Fotoğraf: Steve McCurry
Ulaşabildiği her yeri, her kerpici,
her taşı, her ağacı, her canlıyı güzel gösteren altın sarısı akşam güneşinin
ışıkları altında kasabanın meydanının etrafını saran kahvelerden birinin
kapısından girip boş masalardan birine doğru yürüdüm.
Okey şakırtıları ve yoğun gürültü
arasında verdiğim selamı duyanların "hoş
geldiniz hocam" söylemleri arasında söylediğim çayı masanın üzerine
koyan kahveci hal ve hatırımı sorduktan sonra işinin başına döndü.
Kahvenin duvarları sanırsın
dün yapılmış gibi boyalıydı. İs ve duman kokusu ve lekesinin izlerini kaybetmek
için bir kaç ayda bir kahvenin boya ve badanasının yapıldığını biliyordum.
Duvarları boyamakta ki amaç aslında
korumaktan çok is ve duman izlerini gizlemekti.
Kahvede okey oynayanlar ve sohbet edenler
arasında oturup sohbet ettiğim tanıdık biri olmayınca da kendi düşüncelerime
dalıp gittim.
Ortaklar
Köy enstitüsü mezunu Mehmet amcayla eşi Hatice ninenin yaşamını; kızları
Zeynebi istemese de dayısının oğluna gönülsüzce vermelerini düşündüm.
Zeynep'in
içinde bulunduğu durumu anımsadım.
Yirmi
yıla yakın dayısının oğluyla evli kalan, bu zaman zarfında eşinin boş
vermişliği, kahve ve içki düşkünlüğü, başka kadınlarla düşüp kalkma ve
kazancını buralarda harcama alışkanlığı sonucu çocuklarına hem ana hem baba
olmuştu.
"Yirmi yıl önce bir kadın
olarak, gerçekleri görmek benim için zordu. Geçen yıllarda eşimin
alışkanlıkları, saklı birkaç gerçekle yüz yüze gelmemi sağladı" diye
dert yanıyordu Zeynep. "Mesele"
diyordu "yıllar önce anam kardeşinin
oğlunun kasaba dışında kentte yaşadığını, evlenip de kente yerleştiğimizde her
şeyin daha güzel olacağını inandırmıştı beni."
"Lakin eşime duyduğum saygı
zamanla yok oldu. Masumiyetini kaybetmişti çünkü eşim. Bakış açımızda
değişiklikler vardı. O alışkanlıklarından vaz geçmeye yanaşmıyor, evin
ihtiyaçlarına ayıracağı parayı başkalarıyla yiyip içiyordu. Uzun yıllar bu
şekilde yaşadım. Boşanmayı ilk başlarda hiç düşünmedim. Çevre ne der, anam
babam ne der diye düşündüm, bağrıma taş bastım. Apartman temizliğine gittim,
merdivenleri sildim, zenginlerin evlerini temizledim. Çocuklarımı kimseye
muhtaç etmemeye çalıştım"
Zeynep'in
bu anlatımları insanın yüreğini burkuyordu.
Yaşadıklarını
"kader" olarak algılıyordu.
Her ne kadar eşi eve bakmasa da,sorunlarla ilgilenmese de bu yaşadıklarını "kader" olarak uzun yıllar
içinde taşıdı.
Yanıldığını
ve yaşamın insanın kendi eliyle şekillendiğini anladığında ise aradan yirmi yıl
geçmiş, kızları evlenme çağına gelmişti.
Yaşadığı
acıyı anasına bir gün şu sözlerle açıklamıştı:
"-İstemediğim
bir evliliğe beni zorladınız. Geleceğime ben değil siz karar verdiniz. Hayır
demeyeceğim, kaderime boyun eğeceğim. Başka da çare yok. Fakat siz bu durumu
vicdanınıza nasıl sığdırırsınız bilemem.
Her
an dudaklarınızda acı ve buruk bir tebessümle yaşayacaksınız. Beni düşündüren,
babamın alnına sürülmek istenen kara lekenin babamı nasıl hırpaladığıdır.
Kararına hayır diyerek daha fazla hırpalanmasına razı olmayacağım.
İşten çıkman, sonrasında babamın işini
kaybetmesi, yeterli toprağa sahip olamayışımız benim hayatımı dönülmez noktaya
getirdi. Eğitimimi yarıda kesmek zorunda kaldım. Yetmedi evlendirilmek
isteniyorum. Dayımın oğlu ile evlenmemi bana sormadınız bile. Yüreğimde
taşıyacağım bir hançeri bana hediye ettiniz. Ömrünüzce bu vicdan azabından kurtulamayacaksınız
bunu biliyorum."
Çünkü Zeynep'in gönlünde dayısının
oğlu değil komşusunun oğlu Recep vardı. Lakin bunu kimseye anlatmadı,
anlatamazdı, içine attı.
Kırsalda ya da kentte yaşayan
halkların yüz yıllar boyunca kadına verdiği değer bu mu olmalıydı diye düşündüm.
Feodal ilişkilerin yoğun olduğu dönemlerin artık geride kalması gerekmez miydi?
Kadının kendi yaşamını paylaşacağı
eşini seçmesine neden müsaade edilmiyordu?
