Kimi yazıların altına yapılan yorumları bazen üzülerek
okuruz. Yapılan yorumlarda yorumcunun düşüncesini öğreniriz. Yorumcunun dünya
görüşünü, hayata bakış açısını, bilgi ve becerisini öğrenmenin kısa yoludur
aynı zamanda o yorumlar.
Bir internet sitesinde dilimiz hakkında yapılan bir
yorum dikkatimi çekti. İlgili yorumda bakın ne deniyor. “Şu anda konuştuğumuz dilin Türk dili ile bir alakası
yoktur. Hatta uydurukçadır, bir dil bile değildir. Öz Türkçemiz yüzyıllarca
kendi mecrasında gelişen, büyüyen Osmanlıca işte gerçek Türkçedir. Zengin akıcı
bir dildir. Olgunlaşmış cihanşümul bir lisan olmuştur. Günümüz uydurukçası
Redd-i Miras hakkını kullananların dayatmasından başka bir şey değildir.”
Redd-i Miras hakkını
kullananlar söyleminde belli ki 1928 ve 1932 yıllarında dil konusunda yapılan
çalışmalar kastediliyor, kabullenilemiyor bir türlü. Halkın yüz yıllarca
kullandığı ve kullanmaya devam ettiği Türkçe uyduruk denilerek küçümseniyor.
Uydurukça dediği dil konusunda neden yukarıdaki
satırları yazanın canı bu kadar yanmıştı?
Türkçenin halkın kahır çoğunluğun
anlayamadığı Arapça ve Farsça kökenli sözcük ve gramer kurallarından
arındırılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak milli lisanı olarak yazı ve konuşma dili
haline getirilmesi canının yanmasının nedeni olabilir miydi?
Son birkaç yıldır tarihimiz konusunda sistemli ve
aralıksız bir saptırma kampanyasının yürütüldüğü bilindiğinden, resmi tarih saplantısı olanların böylece
dilimizle de sorunlu oldukları anlaşılıyor. Halkın benimseyip konuştuğu öz
Türkçe yerine Osmanlıcanın hayal edildiğini görüyoruz.
Ulusal kültürümüzün temel taşı olan Türkçemiz, bizi
birbirimize bağlayan, kültürümüzün kök salmasını ve gelecek nesillere
aktarılmasına hizmet eden en önemli varlığımız,
geçmişle geleceğimiz arasında en güçlü bağdır.
Mustafa Kemal Atatürk, "Milli his ile dil arasındaki bağ çok
kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde
başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil,
şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti,
dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır" diyerek dilin bir ulus açısından ne
kadar önemli olduğuna vurgu yapmıştır.
Yüzyıllardır Anadolu coğrafyasında halkın konuştuğu
dilin şu an kullandığımız Öz Türkçe olduğunu söylemek
için, “Karacaoğlan’ın, Yunus Emre’nin, Köroğlu’nun, Pir Sultan’ın, Aşık
Veysel’in” ve yüzlerce halk ozanının “Deyişlerinde,
Koçaklamalarında, Türkülerinde Fıkralarında, Hikayelerinde” kullandıkları dile bakmak yeterde artar bile.
Osmanlıca “Farsça, Arapça ve Türkçe” karışımı bir
dildir. Osmanlıca ile yazılan yazıları, yazıldıkları dönemde bile halkın
anlayamadığını söylemek abes olmasa gerek. Osmanlıca ile yazmış olan Divan
edebiyatı temsilcilerinden “Nabi’nin,
Nedim’in, Şeyh Galib’in” ve onlarcasının yazdıkları şiirleri
Türkçe konuşan Anadolu halkının tam manası ile anladığını ileri sürmek olası
değildir.
Örneğin Şeyh Galib’in ”Bir eşek var idi zayıf-ü nizar/ Yük elinde kat-ı Şikeste vü zar” dizelerini
sözlük olmadan Anadolu halkının dün de bugün de anladığını iddia edecek var
mıdır acaba?
Bu konuda tarih profesörü Salih Özbaran ne diyor “… Kendisi de sizinkinden farklı bir dil kullanmamakla
birlikte, Kanuni Sultan Süleyman döneminin saray diliyle konuşup yazmamayı
kuşaklar arasındaki kopukluğu derinleştirme, dolayısıyla ulusu değişmez
iççağrısından saptırma gibi görenler var. Bir tansık gerçekleşse de o dil geri
gelse, her birimiz başımıza bir kavuk, sırtımıza bir kaftan geçirsek, cümle
küffar önümüzde diz çökecek.”
