Bahçenin uzak köşesinde yüzünü güneşe vermiş düşünüyordu. Kuşkular ve tedirginlikler içinde kıvranıp avuçlarını kan ter içinde kalırcasına sıkarak düşünüyordu. Gözlerinin etrafı hafiften morarmıştı. Beklenmedik bir yağmurun ılık, ama serinletici damlalarına nasıl söz anlatılamazsa o da yüreğine söz anlatamıyordu. Ve kendisine uzanacak o ince narin parmakları hayal ediyordu.
Oysaki saçların rüzgârla dağılırken, sen onun içindeki acıdan habersizdin. Nasıl bir hüzün ve ızdırap içinde olduğunu hesap edemiyordun. Edemezdin de zaten. Çünkü farkında bile değildin… Farkında değildin içten içe yüreğini kuşatan, kimi zaman mutluluk, kimi zaman bir damla gözyaşı olan acı, hüzün ve mutluluğun.
Ve sen doğaldır ki sessizce yaşanan acıları, coşkuları, beklentileri ne izliyor, ne görüyor ne de biliyordun.
Uzunca bir zamanı geride bıraktığında çektiği acılar dayanılmaz olmuştu. Ne güzel bir söz söylemesini becerebilirdi, ne de sevgi sözcüklerini mırıldanabilirdi.
Sonra… Evet, sonra mektuplar geldi aklına. Kokusu, tadı, insanı alıp dağlara, kırlara götüren mektuplar. Giz dolu, sır dolu mektuplar. İnsanın içini sızlatan, yüreğini burkan, duygu seline bırakan mektuplar. Anaların oğullarına seslendiği, özlem ve gözyaşı kokan mektuplar.
Gözlerinde mutluluk ışıkları yandı söndü. Mürekkebi kâğıda iyice sinsin diye sözcükleri yavaşça ve bir sanatçının titizliğiyle oya gibi işledi mektubuna. Acı ile birlikte sevgiyi de yüreğinde hissetsin diye özenle seçti kelimeleri. İstedi ki incinmesin, kırılmasın. Acı biber yemiş gibi yüreği yansın, burkulsun. Biliyordu ki acı güzel şeydi. İnsanın içi yanardı ama bir türlü vazgeçemezdi acıdan.
Ne ki, acıyı da sevgiyi de, insanlığı da çok gördüler. Yalansız yaşamak isterdim dediğinde bile yüreğini cehaletin en onulmaz yalanları ile doldurduklarının farkında bile değildin. Oysa yıllarca kendi yalanımızın da başkalarının yalanının da yükünü taşımıştık omuzlarımızda. Bedeller ödenmişti ortaçağda da günümüzde de. Ödemeye de devam ediyorduk.
Yalan söyleyen gazetecinin, politikacının, kitapların, büyüklerin yalanları ile geleceği yakalamayı başarabilmek çok zordu. Kuşkular ve korkular bir kez yüreğine işlemişti.
Sen batıya diğeri doğuya gittiğinde yalan imparatorluğu hâkimiyetini çoktan kurmuştu. Günün birinde yıkılmaman ve yok sayılmaman için direnmen gerektiğini biliyordun. Ama direnemedin.
Şunu hiç unutma ki geleceği inşa ederken yalanlardan kurtulmanın yolu geçmişi iyi anlamaktan geçer. Kendileri gibi düşünmeyenleri, kendilerine karşı olanları temizleyebilmek ve hesaplaşabilmek için yine yalanlara ve korkulara başvuracaklardır. Hiç günahı olmayan insanlara, dağlara, ormanlara, derelere saldıracaklardır. Öfkeleri geçinceye kadar, korku imparatorluğunu kuruncaya kadar esip gürleyeceklerdir.
Oysaki ince narin parmaklarınla sen bir damlacıksın daha…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder