Gün ikindi olmuş, geceye
hazırlanıyordu. Ağır bir yük altındaymışım gibi ayaklarım bedenimi taşımakta
zorlanıyordu. Göz kapaklarım yorgundu. Beynim beklemediği düşüncelere
aralıyordu kapısını.
Dar sokağın az ilerisinde sıcaktan
bunalmış, serinlemeye çalışan kerpiç evin penceresindeki kıpkırmızı bir ışığa
takıldı gözlerim. Gün batımı ışıkları oyun oynuyordu anlaşılan. Sanki,
penceresi bile yoktu evin. Cama yansımış bir gün batımı olamaz mıydı.
Evin penceresine vuran bu ışık
dalgası, evin içine, giz dolu derinliklerine çekiyordu insanı. Düşüncelerimle
evin içine süzülüyor gibiydim. Doyumsuz
gün batımı renklerini kerpiç evlerin arasında dans ederken seyretmek huzur veriyordu
bana. Ahh bir de Ananın o hüzün dolu gözlerindeki bakışları atabilseydim
yüreğimde. Lakin bazı şeyleri unutmak çok zordu. İstesen de unutamazdın.
Recep'i böyle bir günde tanımıştım.
Geçen yıllarda kasabaya ilk geldiğimde. Kardeşi Burhan'ı da Recep ve Altay'ın
yanında ayrılmayan, mert ve dik duruşuyla anımsıyorum.
Kerpiç evlerin zamanın ruhuna
direnmesine şaşarken, bir yandan da Recep'in
gecikmesinin sebebini kendimce anlamlandırmaya çalışıyordum. Başım önde yürürken
hani, bildiğiniz ya da bilmediğiniz bir yoldan geçerken, birisiyle göz göze
gelirsiniz ya. Hani, dalgın yürürken bir ses başınızı çevirip, bir daha
bakmanıza neden olur ya. İşte böyle bir sesle irkildim.
- Hocam nasılsınız? Diye
sesleniyordu birisi. Sesin varlığıyla bir an dalgınlığımdan eser kalmadı.
Gözlerim sevinçten parladı. Çünkü seslenen Recep'ti. Kafamı kaldırıp yüzüne
baktım. Bir de batmakta olan güneşe. Öğlen vakti gelmen gerekirken, Ana seni evde
beklerken nerelerde kaldın dercesine.
- İyiyim Recep, sen nasılsın? İşlerin nasıl?
- İyi hocam ne olsun. Havalar
soğumadan işleri toparlamaya çalışıyorum.
-Öğle vakti sizin eve uğradım.
Anayı ziyaret ettim. Beraber yemek yedik, sohbet ettik. Lakin senin öğle üzeri
eve geleceğini söylediler. Bekledik epey bir zaman gelmedin. Hayırdır bir sorun
yok değil mi? Dedim.
Gülerek yüzüme baktı.
- Yok be hocam. Ne sorunu olacak
ki. Tarladan işimi bitirip eve yollanırken Mehmet amcayı gördüm üzüm bağında
uğraşıp duruyordu.
- Eeee, dedim.
-Yanına uğrayıp hal hatırını sormak
istedim. Çok sevindi. Gel bakalım Recep oğlum dedi. Ben artık yaşlanıyorum mu
nedir. Bak şu yan yatmış asma kökünü bir türlü düzeltemedim. Tam da zamanında
geldin. Hadi bir el at şuna düzeltelim, dedi.
-Düzeltebildiniz mi bari?
- Mehmet amcanın istediği gibi
yaptık hocam. Yalnız işi bitirene kadar da vakit geçti tabii. Haber de
veremedim eve. Anamın canı sıkılmıştır şimdi.
Mehmet amcanın varı yoğu, uğraşısı,
göz bebeği sahip olduğu bir kaç dönümlük üzüm bağıydı. Boş zamanlarında devamlı
bağa gider, üzüm asmalarına çocuğu gibi bakardı. Asmaların çubuk, yaprak ve
sürgünlerini budar temizlerdi. Asmaların ekonomik ömrünü uzatmak için her yıl
budanması gerekirdi. Bunu çok iyi bilen Mehmet amca da her yıl gereken bakımı yapar asmaları budar,
ilaçlardı.
Hem kış budamasını yapar kurumuş
dalları ayıklardı hem de yaz budamasını yapar filiz, uç, tepe ve bilezik alma ile
yaprak, salkım ve tane seyreltmesi yapardı.
Bağın gübrelenmesi, sulama ve
ilaçlanmasını ihmal etmezdi.
Bunu bildiğimden Recep'in o gün
Mehmet amca tarafından nasıl çalıştırıldığını tahmin ettim ve gülümsedim.
- Ne iyi etmişsin, bak haberim
olsaydı ben de gelir yardım ederdim. Gün boyu boş boş dolanıp durdum.
Gülümseyen gözleriyle yorgun bedeni
sızlarken belli etmeden konuşmasına devam ediyordu Recep. Lakin yorgun
olduğunun farkındaydım bu yiğit delikanlının. Hem yiğit hem de yardımsever,
insancıldı.
Gözleri uzaklara bakıyordu.
- Sen eve git Ana ve Fadime seni
merak etmiştir,dedim. Hem acıkmışsındır gün boyu bu sıcakta. Dinlen. Kendine
gelirsin, yorgunluğunu da atarsın böylece.
- Anlaşıldı hocam, dedi gülerek.
Siz beni başınızdan savmak istiyorsunuz. Madem öyle o zaman da ben gidiyorum.
Gülümsedim. Git anlamında başımı salladım.
Yorgundu besbelli.
Sokağın sonuna bir an gözüm
takıldı. Ta uzaklarda dimdik ayaktaydı Mehmet amcaların evi. Zeynep'i düşündüm
bir an. Recebe vurgundu bir zamanlar. Lakin kader işte. Dayısının oğluyla
evlendirilmişti istemese de Zeynep.
Kerpicin sıcaklığıyla dimdik ayakta
duruyordu Zeyneplerin evi. Kahverengi- mor duygularını düşsel bir duyguyla yüreğinize
sermiştir, yolun sonunda göz kırpan ev, alıp götürür sizi. Saçaklarında beliren
mavi düşsel umudu serinliğinde yudumlar akşamın alaca karanlığında. Rahatlarsınız,
hüzünlenirsiniz, umutlanırsınız o an; suları, bulutları, denizin maviliğini,
ışığın yansımasını düşünerek.
Evrenin giz dolu müziğidir o an
yaşananlar.
Çoğu kız akraba oğluna zorla veriliyor ve ses çıkartamıyor:((( sonuç da genellikle hayal kırıklığı oluyor, erkekler için de farklı değil..mesela yıllar önce kapı komşumuzun oğlu hala mı, teyze mi tam hatırlamıyorum ikisinden biriydi ama- kızıyla evlendi ama birkaç sene sonra kavga gürültü boşandılar...
YanıtlaSilbu güzel hikaye kitap olacak inşallah hocam
Düşüncelerinize katılıyorum.
SilTeşekkür ediyorum.
Yorumunuzu görmeyince de kızıyorum bazen:)))))
O kadar alıştık yorumlarınıza.
Saygılar.