Öğretmen
olduğumu bildikleri için oturdukları parka gittiğimde beni her daim gülerek
karşılar, "Gel hele hocam gel. Bu Dr.
Ali yine 'dediğim dedik’ diyor da başka bir şey demiyor'" diye
takılırlardı. Dr. Ali dedikleri Sivaslı Hacı Ali amcaydı. Zamanında köylerde
elinde pense dişçilik yaptığından Dr. Ali diye çağrılır olmuştu.
Dr.
Ali serzenişe itiraz eder "yok be
hoca inanma bunlar ağız birliği yapıyorlar böyle. Doğruyu söyleyince işlerine
gelmiyor bu ihtiyarların" diye cevabı yapıştırırdı.
Gülerek
yanlarına selam verip yaklaşır "yine
tartıştınız anlaşılan" diyerek ortalığı yatıştırmaya çalışırdım. Tel
çerçeveli gözlük takan ve yakası düğmeli mavi bir gömlek giyen 75 yaşındaki Çankırılı
Satılmış amca gülerek ayağa fırlar “hocam
gel, bunların tartışmadığı gün mü var?” diyerek bana yer gösterirdi. İlkokuldan
sonra okuyamamış olsa da asırlık çınarın bu davranışı hem içtenliğinin hem de
aldığı "yâran" kültürünün bir sonucuydu.
Yıllar önce köyden kente
göç etmişler. Bir kısmı yaşlılığın verdiği yorgunlukla mecburen oğlunun kızının
yanına sığınmış
İçlerinden
emekli olanlar aldıkları üç beş kuruş emekli maaşını oğluna kızına veriyor,
evin geçimine karınca kararınca katkıda bulunuyordu. Emekli olmayanlar ise
boynu bükük oğlunun kızının eline bakıyordu. Ne acı bir durumdu bu. Yıllar yılı çalış
çabala yaşlılık belini bükünce bir kenarda sessizce otur. Yaşlıların ikide bir
laf arasında "ah gençlik!"
demelerinin altında yatan gerçek yaşlanınca kendilerine gençlikte olduğu gibi
söz hakkı verilmemesiydi. Yüzlerindeki çizgilerin konuştukça derinleşmesi,
başlarını önlerine eğerek iç çekişleri başka nasıl açıklanabilirdi ki.
Köylerinde,
kasabalarında ve hatta kente ilk göç ettikleri yıllarda, bu kadar sıkıntı
çekmediklerini söylerlerdi sıklıkla. Hele şu bir iki yıldır sıkıntılarının
iyice arttığından şikâyetçiydiler. Çoğu bin bir umutla geldikleri kentte
çocuklarının iş bulamadığından yakınır, ailenin geçiminin emekli maaşlarına baktığını
söylerdi. Emekli maaşları da zaten yeterli değildi. Kıt kanaat geçinmelerine
ancak yetiyordu. Şehirde bir yerden bir yere gidip gelmek kolay değildi. Yol
parası bütçelerini zorlar duruma gelmişti. Yiyeceklerini, giysilerini mahalle
pazarından alıyorlar, ucuz sebze ve meyvelere, gıdalara yöneliyorlardı. Alışveriş
merkezlerine gitmek, çarşı pazar gezip zaman geçirmek onlara göre değildi. Sokak
aralarında akşam pazarın dağılma saatlerinde ellerinde pazar arabaları ile
pazara gidenleri görmek sıradandı. Pazardan arta kalanları ucuzca almaya
alışmışlardı. Bazılarının da kirada oturan çocukları kirayı karşılayamadıkları
için yanlarına taşınmış, zaten dar olan evlerinde aynı odada yatar kalkar
olmuşlardı.
