9 Eylül 2013 Pazartesi

KADINSIZ BİR UYGARLIĞIN VARLIĞINI DÜŞÜNMEK OLANAKLI MIDIR?

                                                        Fotoğraf: Steve McCurry


Ulaşabildiği her yeri, her kerpici, her taşı, her ağacı, her canlıyı güzel gösteren altın sarısı akşam güneşinin ışıkları altında kasabanın meydanının etrafını saran kahvelerden birinin kapısından girip boş masalardan birine doğru yürüdüm.
Okey şakırtıları ve yoğun gürültü arasında verdiğim selamı duyanların "hoş geldiniz hocam" söylemleri arasında söylediğim çayı masanın üzerine koyan kahveci hal ve hatırımı sorduktan sonra işinin başına döndü.
Kahvenin duvarları sanırsın dün yapılmış gibi boyalıydı. İs ve duman kokusu ve lekesinin izlerini kaybetmek için bir kaç ayda bir kahvenin boya ve badanasının yapıldığını biliyordum.
Duvarları boyamakta ki amaç aslında korumaktan çok is ve duman izlerini gizlemekti.
Kahvede okey oynayanlar ve sohbet edenler arasında oturup sohbet ettiğim tanıdık biri olmayınca da kendi düşüncelerime dalıp gittim.
Ortaklar Köy enstitüsü mezunu Mehmet amcayla eşi Hatice ninenin yaşamını; kızları Zeynebi istemese de dayısının oğluna gönülsüzce vermelerini düşündüm.
Zeynep'in içinde bulunduğu durumu anımsadım.
Yirmi yıla yakın dayısının oğluyla evli kalan, bu zaman zarfında eşinin boş vermişliği, kahve ve içki düşkünlüğü, başka kadınlarla düşüp kalkma ve kazancını buralarda harcama alışkanlığı sonucu çocuklarına hem ana hem baba olmuştu.
"Yirmi yıl önce bir kadın olarak, gerçekleri görmek benim için zordu. Geçen yıllarda eşimin alışkanlıkları, saklı birkaç gerçekle yüz yüze gelmemi sağladı" diye dert yanıyordu Zeynep. "Mesele" diyordu "yıllar önce anam kardeşinin oğlunun kasaba dışında kentte yaşadığını, evlenip de kente yerleştiğimizde her şeyin daha güzel olacağını inandırmıştı beni."
"Lakin eşime duyduğum saygı zamanla yok oldu. Masumiyetini kaybetmişti çünkü eşim. Bakış açımızda değişiklikler vardı. O alışkanlıklarından vaz geçmeye yanaşmıyor, evin ihtiyaçlarına ayıracağı parayı başkalarıyla yiyip içiyordu. Uzun yıllar bu şekilde yaşadım. Boşanmayı ilk başlarda hiç düşünmedim. Çevre ne der, anam babam ne der diye düşündüm, bağrıma taş bastım. Apartman temizliğine gittim, merdivenleri sildim, zenginlerin evlerini temizledim. Çocuklarımı kimseye muhtaç etmemeye çalıştım"
Zeynep'in bu anlatımları insanın yüreğini burkuyordu.
Yaşadıklarını "kader" olarak algılıyordu. Her ne kadar eşi eve bakmasa da,sorunlarla ilgilenmese de bu yaşadıklarını "kader" olarak uzun yıllar içinde taşıdı.
Yanıldığını ve yaşamın insanın kendi eliyle şekillendiğini anladığında ise aradan yirmi yıl geçmiş, kızları evlenme çağına gelmişti.
Yaşadığı acıyı anasına bir gün şu sözlerle açıklamıştı:
"-İstemediğim bir evliliğe beni zorladınız. Geleceğime ben değil siz karar verdiniz. Hayır demeyeceğim, kaderime boyun eğeceğim. Başka da çare yok. Fakat siz bu durumu vicdanınıza nasıl sığdırırsınız bilemem.
Her an dudaklarınızda acı ve buruk bir tebessümle yaşayacaksınız. Beni düşündüren, babamın alnına sürülmek istenen kara lekenin babamı nasıl hırpaladığıdır. Kararına hayır diyerek daha fazla hırpalanmasına razı olmayacağım.
 İşten çıkman, sonrasında babamın işini kaybetmesi, yeterli toprağa sahip olamayışımız benim hayatımı dönülmez noktaya getirdi. Eğitimimi yarıda kesmek zorunda kaldım. Yetmedi evlendirilmek isteniyorum. Dayımın oğlu ile evlenmemi bana sormadınız bile. Yüreğimde taşıyacağım bir hançeri bana hediye ettiniz. Ömrünüzce bu vicdan azabından kurtulamayacaksınız bunu biliyorum."
Çünkü Zeynep'in gönlünde dayısının oğlu değil komşusunun oğlu Recep vardı. Lakin bunu kimseye anlatmadı, anlatamazdı, içine attı.
Kırsalda ya da kentte yaşayan halkların yüz yıllar boyunca kadına verdiği değer bu mu olmalıydı diye düşündüm. Feodal ilişkilerin yoğun olduğu dönemlerin artık geride kalması gerekmez miydi?
Kadının kendi yaşamını paylaşacağı eşini seçmesine neden müsaade edilmiyordu?
Kadınsız bir uygarlığın varlığını düşünmek olanaklı mıdır?
Toplumların gelişmişliği kadına verdikleri değer ile anlaşılır. Kadını zayıf gören ve hak ettiği değeri vermek istemeyenler kuşkusuz komplekslidirler. Unutulmamalıdır ki erkeğin kadına kadının da erkeğe ihtiyacı vardır.
Nasıl ki doğada güzellik aranırsa kadında da güzellik aran maz mı? Bu güzellik sadece yüz güzelliği değildir elbette. Akıl ve mantık güzelliği de önemlidir. Kadının varlığının olmadığı evi düşünmek bile istemem. O nedenle kadına gereken değeri ve önemi vermeli toplumumuz.
Bu duyguların yoğunluğu altında dalmış gitmişim. Ta ki kahvecinin "Hocam daldınız. Yeni çay demledim. İster misiniz " sözleriyle irkilip kendime geldim.
Uzun süre uykusuz kalmışcasına gözlerimi ovaladım bir süre. Ses vermeyince uzaklaşan kahveciye:
- Getir getir elbette içmez olur muyum, diye seslendim.
Çayı içince az da olsa duygu sersemliğinden kendimi sıyırabildim.
Saate baktım. Vakit epey geçmişti.
Sabah kahvaltısında evden çıkmış bir daha da uğramamıştım. Benimkisi de "ihmalkârlık" diye hayıflandım. Çay parasını kahveciye vermemle birlikte kendimi dışarı attım.
Lakin eve gidinceye kadar da düşünce yoğunluğu yaşayacağımı biliyordum. Kafamın içi karma karışıktı.


