarlardı.

Hasan kendi iç dünyasında suskun, güzel gözlü, güleç, kumral, çalışkan, ince yapılı biriydi. Temiz ama yıkana yıkana solmuş giysilerini fark etmezdiniz…

Yine o gün kar yağıyordu. Geç geldi öğrencileri.  Anlatın dedi öğretmenler.

Anlattıklarına göre sabah erkenden yola çıkmışlardı. Ayazdan korunmak için birbirlerine sokularak yürüyorlardı. Hasan rüzgârın etkisinden olacak arkalarda kalmıştı. Arkadaşlarına yetişmek için adımlarını hızlandırdığı oluyordu. Ama çok geçmedi tipi başladı. Yağan kar fırtınaya dönüşmüştü. Etraf acımasız doğa koşullarının hâkimiyeti altında idi.

Bir süre sonra Hasan’ın yanlarında olmadığını fark ettiler. Okula da iyice yaklaşmışlardı. Dönüp Hasan’ı aramakta ikirciklendiler önceleri. Sonra birbirlerinin yüzüne baktılar sessizce. Çantaları ellerinde geldikleri yöne döndüler. Bir süre sonra Hasan’ın beyaz örtü içinde yığılıp kaldığı yere ulaştılar. Hasan elinde sıkı sıkıya tuttuğu çantası ile kalakalmıştı öylece. Geç kalsalar donmuş bir Hasan’la karşılaşabilirlerdi kuşkusuz. Düşünmeden Hasan’ı kucakladılar. Hasan ise çantasını bırakmıyordu. Yarı baygın haldeydi. Güç bela götürdüler köylerine. Ne var ki hem Hasan hem de kendileri soğuktan ve tipiden oldukça etkilenmişlerdi. Gözleri yaşararak anlattılar çektikleri zorluğu.

Fakirlik bir yandan; kar ve tipi diğer yandan. Kar ve tipi günlerce dinmedi. Uzun süre okula gelmedi Hasan. Sorduğumuzda hep “hasta yatıyor” cevabını almıştık arkadaşlarından. Durmadan öksürüyor dediler Hasan için.  Anlamıştık zatürre olduğunu.

13-14 yaşlarında bir genç çocuk. Kaderine terk edilmiş topraklarda yaşam mücadelesi verdi günlerce. Kar ve tipinin dinmesini bekledi umutsuzca. Başları yere eğik, çaresizliğin “yüzlerinde şark çıbanı kadar derin izler bıraktığı” insanlar. Ve sonra sonsuzluğun son voltasının kahpece yakaladığı bir yaşam.

O yıl mazlumlara mezar arayan topraklarda kar ve tipi hiç dinmedi… Yaşam ateşini ölüm söndürdü… Ya bedenlerdeki yangını?

2 yorum:

  1. Dağ köylerinde yaşayan çocukların soğuklarla, doğal afetlerle mücadelesi ne yazık hep böyle zorludur. O küçücük bedenleriyle nasıl da zorlanırlar. Ve yaşam erkenden sona erebilir öylece. Sizin gibi idealist öğretmenler kurtarmıştır pek çoğunu...
    Yatılı Bölge Okulları, Köy Enstitüleri bir kurtuluştu o kısacık hayatlara can vermek için. Olmadı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen katılıyorum düşüncene öğretmenim. Ücra Anadolu köylerinde yaşam ve okul öğrenciler için de çok zordu o yıllarda. Şimdilerde değişen tek şey taşımalı eğitime geçilip, çoğu köy okullarının kapatılması oldu. Köy Enstitülerinin kapatılması doğru bir karar değildir...

      Sil