Mahallenin
renkli simalarından Tokatlı memur emeklisi Recep Amcanın oğlu çoktan babasının
yanında soluğu almıştı. Evin içine sığmayan eşyalar mutfak balkonuna
yerleştirilmiş, rutubetten etkilenmemesi için balkon taksitle pimapenciye
kapattırılmıştı. Yine de bir kısım eşya haraç mezat eskiciye satılmıştı. Bu
durumu kabullenemeyen gelin ise soluğu baba evinde almış, tüm yalvarma ve
çabalara rağmen açtığı dava boşanma ile sonuçlanmıştı. İki çocuğundan kız olanı
kendi yanında oğlan ise babasının yanında kalmıştı. Krizin ağır yükünü Recep
amca ve çocukları şimdilerde içlerine sindirmeye çalışmakla meşguller. Emekli
maaşı ile geçimini sağlamaya çalışan Recep amca artık oğlu ve torununun da karnını
doyurmak zorundaydı.
Evlerinde
Doğalgaz sistemi ve kombi olmasına rağmen geçen kış odun yakmışlardı. Emekli
diye bedava dağıtılan kömürden de alamamıştı. Recep amca bu yıl da soğuklar
bastırmadan inşaatlardan el arabası ile
odun kırıntısı toplamaya başlamıştı.
Çok acı gerçekleri (ki pek çoğu bizlerin sıkıntıları ile de benzerlik arz etmekte) yine sade ama akla mıhlanan o muhteşem ifadenle anlatmışsın Hüseyin hocam..
YanıtlaSilGüçlü kalemine ve yüce gönlüne sağlık.
Gülsen Hocam, değindiğiniz gibi kimi gerçeklerin gözlemini sıklıkla yapmakta ya da yaşamaktayız. Ne yazık ki bu zorlu yaşam sürecinde var olma mücadelesi verenlerin büyük bir bölümü hala "kaderci" anlayış ile kendilerini teselli etmekteler. "Ne yapalım kaderimiz böyleymiş" anlayışı yaygın kabul görmekte. Ülkemizin kimi yörelerinde "feodal" anlayışın hala sürdürülebilir olması da bu anlayışın bir yansımasıdır aslında. Okumak, gözlem yapmak, sokakta yaşananları yerinde görmek gerçeklerle insanın yüzleşmesine neden oluyor. Yorumunuza teşekkür ederim. Saygılarımla.
SilToplum "insan hikayeleri" açısından ne kadar zengin. Her evde, her yüzde ayrı bir dram yaşanıyor. Şimdi rastladığımız türde benzer hikayeler eskiden de vardı ama bu kadar üzüntülü, dokunaklı değildi. Yüzlerde derinleşen çizgiler, saçlarda çoğalan aklar yılların ötesinden neleri düşündürüyor. Eskiden iş bulmak için göç edilirdi. Şimdi hiçbir yerin taşı toprağı altın değil.
YanıtlaSilİnsanın arayışı hep sürecek, umut hiç tükenmeyecek...
Makbule Hanım, her insanın gözlemi ve düşündüklerini yazıya dökmesi ne güzel aslında. Umut diyorsunuz. Umut gerçekten bitmemeli. Bitmemesi için de mücadele eden, yaşanan sorunlara dikkat çeken insanlara ihtiyaç var. Yazdıklarınız ne kadar da doğru. Yorumunuz için teşekkür ediyorum. Saygılarımla.
SilEinstein (dünya kötülük yapanlar tarafından değil,sessiz kalanlar tarafından çok tehlikleli bir yer) demişti.Haklı..Bizler dünyamızda,ülkemizde kendi insanına karşı ,toplumlara karşı kötülük yapanlara sessiz kaldığımız sürece,yaşadığımız çevre,yaşadığımız dünya giderek daha tehlikeli bir hal almaya başlayacaktır..Bu açıdan baktığımızda sizin bu yazılarınızı olumlu olarak görebiliyoruz.Özelliklede emekliler için zor hayat şartlarını çok güzel kaleme almışsınız bu yazınızda.. Elinize sağlık..
YanıtlaSilYazdıklarınıza katılıyorum. Yapılan hukuksuzluklara, kötülüklere, insan yaşamını hiçe sayan davranışlara sessiz kalmamalıyız. Yaşam bütünseldir. Bütünselliğin bozulmaması önemlidir.
YanıtlaSil