10 yorum:

  1. Merhabalar Hüseyin Hocam.

    Kaleminize ve gönlünüze sağlıklar dilerim. Yine çok güzel bir anlatımla insanın yaşadığı çevresindeki olaylar karşısında nasıl etkilendiğini ve neler düşündüğünü anlatan güzel bir öyküydü.

    Kırsal kesimlerde maalesef Zeynep gibi kızlarımıza ait yazılacak çok hikayeler var. Bunlar kırsaldan şehire göç etseler bile hiçbir şey değişmiyor. Kafa değişmedikten sonra, çevreyi değiştirmişin neye yarar?

    Bırakınız uygarlığı, kadınsız hiçbir şeyin varlığını düşünmek mümkün değildir. Bu tespit hem erkekler, hem de kadınlar için geçerlidir. Çünkü; Cenab-ı Hakk, yarattığı alemlerden yeryüzüne göndermeyi planladığı insanı iki eşit parçaya bölmüş ve bunlar birbirlerini tamamladıkları sürece her şeyin devamını mümkün kılmıştır.

    Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Recep Bey;
      Epey oldu bloğuma ve bloğlara, arkadaşların bloğlarına bakmayalı.
      Yorumun ne güzel.
      Teşekürlerimle.
      Saygılar.

      Sil
  2. Maalesef vefakar cefakar anadolu kadınımız acının her türlüsünü göğüsler, Nazım Hikmet'in ..."Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen...Ve sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen...Ve ekinde, tütünde, odunda ve kara sabana koşulan kadınlarımız"...dizelerinde ne güzel ifade etmiş. Siz de yazınızda Zeynep nezdinde kadını ve sosyal konumu bizlere bir kez daha hatırlattınız. Yüreğinize sağlık Hüseyin Hocam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kadınlara dair yazdığın yazıyı okudum en son.
      İçim acıdı...
      Her satırını okudukça...
      O nedenle düşüncelerine katılıyorum.
      Saygılar.

      Sil
  3. Zeynep'in dramı ne kadar yürek burkuyor hocam:(ha bir de dayısının oğlu! Bu ülkenin bu hale gelmesinde acaba akraba evlilikleri mi var diyorum yani hep diyoruz ya kim bunlara oy veriyor, aptallık, salaklık, gerzeklik akraba evliliği ürünü oldukları için herhalde ancak bu kadar kafaları çalışıyor...kadınsız bir uygarlık olamaz ama kadınlar da her zaman en büyük acıları çekenler..
    saygılar hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın Müjde kardeşim.
      Yürek burkmasa niye yazalım ki...
      Yürek burkmaması için yazmak gerek.
      Yorum için çok teşekkür ediyorum.
      Saygılar.

      Sil
  4. olanaklı nasıl olur ki .olanaklı olsaydı bir kere insan varolmazdı herhalde..bir de resim yazıyla uyumlu olmuş..anlatımda harika gerçekten..elinize sağlık hocam..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok çok teşekkür ederim.
      Bu aralar ufak tefek rahatsızlıklar PC'den uzaklaşmama neden oldu.
      Bakalım ne zaman yazmaya başlıyacam devamını.
      Her doğan güne söz veriyorum...
      Yazacağım diye...
      Sonrası kocaman bir laf olmaktan öte gitmiyor.
      Saygılar Bilge Dünyamız.

      Sil
  5. Gayet güzel bir yazı hocam.Kalemine sağlık.Bu halde kalan kadınların işi gerçekten çok zor...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim "Kitap cumhuriyetim"...
      Kadınlar hakkındaki düşüncene katılıyorum.

      Sil