“Uğraştık, mücadele ettik yıllar
boyu. Ama şimdi bakıyorum da, olmamış be arkadaşım. En yakınımızdakilerin bile
kanayan yarasını görememişiz.”
Okuduğum
bir roman da bu cümleler dikkatimi çekti. Yol haritasında, doğru bildiği rotada
ilerleyen bir insanın çevresinde olan bitenleri görememesinin kabulüdür bu.
Bugün
“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”.
Tüm
dünyada kadın sorunlarının ele alınıp çözüm yolları aranmasının yanı sıra, kadına
yönelik şiddetin önüne geçilmesi için mücadele edilmesi gereken bir gün.
Lakin
gerekli önlem ve tedbirlerin alınması, kadına yönelik şiddetin ortadan
kaldırılması için gerçekten atılması gereken adımlar atılıyor mu?
…
Sosyal
medyada tartışıla dursun biz geçelim anlatmak istediğimize.
…
“O, geceyi hayatım boyunca unutmadım.
Beş yaşındaydım.
Babam beni uykumdan uyandırıp,
‘Şimdi beni iyi dinle. Seni mutfak
penceresinden aşağı bırakacağım, koşarak Hatice teyzenin evine gideceksin.
Sabah olunca gelir seni alırım.’
Babam beni alelacele öptükten sonra,
kollarımdan tutup mutfak penceresinden aşağı bıraktı. Arkamdan bağırdı,
‘Koş kızım koş!’”
…
Koşup
Hatice teyzeye sığınır küçük kız.
Hava
aydınlanmaya başlamıştır. Uyumak şöyle dursun, sabaha kadar gözleri kapıda,
kalbi küt küt atarak korkuyla bekler.
Bir
süre geçtikten sonra pencereden bakıp dışarıda neler olup bittiğini görmeye
çalışır. Dışarısı polis kaynamaktadır.
Babası
“koş kızım koş” dedikten sonra geride
bıraktığı evlerinde gelen patlama seslerini hatırlar.
Hatice
teyze ise dizlerine vura vura ağlamaktadır.
…
Sonrası…
Küçük
kız kendini yetimhanenin müdiresinin karşısında bulur.
Müdire
hanım yetişkin birine anlatır gibi anlatır…”Bundan
sonra senin evin, ailen burası. Adın da Emine olacak. Sen artık devletin
çocuğusun.”
Yeni
adını ve yetimhaneyi hiç sevmez. Lakin çaresizdir küçük kız.
Aradan
günler, yıllar geçer.
Hatice teyze eskisi gibi Emineyi yetimhanede
ziyaret etmemektedir.
Yaşlanmış
ve hastadır.
Emine bir gün izin alıp Hatice teyzenin yanına gider.
Gerçekten
de Hatice teyze hasta yatmaktadır. Gözlerini güçlükle açıp Emine’ye bakar.
Son
günlerini yaşamakta olan Hatice teyze beş yaşında yetimhaneye giden Emineye
anne ve babası ile ilgili gerçeği anlatır.
…
Hatice
teyzenin anlattığına göre “Emine’nin
annesi ile babası çetin bir dağ köyünde tanışmışlar. Annesi köyün ağasının
kızıymış. Babası da köyde öğretmenlik yapıyormuş. Birbirlerine sevdalanmışlar.
Annesi daha on altı yaşındayken, babası onu çok zengin bir aşiret ağasıyla
nişanlar. Adam evlidir… Babam bu durumda tek çözümün kaçmak olduğunu anneme
söylemiş. Annem başta itiraz etmiş, “bizi öldürürler” demişse de babasına olan
sevgisine fazla direnememiş. Bir yolunu bulup İstanbul’a kaçmışlar.
…
Annesinin ailesi ve nişanlı olduğu
adam her yeri yakıp yıkmışlar ama onların izine rastlayamamışlar. Namus
davasına dönüşmüş bu durum. “İkisini de öldürmeden bu leke temizlenmez “
diyorlarmış.
…
Babamın beni Hatice teyzeye
gönderdiği o kara geceden bir gün önce haber gelmiş, “yerinizi biliyorlar,
vakit kaybetmeden kaçın” demiş birileri… Kaçmak için sabahı beklemişler, ama
beklediklerinden erken, gecenin köründe basmışlar evi.
…
Yetimhaneden
ayrıldıktan sonra bir arkadaşı ile başlarını sokacak bir yer bulurlar.
Arkadaşının sesi güzeldir. Küçük bir yerde şarkıcılık yapmaya başlar.
Emine de, ufak tefek dikiş işleri, temizlik
ve mutfak işleri yapar.
Bir
gün arkadaşı “Haydi hazırlan düğüne
gidiyoruz” der.
Düğünde
üniversitede okuyan bir gençle tanışır. Genç adam sıkılmadan pat diye “sana âşık oldum” der.
İlk
defa bir erkeğin eli eline değen Emine kalkıp gitmeye çalışsa da genç adam
bırakmaz. Emine ona “hayır” diyemez.
Ne dediyse inanır. Tanıştıktan bir süre sonra gizlice evlenirler.
Evlendikten
sonra eşinin kendinden yedi yaş küçük olduğunu öğrenir. Lakin hiçbir şey mutlu
olmalarına engel değildir.
