Yazdan kalan
toz katmanlarıyla kaplı, güneşin kavurucu sıcaklığıyla boğuşan gri görüntüler sonbaharla
birlikte renk değiştirmeye başlamıştı. Araba homurtuları, korna sesleri, bağırış
çağırışlar, çocuk sesleri yerini sessizliğe bırakıyor gölgeler uzadıkça güneş
etkisini kaybediyordu. Mağaza ve dükkanların önleri, park ve caddeler giderek
tenhalaşıyordu. Şehirde yaşayanlar günün yorgunluğu ile evlerine çekiliyordu.
Sokaklar tenhalaştıkça şehrin yabancısı olanların sayısı artıyor gibiydi.
Gidecek bir evi olmayanlar ya kaldıkları otellere ya da kahvelere gidiyordu.
Alaca
karanlıkta, sokak lambalarının loş ışığında, sırtı iyice kamburlaşmış, dizleri
fersizleşmiş, elinde yıpranmış bastonuyla kaldırımdan destek alarak yavaş
adımlarla parka doğru gelen bir ihtiyar dikkatimi çekti. Başında kulaklarına
kadar inen siyah bir bere vardı. Sırtında rengi solmaya yüz tutmuş bir ceket,
gömleğindeki düğmelerin bir kısmı açık, ayağında boyası ve rengi solmuş bir
ayakkabı ve ütüsüz pantolonu ile yan tarafımda boş olan banka adeta kendini
bırakırcasına oturdu. Ceketinin yan cebinden mendilini çıkardı. Yüzündeki teri
sildi. Bastonunu yana bıraktı. Beresini hafifçe düzeltti. Yüzü yılların
yorgunluğu ile kırışmış, derisi sertleşmişti. Çehresi güneşten yanmış,
kavrulmuştu. Belli ki gün boyu güneş ve ayaz ile mücadele etmişti.
Yerimden
kalkıp yanına gittim. Kadim şehrin en yakın tanığıydı o. Selam verip yanına
oturdum. Başını telaşsız kaldırıp yüzüme baktı. Gözleri fersizleşmişti.
Dikkatli bakıldığında o gözlerde çok şey görmek mümkündü. Avurtları çökmüş,
sakalları iyice kırlaşmıştı. Zayıf uzun boyluydu. Belli ki yoksuldu lakin
onurlu bakışları vardı. Feleğin sillesini yediği belli oluyordu ama isyankâr
değildi. İç dünyasında bir fırtınanın
koptuğu belli iken o bunu ne hisleri ne de duyguları ile belli etmemeye
çalışıyordu.
İhtiyarı
sessizce izlemiş, tüm duygularım felce uğramıştı. Her şey susmuştu. Ne araba
homurtuları, ne korna sesleri, ne de azalmakta olan çocuk seslerini duyuyordum.
Yalnızca uzaklarda bir yerde çığırtkan bir kuşun tiz sesi çınlıyordu. Ya da
bana öyle gelmişti.
Banka
oturunca ayaklarını uzattı. Aç mıydı ? Evi yakın mıydı yoksa uzak mıydı?
Sormaya cesaret edemedim. İhtiyarın durumu derin düşünceye dalmama neden oldu. Acısını
içinde yaşıyor diye düşündüm. İhtiyar konuşmak istedi lakin konuşamadı. Mendilini
yüzüne kapatarak bir süre öyle kaldı. Nefes alışları gittikçe yavaşladı.
Akşam olmuş
herkes evlerine çekilmişken bu ihtiyarın parkta olması üzücüydü. Hani hava
sıcak olduğunda akşam serinliğinde dışarı çıkılır ya. O başka. Şu an öyle bir
durum yok. Akşam ile birlikte ayaz hissedilir şekilde artmıştı. O halde
ihtiyarı akşam soğuğunda parka getiren şey neydi bilinmez. Oturduğunda terini
silmesi epey bir yürüdüğünü gösteriyordu. Hem yorulmuş hem de terlemişti. İnsan
yaşlanmaya görsün. Gençliğindeki mücadeleci ruhunu kaybediyor.
Ani bir
şekilde kenara bıraktığı bastonunu aldı. Bastona dayanarak kalkmaya çalıştı. O
an fersiz gözlerle yüzüme baktı. "Evim
az ilerdeki sokakta" dedi. "Sabah
çıkıp şöyle bir dolanayım dedim. Soğuklar arttıkça dışarı çıkılmaz olur.
Dizlerim ağrıyor. Epey bir dolandım. Yorulmuşum." Yaşlı adamın
söyledikleri karşısında yılların yıpratıcılığını düşündüm. Bir gün bizlerde
benzer duruma düşecektik. Yaşlanıp bir köşeye çekilmek durumunda kalacaktık.
"Evinize kadar size eşlik edeyim" dedim.
"Gerek yok evladım" dedi. "Bir sokak ileride gideceğim yer. Siz zahmet etmeyin."
Israr etmedim.
"İyi akşamlar amca. Soğukta fazla dışarı
çıkmayın. Güneşe aldanmayın. Üşütür hasta olursunuz."
