9 Kasım 1979, günlerden Salı.
Saat, sabahın altısı yedisi ya var ya yok.
Odamın kapısını bir dost eli vuruyor. "Daha uyuyor musun?.
Kalk, geç kalacağız."
"Geç kalacağız" sözünden tokat yemiş gibi sersemlemiş,
hızla giyinmiş, kısa sürede otelin lobisine inmiştim.
Sinan bana "acele et" dercesine lobide dikilip
duruyordu.
Bir gün öncesinde, saatler süren otobüs yolculuğunun
yorgunluğu , uykusuzluğu sonucu otobüsten inince, garajda kısa bir moladan sonra Sinan
öğretmen ile iyi bir uyku çekip dinlenmek için en yakın otele
gitmiştik.
Sokağa çıktığımız zaman, yeni doğan güz güneşi,
bakır bir sini gibi sabahın erken saatinde yavaş yavaş
yükseliyordu. Hava açıktı. Saatler geçtikçe gökyüzünde kara bulutlar toplanmaya
başladı.
Buz tutmuş İstasyon caddesinden yukarıya, otobüs garajına doğru
yürümeye başladık.
Adımlarımız sanırsın kararsızdı.
Tanımadığımız bir kent, tanımadığımız, kültür ve
geleneklerini henüz bilmediğimiz bir yöre halkı.
Dükkanlar, mağazalar kapalı. Kendi kendime söyleniyorum sessizce. "Vakit
çok erken. Çarşı henüz açılmamış. "
Kasım ayazı insanın yüzüne kamçı gibi çarpıyor. Soğuğun ve
ayazın kırılmasını bekliyor olmalı yöre halkı.
Sokaklarda kimseler yok.
İstasyon caddesinden garaj yoluna saptık.
Garaj girişinde sola kıvrılarak, bir kase sıcak çorba içmek için üzerinde
"sıcak çorba" yazan yere yöneldik.
Sonra "Hasan'ın kahvesi" yazan yere.
Heyecan bitmiyor. Kaygı ve belirsizlik düşüncesi
de.
Kahvecinin kıtlama şeker eşliğinde
getirdiği çayı yudumlarken, zihnimden biriken kaygıdan kurtulmaya çalışıyorum.
Ayaz kırıldığında ilk işimiz valilik binasına gitmek olacak.
Bir süre sonra sokaklar kalabalıklaşıyor.
Sinan ile valiliğin yerini sorup oraya gitmek için sabahçı kahvesinin boğucu
sigara dumanına Hoşçakal diyoruz.
Öğretmenlik mesleği meşakkatli ve bir o kadar da kutsal bir meslek.
Yürüyeceğim yolun ilk durağı böyle başladı.
Kadim insanların, kadim topraklarında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder