Anadolu köylerinin, kasabalarının ve o köylerde kasabalarda
yaşayan on binlerin bugünkü geldiği konumdaki durumları ve açmazları, Anadolu
topraklarını vahşi kapitalizme ve onun işbirlikçilerine kurban edenlerin
uygulamalarının sonuçlarıdır.
Anadolu’yu “anlamaz, görmez, duymaz”
benzetmesiyle çoraklaştıran zihniyetin bu duruma gelinmesinde yadsınamayacak
rolü vardır.
Bir zamanlar öğrencilere ders kitaplarında “Türkiye dünyada tarım ürünleri
bakımından, kendi kendine yeten yedi ülkeden biridir” gerçeği
öğretilirdi. Maalesef artık o gerçekte tarihin tozlu sayfalarında yerini
almıştır.
Yine bir zamanlar tarım imkânları yeterli olan, ekilen ürünlerde
yeterli verim alınan ve mısır, pirinç, buğday ambarı olan ülkemizde gıda krizi
yaşanıyor olması; basiretsizliğin ve kapitalizmin ülkemiz tarımı
ürünlerine koyduğu kotanın kaçınılmaz sonucudur.
İnsanın benliğine sızan yoksulluk korkusu ve güven kaybı
insanlarımızı yerinden yurdundan etmiş, büyükşehirlerin varoşlarında yaşama
savaşı vermeye itmiştir. Köyünden kasabasından kopan insanlar, göç ettikleri
şehir merkezlerinde yoksulluğun pençesinde kıvranırken “asgari ücretin” dar
kalıplarına hapsedilmiş durumdadır.
Karın tokluğuna mahkûm edilenlerin bir kısmı sosyal güvencenin
dahi ne olduğunu bilememenin eşiğine getirilmişler; çalıştıkları işyerlerinde
sosyal güvenceye alınmalarını dahi, işten atılırım korkusu ile dile
getirememektedirler.
Hatta öyleleri var ki asgari ücretin altında çalışmalarına ve
çalıştıkları süre yaklaşık bir yılı geçmesine rağmen aldıkları ücretin artırılmasını
dahi isteyememekteler (her altı ayda bir asgari ücretin belirlendiğini
düşünürsek).
Anadolu’nun değişik coğrafyalarında yaşayan insanlarımızın bir
kısmı tarım ile iç içedir. Bir zamanlar Anadolu köylüsü hem kendilerinin, hem
de toplumumuzun gıda ihtiyacını giderecek ürünü rahatlıkla üretirken gelinen
noktada “feryat” etme durumunda ise insan ister istemez yıllardan beri
uygulanan yanlış ve dışa bağımlı tarım politikalarının yanlışlığını sorgulama
gereğini duymaktadır.
Örneğin bir Eskişehir'in bir Sivas’tan, bir Kırşehir’den, bir
Erzurum’dan farkı yoktur. Yani yaşama mücadelesi veren diğer şehirlerimizin dağ
köyleri ile ova köyleri ile orman köyleri ile Eskişehir'in köyleri aynı kaderi
paylaşmaktadır.
Bu açmazdan kurtulmanın çaresi ise, dışa bağımlılıktan kurtulmaktan
geçer. Devletimizin, dayatılan kapitalist uygulamaların değil ülkemize uygun
tarım ve ekonomik politikaların hayata geçirilmesi yönünde karar almasından
geçer.
Ülke nüfusu hızla şehirlere akmakta bu bağlamda da köylerimiz
boşalmaktadır. Çünkü köylerde gelinen noktada toprağı olanların dahi mazot ve
benzeri harcamalar yüzünden çiftçilik yapabilme olanakları zora girmiştir.
Diğer yandan uygulanan yanlış su kullanımları sonucu, su
havzalarında var olan yer altı su seviyesi düşmüş, yanlış sulama nedeni ile
tarım topraklarının bir kısmı çoraklaşmış, erozyona açık konuma getirilmiştir.