Tarihimize ve dilimize yapılan saldırılar 29 Ekim
1923’ün sonuçlarının kabul edilmemesinin dışa vurumudur. Cumhuriyet sürecinin
yok sayılması isteğinin bir sonucudur. Cumhuriyetle beraber bu ülkede
yerleştirilen çağdaş değerlerle, tarihle, dille hesaplaşma girişimleridir.
Türk tarihi ve Türk dili Osmanlı özlemi uğruna
yağmalanıyor. Yok sayılmaya çalışılıyor. Nefret tohumları ile filizlenenler bir
dönem Anadolu halkına kazandırılanları yok etmeye çalışıyor.
Gerek televizyonlardaki sohbetlerde, gerekse gazete
köşelerinde kendine “dil ve tarih uzmanı” sıfatını yakıştıranlar
dilimizi ve tarihimizi buharlaştırma çabasındalar. Dilimiz ve tarihimiz tahrip
edilmeye, amacından saptırılmaya, yalan ve yanlış şeyler öğretilmeye
çalışılıyor. Ne yazık ki bu millete en büyük kötülüklerden biride bu yolla
yapılıyor.
Ulus olmanın en önemli hasletlerinden biride
tartışmasız o milletin kullandığı dildir. Dil bir ulusun
vazgeçilmezlerindendir. Dilimizi hoyratça hırpalamakla bir yere varılacağını
sanmıyorum.
13 Mayıs 1277 tarihinde Türkçeyi resmi dil ilan eden Karamanoğlu Mehmet Bey “Bugünden sonra divanda, dergâhta, bergâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır” diyerek dilimize sahip çıkarken, 21 yüzyılda dilimiz hakkında söylenenler düşündürücü değil mi?
13 Mayıs 1277 tarihinde Türkçeyi resmi dil ilan eden Karamanoğlu Mehmet Bey “Bugünden sonra divanda, dergâhta, bergâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır” diyerek dilimize sahip çıkarken, 21 yüzyılda dilimiz hakkında söylenenler düşündürücü değil mi?
Cehaletin, vurdumduymazlığın, yönlendirmenin,
sorumsuzluğun, aymazlığın boy attığı topraklara mı dönüştü benim Anadolu’m?
Bunca kin ve nefreti, ikiyüzlülüğü, çocuklarımızın
konuştuğu dil’i yerden yere vurmayı gerçekten hak ediyor muyuz?
Dilimizin düzgün kullanımı özellikle çocuklar ve gençler açısından ne kadar önemli. Ben de genellikle öz Türkçe kullanmaya özen gösteriyorum.
YanıtlaSilGençler kullanılan dilde yabancılık çekmemeliler diye düşünüyorum. Son yıllarda ne yazık tekrar sınav yerine "imtihan", öğrenci yerine "talebe" denmeye başlandı. Stadyumların, cadde ve sokakların, binaların adı değiştiriliyor. "Külliye" son zamanlarda sıkça kullanılan bir sözcük.
Esenlikler dilerim.
Temennilerinize katılıyorum Makbule kardeşim.
SilLakin;
maalesef uygulamaya bakıldığında yabancı dillerin ülkemiz sokaklarını, caddelerini iş yeri bağlamında istila ettiğini görüyoruz.
İnternet ortamına bakıldığında yorum yazanların kullandıkları kelimeleri yarım yamalak yazdıklarını görüyoruz.
Misal vereyim en basitinden adam facebookta bahçesindeki meyve ağacının dallarında bulunan olgunlaşmış meyvelerin fotosunu yayınlamış.
Altada yazmış:
"İşte bakcemizdeki ağaçlar "falan filan idye.
Yrumcuda yazmış:;
"Ulan bakce değil bahçe "diye.
Okkalı bir de argo kelime yazmış.
Her neyse olay kısaca bu.
Osmanlı özlemcilerinin öğrenci yerine talebeyi kullanmaları şaşırtıcı değil.
Külliye mi geçiniz.
Kullanan kullanıyor.
Kabul etmeyenin sesi çıkmıyor.
Selam ve saygılarımla.