"Peki evladım. Size de iyi akşamlar" deyip bastonundan destek alarak
evinin yolunu tuttu.
İhtiyarın
gitmesi ile parkta yalnız kaldım. Başkalarının acılarına yabancıyız diye
düşündüm. Günü kurtarmanın peşindeyiz. Bu bir korkaklık yoksa vurdumduymazlık
mı? Başkalarını anlamaktan korkar olmuştuk.
Korkaklık
bizleri kör etti. Etrafımızda olan bitenleri görmüyoruz. Ya da görmek
istemiyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın telaşındayız. Oysaki o yılan bir
gün sana da dokunacaktır. Farkında değiliz ya da umursamıyoruz bazı şeyleri. Duygularımızın,
hislerimizin üzerinde bu denli değişimin olması ürkütücü. Korkakça, hastalıklı
duygular algı yanılsaması ile bizleri sarıp sarmalamış durumda.
Çeşitli nedenlerle toplumda bireyler birbirinden giderek uzaklaşıyor, yabancılaşıyor. Güven duygusu çok zedelendi, çıkar ilişkileri ön plana çıktı. Bir apartmanda yan yana dairelerde yaşayan insanlar bile komşuluk ilişkilerini sürdüremiyorlar.
YanıtlaSilYazınızda birçok konuyu ne güzel dile getirmişsiniz."Korkaklık bizleri kör etti." derken ne kadar haklısınız. Yanı başımızda yardıma ihtiyaç duyan insanların farkında bile değiliz. Biz böyle umursamaz değildik.
Yazdıklarınızda ne kadar haklısınız. Toplumun giderek birbirine yabancılaşan kamplara bölünmesi bir yana, kadim kültürümüzü, ananelerimizi, geleneklerimizi, komşuya yardımı, İmeceyi, fakirin karnını doyurmayı, yaşlıya sahip çıkmayı, misafirperverliği...vs unutalı epey oluyor desek yanlış söylemiş olmayız. Bana göre, bu duruma gelmenin en büyük nedenlerinden biri mahalle dokusunun yitirilmesi, apartman ve beton yığınlarına, cam ve çelikten oluşan rezidanslara yenik düşülmesidir. Teknolojinin gelişmesi de bunda etkilidir.
SilGeçenlerde fırından ekmek almak için cadde de yürürken (hava yağışlıydı) geri dönüşüm kapsamında yıkılıp tekrardan inşa edilmekte olan bir çok katlı binanın inşaatından yayaların zarar görmemesi için sac levhalarla kapatılmış yerinde Suriyeli bir kadın ve iki yanında yaşları küçük(Ana sınıfı çağlarında belki de daha küçük) iki çocuğuyla ıslak zemine oturmuş yardım dileniyordu.
Kalablık caddede yayaların %99.9'u bu durumdan rahatsız değildiler. Çünkü dönüp kadına ve çocuklarına bakmıyorlardı bile.
Yüreğim burkuldu.
Kendi kendime dedim ülkemde huzur bozulmasın Allahım.
Kimse muhtaç duruma ve yoksulluğa, çaresizliğe düşmesin.
Zalimlerin şerrinden bu vatanı korusun.
Eve geldiğimde eşime durumu anlattım.
O da üzüldü tabii.
Dedi para vereydin.
Dedim verdim.
Lakin bir benim yardımımla olmaz ki.
Buna devlet, sosyal yardım kurulıuşları el atmalı.
Kışta kıyamette dondurucu soğukta.
Çocuklar neredeyse yarı çıplaktılar.
Titriyorlardı.
İnsan insanlığından utanıyor bu durumda.
Yardımseverliğimizi unutmuşuz maalesef.
Yorum için teşekkür ediyorum. Saygılarımla.
Çok hüzünlü acı ve bir o kadar da gerçek. Maalesef kendimizden başka kimseyi görmez anlamaz tanımaz olduk. Çoğu zaman karşılaştığım ya da toplum olarak yaşadıklarımıza inanamaz oldum. Nasıl bir ,insan nasıl bir tolum olduk anlaşılır gibi değil. Neydi gözümüzü bu kadar dışarıya karşı kör eden, kulağımızı sağır eden eten... Düşünüyorum düşünüyorum da bir tek her şeyde "BEN" dememiz geliyor aklıma. Her şeyimiz Ben merkezli her fırsatta kendi egomuzun peşindeyiz. Hani balık baştan kokar derler ya, e başımızdakiler nasıl ki, onların yönettiği toplum nasıl olsun... Her şeyimizi kaybettik. Örf adet, vefa, hatır gönül, haya, yardımseverlik, saygı, sevgi... herşeyimiz laçkalaştı. Düzelir miyiz?, tekrar kendimize döner miyiz? Pek sanmıyorum. Her şeye rağmen bizler bize düşeni yapıp etrafımızdakileri uyarmalıyız diye düşünüyorum hocam. Emeğinize sağlık. Selam ve saygılar.
YanıtlaSilDüşüncelerinize aynen katılıyorum. Lakin, günler neler getirir hep birlikte göreceğiz. Yorum için teşekkür ediyorum. Saygı ve selamlarımla.
Sil