Kadınsız bir uygarlığın varlığını
düşünmek olanaklı mıdır?
Toplumların gelişmişliği kadına
verdikleri değer ile anlaşılır. Kadını zayıf gören ve hak ettiği değeri vermek
istemeyenler kuşkusuz komplekslidirler. Unutulmamalıdır ki erkeğin kadına
kadının da erkeğe ihtiyacı vardır.
Nasıl ki doğada güzellik aranırsa
kadında da güzellik aran maz mı? Bu güzellik sadece yüz güzelliği değildir
elbette. Akıl ve mantık güzelliği de önemlidir. Kadının varlığının olmadığı evi
düşünmek bile istemem. O nedenle kadına gereken değeri ve önemi vermeli
toplumumuz.
Bu duyguların yoğunluğu altında
dalmış gitmişim. Ta ki kahvecinin "Hocam
daldınız. Yeni çay demledim. İster misiniz " sözleriyle irkilip kendime
geldim.
Uzun süre uykusuz kalmışcasına
gözlerimi ovaladım bir süre. Ses vermeyince uzaklaşan kahveciye:
- Getir getir elbette içmez olur
muyum, diye seslendim.
Çayı içince az da olsa duygu
sersemliğinden kendimi sıyırabildim.
Saate baktım. Vakit epey geçmişti.
Sabah kahvaltısında evden çıkmış
bir daha da uğramamıştım. Benimkisi de "ihmalkârlık"
diye hayıflandım. Çay parasını kahveciye vermemle birlikte kendimi dışarı
attım.
Lakin eve gidinceye kadar da düşünce
yoğunluğu yaşayacağımı biliyordum. Kafamın içi karma karışıktı.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilKaleminize ve gönlünüze sağlıklar dilerim. Yine çok güzel bir anlatımla insanın yaşadığı çevresindeki olaylar karşısında nasıl etkilendiğini ve neler düşündüğünü anlatan güzel bir öyküydü.
Kırsal kesimlerde maalesef Zeynep gibi kızlarımıza ait yazılacak çok hikayeler var. Bunlar kırsaldan şehire göç etseler bile hiçbir şey değişmiyor. Kafa değişmedikten sonra, çevreyi değiştirmişin neye yarar?
Bırakınız uygarlığı, kadınsız hiçbir şeyin varlığını düşünmek mümkün değildir. Bu tespit hem erkekler, hem de kadınlar için geçerlidir. Çünkü; Cenab-ı Hakk, yarattığı alemlerden yeryüzüne göndermeyi planladığı insanı iki eşit parçaya bölmüş ve bunlar birbirlerini tamamladıkları sürece her şeyin devamını mümkün kılmıştır.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.
Recep Bey;
SilEpey oldu bloğuma ve bloğlara, arkadaşların bloğlarına bakmayalı.
Yorumun ne güzel.
Teşekürlerimle.
Saygılar.
Maalesef vefakar cefakar anadolu kadınımız acının her türlüsünü göğüsler, Nazım Hikmet'in ..."Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen...Ve sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen...Ve ekinde, tütünde, odunda ve kara sabana koşulan kadınlarımız"...dizelerinde ne güzel ifade etmiş. Siz de yazınızda Zeynep nezdinde kadını ve sosyal konumu bizlere bir kez daha hatırlattınız. Yüreğinize sağlık Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilKadınlara dair yazdığın yazıyı okudum en son.
Silİçim acıdı...
Her satırını okudukça...
O nedenle düşüncelerine katılıyorum.
Saygılar.
Zeynep'in dramı ne kadar yürek burkuyor hocam:(ha bir de dayısının oğlu! Bu ülkenin bu hale gelmesinde acaba akraba evlilikleri mi var diyorum yani hep diyoruz ya kim bunlara oy veriyor, aptallık, salaklık, gerzeklik akraba evliliği ürünü oldukları için herhalde ancak bu kadar kafaları çalışıyor...kadınsız bir uygarlık olamaz ama kadınlar da her zaman en büyük acıları çekenler..
YanıtlaSilsaygılar hocam
Haklısın Müjde kardeşim.
SilYürek burkmasa niye yazalım ki...
Yürek burkmaması için yazmak gerek.
Yorum için çok teşekkür ediyorum.
Saygılar.
olanaklı nasıl olur ki .olanaklı olsaydı bir kere insan varolmazdı herhalde..bir de resim yazıyla uyumlu olmuş..anlatımda harika gerçekten..elinize sağlık hocam..
YanıtlaSilÇok çok teşekkür ederim.
SilBu aralar ufak tefek rahatsızlıklar PC'den uzaklaşmama neden oldu.
Bakalım ne zaman yazmaya başlıyacam devamını.
Her doğan güne söz veriyorum...
Yazacağım diye...
Sonrası kocaman bir laf olmaktan öte gitmiyor.
Saygılar Bilge Dünyamız.
Gayet güzel bir yazı hocam.Kalemine sağlık.Bu halde kalan kadınların işi gerçekten çok zor...
YanıtlaSilTeşekkür ederim "Kitap cumhuriyetim"...
SilKadınlar hakkındaki düşüncene katılıyorum.