…
Lakin
eşinin ailesi durumu öğrenir ve boşanmaları için baskı yapar.
Eşi,
ailesinin isteğine fazla direnemez ve boşanırlar.
Emine
hamiledir. İstemese de çocuğu doğurur ve zengin bir aileye evlatlık verir.
…
Aradan geçen yıllarda ne iş bulduysa çalışır.
Yokluk
ve sefalet içindeyken bir tanıdığının tavsiyesi üzerine, kumaş satılan bir
mağazada çalışmaya başlar.
Dükkân
sahibi iri yarı, çirkin mi çirkin bir adamdır.
Emine
dükkân sahibinin bakışlarından korkmaya başlar.
Adam
bir gün “Kız Emine bak ne diyeceğim sana,
ikimizde yalnızız. Gel evlen benimle. Beraber yaşar gideriz…”
Korkudan
titreyen Emine “Hayır, ben evlenmek
istemiyorum” der.
Adam
aldığı cevap sonrasında Emineye tecavüz eder. Bir gün hamile olduğunu öğrenir.
Çocuk
doğduktan sonra, çocuğunu adamın yanında bırakıp kaçar oradan.
Çaresizdir.
…
Oradan
oraya savrulan Emine bulduğu işlerde çalışır. Yarı aç yarı tok yaşar.
En
sonunda geldiği ilçede lokantası olan Sefa ile tanışır.
Sefa
çok iyi bir insandır.
Emine
ile evlenir.
Günleri
ilk başlarda mutlulukla geçer.
Ne
Emine ne de Sefa önceki hayatlarını birbirine anlatmazlar.
Sefa
genç bir öğrenciyken çok sevdiği kız arkadaşını bir çatışma ortasında kaybeder.
Kızın
ağabeyi de Sefayı bacaklarından vurup sakat bırakır.
Lakin
ölen kız arkadaşının ağabeyi Sefanın suçsuz olduğunu bilmektedir. Sefanın kız
kardeşini canından çok sevdiğini de.
Arada
yıllar geçmesine rağmen Sefa, Emine ile tanışıp, Emine’yi ölen Kız arkadaşına benzetip evlenmesine kadar evlenmez.
Ölen
kız arkadaşının ağabeyi de bunu bilmektedir.
Sefa
ile Emine birbirlerine anlatamadıklarını küçük birer deftere yazarlar.
Emine
bir gün, Sefa’nın devamlı kilitli tuttuğu çekmecenin anahtarını evde unuttuğunu
görür ve merakla çekmeceyi açıp defteri alır ve Sefa’nın yazdıklarını okur.
Sefa’nın
kendisine anlatamadığı hayat hikâyesini o defterde öğrenir.
…
Aradan günler geçer.
Emine günden güle sararıp solmaktadır.
Sefa, Emine kendisine söylemese de hasta olduğunu
anlar.
…
Gittikleri doktordan gerçeği öğrenirler.
Emine’nin fazla zamanı kalmamıştır.
Ve bir gün Emine bu dünyadan göçüp gider.
…
Sefa günler sonra, çekmecede Emine’nin yazıp bıraktığı
hayat hikâyesini öğrenir.
Ölen kız arkadaşının ağabeyi ile oturup Emine’nin
çocuklarını bulmaları gerektiğini konuşurlar.
…
Ve yukarı da girişte yazdığımı birbirine söylerler.
“Uğraştık,
mücadele ettik yıllar boyu. Ama şimdi bakıyorum da, olmamış be arkadaşım. En
yakınımızdakilerin bile kanayan yarasını görememişiz.”
…
Emine, çocuklarına hasret, büyük sıkıntılar,
yokluklar, acılar içinde hayata tutunmaya çalışır.
Oysaki hayat acımasızdır.
Emine’ye de acımaz.
Yıkıp geçer.
…
Evet, bugün “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günüdür”
Kutlu oslun.
Ne kadar acıklı bir öyküymüş Hüseyin hocam, o kadar üzülerek okudum ki, anlatamam. :( Sonunda çocukları bulup bulmadıklarını merak ettim:( Töreye lanet olsun, o olmasa Emine bunca çileyi çekmez, anne, babasıyla mutlu yaşar, iyi bir evlilik yapardı, hastalığının da belli ki sebebi o çektikleri...:( babası ne kadar iyiymiş en azından son anda kızının hayatını kurtarmış pencereden sarkıtmakla..
YanıtlaSilEmeğinize sağlık.:)
Merhaba Müjde Hanım kardeşim...
SilSefa ile arkadaşı,
Emine'nin kundaktayken bıraktığı bir oğlu ve bir de kızını bulmaya karar verirler...
Sefa'nın arkadaşı bulundukları ilçe de kaymakamdır...
Sefa'ya Emine'nin çocuklarını bulmak için çaba göstermeleri gerektiğini söyler.
Romanı tam da burada okumaya devam ediyorum...
Devamında bulup bulmadıklarını henüz bende öğrenemedim.
Lakin,
demem o ki..
Kadınların çektiği çileyi görelim, anlayalım, vicdanımızı harekete geçirip onlara eziyet edenlere geçit vermeyelim..
Hak ettikleri yere kavuşmaları için destek olalım.,
Okuyan gözlerinize sağlık.
Teşekkürler Müjde kardeşim.