Aşırı hayvan otlatma nedeni ile meralarda ki bitkilerin aşırı
tüketilmesi, meraların yok olma aşamasına gelmesine neden olmuştur. Yani
ülkemiz bir yandan da hızla çölleşme yolundadır.
Sorunlar fazladır. Ancak zamanında ve yeterli önlemler alındığında
sorunların üstesinden gelmemek için bir sebepte yoktur.
Ülkemizin bir şekilde tarım, orman ve su konusunda “yol
haritası” çizmek zorunda olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
“İnsanlara balık vermekten çok, balık tutmayı öğretmek” gerektiği gerçeğini yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum.
Sorunlar bellidir. Önemli olan bir şekilde o sorunların ortadan
kaldırılması, köylerimizin ve kasabalarımızın göç vermekten çıkarılması, yetiştirilen ürünler ve
yapılan hayvancılık ile kendi kendine yeter konuma getirilmesidir.
Sanırım başımızdakilerden kurtulmak en büyük öncelik hocam, bunlardan sonra bu söylediklerinizi yapabilecek vatan sever insanları getirmeliyiz başa, din tüccarı, vatan, Atatürk düşmanlarını değil. Ama getiremezsek de her millet hak ettiği biçimde yaşarmışa döneceğiz:( bizler etmiyoruz ama kurunun yanında yaş da yanar:(
YanıtlaSilÜlkemizin bu duruma getirilmesi yıllarca uygulanan yanlış politikaların bir sonucudur. Elbette bu durum devam ederse gelecekte ülkemizi gıda bakımından daha da dışa bağımlı olmamıza sebep olacak zor günler bekliyor. Anadolu insanı bunu hak etmiyor. Dişi ve tırnağı ile toprağı kazan, işleyen bu cefakar insanların kendi topraklarında yetiştirdikleri ürün yerine dışa bağımlı hale getirilmeleri de üzücü bir durumdur. Çocuklarımızın gelecekte rahat bir ortamda yaşamaları için kendi insanımıza, tarımımıza, ormanımıza yatırım yapmalıyız. Göçü önleyecek tedbirler almalıyız.
SilGidecek başka yerimiz yok.
Var olanlara sahip çıkmalıyız.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilÜlkemizde ne köy kaldı, ne de köylü kaldı. Hepimiz şehirlere doluştuk ve birbirimizin üstünde yaşıyoruz. Bu içler acısı tablonun ressamını da çok iyi biliyoruz. Bizim bilmemiz para etmiyor. Bilmesi gerekenlere de bildiremiyoruz. Hala kedi gibi dört ayakları üzerine düşüyorlar. Bu dönemin de bir sonu var. Sonsuz olan ne var ki zaten? Sonu olmasaydı, Osmanlının olmazdı. Kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.
Merhaba Recep Bey,
Sil"Ülkemizde ne köy kaldı, ne de köylü. Hepimiz şehirlere doluştuk ve birbirimizin üstünde yaşıyoruz" cümleniz olayın kısa ve net anlatımıdır.
Bu duruma gelinmesinin müsebbibi de bu toplumda yetişen ve yanlış politikalarla bu ülkeyi dışa bağımlı hale getiren yönetici konumunda olanlardır.
Karar vericilerdir.
Mazot parasını bulamayıp toprağını işleyemeyen çiftçi ne yapacak?
Ya köyünde kalıp aç sefil karın tokluğuna çalışmaya devam edecek, ya da şehirlere göç edip varoşlarda yaşamaya devam edecek. İnşşat işlerinde, kaçak işyerlerinde asgari ücretin altında ve güvencesiz çalışacak.
Sosyal güvenceden yoksun işini kaybetmenin korkusu ile yaşayacak.
Umarım bu durumu düzeltecek yöneticiler gerçeği görüp gereğini yaparlar.
Selam ve saygılarımla.