8 Eylül 2013 Pazar

EVRENİN GİZ DOLU MÜZİĞİDİR O AN YAŞANANLAR.


Gün ikindi olmuş, geceye hazırlanıyordu. Ağır bir yük altındaymışım gibi ayaklarım bedenimi taşımakta zorlanıyordu. Göz kapaklarım yorgundu. Beynim beklemediği düşüncelere aralıyordu kapısını.
Dar sokağın az ilerisinde sıcaktan bunalmış, serinlemeye çalışan kerpiç evin penceresindeki kıpkırmızı bir ışığa takıldı gözlerim. Gün batımı ışıkları oyun oynuyordu anlaşılan. Sanki, penceresi bile yoktu evin. Cama yansımış bir gün batımı olamaz mıydı.
Evin penceresine vuran bu ışık dalgası, evin içine, giz dolu derinliklerine çekiyordu insanı. Düşüncelerimle evin içine süzülüyor gibiydim.  Doyumsuz gün batımı renklerini kerpiç evlerin arasında dans ederken seyretmek huzur veriyordu bana. Ahh bir de Ananın o hüzün dolu gözlerindeki bakışları atabilseydim yüreğimde. Lakin bazı şeyleri unutmak çok zordu. İstesen de unutamazdın.
Recep'i böyle bir günde tanımıştım. Geçen yıllarda kasabaya ilk geldiğimde. Kardeşi Burhan'ı da Recep ve Altay'ın yanında ayrılmayan, mert ve dik duruşuyla anımsıyorum.
Kerpiç evlerin zamanın ruhuna direnmesine  şaşarken, bir yandan da Recep'in gecikmesinin sebebini kendimce anlamlandırmaya çalışıyordum. Başım önde yürürken hani, bildiğiniz ya da bilmediğiniz bir yoldan geçerken, birisiyle göz göze gelirsiniz ya. Hani, dalgın yürürken bir ses başınızı çevirip, bir daha bakmanıza neden olur ya. İşte böyle bir sesle irkildim.
- Hocam nasılsınız? Diye sesleniyordu birisi. Sesin varlığıyla bir an dalgınlığımdan eser kalmadı. Gözlerim sevinçten parladı. Çünkü seslenen Recep'ti. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Bir de batmakta olan güneşe. Öğlen vakti gelmen gerekirken, Ana seni evde beklerken nerelerde kaldın dercesine.
 - İyiyim Recep, sen nasılsın? İşlerin nasıl?
- İyi hocam ne olsun. Havalar soğumadan işleri toparlamaya çalışıyorum.
-Öğle vakti sizin eve uğradım. Anayı ziyaret ettim. Beraber yemek yedik, sohbet ettik. Lakin senin öğle üzeri eve geleceğini söylediler. Bekledik epey bir zaman gelmedin. Hayırdır bir sorun yok değil mi? Dedim.
Gülerek yüzüme baktı.
- Yok be hocam. Ne sorunu olacak ki. Tarladan işimi bitirip eve yollanırken Mehmet amcayı gördüm üzüm bağında uğraşıp duruyordu.
- Eeee, dedim.
-Yanına uğrayıp hal hatırını sormak istedim. Çok sevindi. Gel bakalım Recep oğlum dedi. Ben artık yaşlanıyorum mu nedir. Bak şu yan yatmış asma kökünü bir türlü düzeltemedim. Tam da zamanında geldin. Hadi bir el at şuna düzeltelim, dedi.
-Düzeltebildiniz mi bari?
- Mehmet amcanın istediği gibi yaptık hocam. Yalnız işi bitirene kadar da vakit geçti tabii. Haber de veremedim eve. Anamın canı sıkılmıştır şimdi.
Mehmet amcanın varı yoğu, uğraşısı, göz bebeği sahip olduğu bir kaç dönümlük üzüm bağıydı. Boş zamanlarında devamlı bağa gider, üzüm asmalarına çocuğu gibi bakardı. Asmaların çubuk, yaprak ve sürgünlerini budar temizlerdi. Asmaların ekonomik ömrünü uzatmak için her yıl budanması gerekirdi. Bunu çok iyi bilen Mehmet amca da  her yıl gereken bakımı yapar asmaları budar, ilaçlardı.
Hem kış budamasını yapar kurumuş dalları ayıklardı hem de yaz budamasını yapar filiz, uç, tepe ve bilezik alma ile yaprak, salkım ve tane seyreltmesi yapardı.
Bağın gübrelenmesi, sulama ve ilaçlanmasını ihmal etmezdi.
Bunu bildiğimden Recep'in o gün Mehmet amca tarafından nasıl çalıştırıldığını tahmin ettim ve gülümsedim.
- Ne iyi etmişsin, bak haberim olsaydı ben de gelir yardım ederdim. Gün boyu boş boş dolanıp durdum.
Gülümseyen gözleriyle yorgun bedeni sızlarken belli etmeden konuşmasına devam ediyordu Recep. Lakin yorgun olduğunun farkındaydım bu yiğit delikanlının. Hem yiğit hem de yardımsever, insancıldı.
Gözleri uzaklara bakıyordu.
- Sen eve git Ana ve Fadime seni merak etmiştir,dedim. Hem acıkmışsındır  gün boyu bu sıcakta. Dinlen. Kendine gelirsin, yorgunluğunu da atarsın böylece.
- Anlaşıldı hocam, dedi gülerek. Siz beni başınızdan savmak istiyorsunuz. Madem öyle o zaman da ben gidiyorum.
Gülümsedim. Git anlamında başımı salladım. Yorgundu besbelli.
Sokağın sonuna bir an gözüm takıldı. Ta uzaklarda dimdik ayaktaydı Mehmet amcaların evi. Zeynep'i düşündüm bir an. Recebe vurgundu bir zamanlar. Lakin kader işte. Dayısının oğluyla evlendirilmişti istemese de Zeynep.
Kerpicin sıcaklığıyla dimdik ayakta duruyordu Zeyneplerin evi. Kahverengi- mor duygularını düşsel bir duyguyla yüreğinize sermiştir, yolun sonunda göz kırpan ev, alıp götürür sizi. Saçaklarında beliren mavi düşsel umudu serinliğinde yudumlar akşamın alaca karanlığında. Rahatlarsınız, hüzünlenirsiniz, umutlanırsınız o an; suları, bulutları, denizin maviliğini, ışığın yansımasını düşünerek.
Evrenin giz dolu müziğidir o an yaşananlar.


2 yorum:

  1. Çoğu kız akraba oğluna zorla veriliyor ve ses çıkartamıyor:((( sonuç da genellikle hayal kırıklığı oluyor, erkekler için de farklı değil..mesela yıllar önce kapı komşumuzun oğlu hala mı, teyze mi tam hatırlamıyorum ikisinden biriydi ama- kızıyla evlendi ama birkaç sene sonra kavga gürültü boşandılar...
    bu güzel hikaye kitap olacak inşallah hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşüncelerinize katılıyorum.
      Teşekkür ediyorum.
      Yorumunuzu görmeyince de kızıyorum bazen:)))))
      O kadar alıştık yorumlarınıza.
      Saygılar.

      Sil