Kaleminize sağlık Hüseyin hocam, Osmanlıda sizin de verdiğiniz örnekteki gibi kaç kişi bir halt anlıyordu o ağdalı Divan şiirlerinden mesela? Sizin örnek yine sade sayılır ben hatırlıyorum da "ey pay ben di damgeh -i kayd-ı nam-ü nenk takey hevai meşgale-i dehri bi direnk":))))kaç kişi anlıyordu bu şiiri acaba? Saraydaki şehzadelerden başka? Kimi kandırıyorlar yahu bu bilmem ne çocukları, hepsi cehenneme kadar yolu var, kızdım şimdi haaaa...offff:(((her gün bir pislik çıkartıyorlar.
YanıtlaSilMerhaba Müjde kardeşim. Nisan ayından bu yana yaşadığımız elim kayıp nedeni ile ne elimiz kalem tuttu doğru düzgün ne de parmaklarımızda yazacak dermen kaldı.
SilYeni yeni yazı ortamına bakmaya çalışıyoruz.
Yazılarınızı takip ettim diyemem bu süreçte.
Lakin, bir ara "senaryo" yazdığınız gözüme çarpmıştı.
Bu yeteneğinizin umarım karşılığını görürsünüz.
Gerçi muhaliflere yer yok günümüzde ama:)
Osmanlının yazı dili" divan edebiyatı" ile devam etti.
Halkın anladığı ise "halk edebiyatı" idi.
Osmanlı yazar çizeri;
"Fecri Aticiler",
"Serveti Fünuncular" falan filan derken epey bir karışlıktı.
Kimi çıktı dedi ki "sanat halk içindir"
Diğeri çıktı "Hayyttt ulan savulunnnnn...Sanat sanat içindir"...
Diğeri çıktı beru bakın "failün failün failatün"...
Durum bu maalesef...
Anlayan beru gelsun:)))))
Saygılar.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilOsmanlıca, bağımsız bir dil değildir. Osmanlıca Türkçenin bir dönemine verilen isimdir. Bu dönemi diğerlerinden ayıran özellik ise, Osmanlı Devletinin bu dönemde Arap ve Fars kültürü ile sıkı bir etkileşim halinde olması neticesinde bu dillerden Türkçe'ye çok fazla sözcük geçmiş olmasıdır.
Yorumundan bir pasaj alarak yazınızda yer verdiğiniz ilgilinin dil üzerinde bir hakimiyetinin olmadığı anlaşılıyor. Osmanlıca'dan Bağımsız bir dilmiş gibi bahsediyor. Osmanlıca'da latin harfler kullanılmamış, Arapça harfler kullanılmış. Osmanlıca kaynakları incelemek ve araştırmak için sadece Arapça harflerinin Osmanlıca Türkçesine uyarlanış halini öğrenmek yeterlidir. Bunun için de 78 milyon insana Osmanlıca okuma yazma öğretmeye gerek yoktur. Arşiv ve kaynakları inceleyen bilim adamlarının bilmesi yeterlidir. Ben de bir ara Osmanlıca okumaya heveslenmiştim, çünkü nüfus ve tapu kayıtlarında Osmanlıca yazılmış kayıtları okumaya hep eski memurları ararlardı. İlçemiz Nüfus müdürlüğünde çalışan çok yaşlı bir memur vardı, eski kayıtları hep ona okuttururlardı. O da vefat ettikten sonra, Osmanlıca tutulmuş kayıtları nasıl çözümlediler bilmiyorum.
Ben de günümüz Türkçe'sinin latin harflerle kullanılmasından yanayım. Geri Arap harflerine dönmek, aptallık olur. Osmanlıca'ya dönmek isteyenler, aslında Arap harflerine dönmeyi arzu ettikleri için Osmanlıca'yı istiyorlar. Osmanlıca'nın bağımsız bir dil olmadığını herkes biliyor.
yararlı paylaşımınız için teşekkür ederim. Kaleminiz ve yüreğiniz güçlü ve daim olsunlar. Sağlık, sıhhat ve afiyetler dilerim.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.
Merhaba Recep Bey;
SilHer daim derim aydın kişinin kalemi gerçekleri yazar.
Aydın kişi her daim gerçekleri görür diye.
Yazdığınız yorum yazıya katkı sağlıyor.
Yazıda yer almayan bu düşüncelerin iz için size teşekkür ediyorum.
Yorumunuza ekleyecek bir şey yok. Kaleminize sağlık.
Saygı ve selamlarımla.