Apartman blokları arasında esen sert rüzgâr denizin öyküsünü anlatır. Balıkçı tekneleri ve yosunun öyküsüdür anlatılan. Rüzgârla birlikte dolaşır sokakları. Sonra uçar gider başka diyarlara yeni öyküler anlatmak için.
Günün
en büyülü anlarını kime sorsan sabah ve akşam serinliği olduğunu söyler. Güneşin yumuşamış, yakıcı olmayan son
ışıkları bir yandan eğreti apartmanları yıkarken diğer yandan da mahalle sakinlerini
sokaklara davet eder.
Günün
altın ışıklarının büyüleyici etkisini beklemeden sabahın erken saatlerinde
parkları, nefes alınacak yeşil alanları doldurur yüzleri sert, elleri nasırlı
insanlar. Serinleyip yorgunluklarını atacakları başka yerde yoktur zaten. Bir
döngüdür bu, bir devinim değişmez.
İstanbul
adeta bir yaban arısı kovanını andırıyor. Havanın sıcak olduğu günlerde
caddelere, meydanlara, kafelere, AVM’lere insan selleri akıyor. Birbirine
yaslanmış apartman aralarında kendilerine oyun alanı olarak dar sokakları
seçmiş çocuklar. Oynayacakları bir yer yok, var olan yerlere de arabalar park
etmiş. Meydana gelecek bir depremde insanların toplanacakları geniş alanları bulmak
olanaksız.
Sokaklar,
caddeler seyyar satıcılarla dolu. Hediyelik eşyanın yanı sıra her türlü
malzemeyi satmaya çalışanlar kaldırımları işgal etmiş durumda. Bu nedenle insanlar
kaldırımlarda rahatça yürümekte zorlanıyor. Afrika kökenli insanların köşe
başlarında gün boyu seyyar satıcılık yapmalarına semt sakinleri çoktan alışmış.
Kısacası insanlar para kazanmanın derdinde.
Sabah
ve akşamları iş çıkışı insan selinden oluşan bir ordu beklenmedik bir şekilde ana
arterlere yayılıyor. Her yer hınca hınç insan dolu. Sükûnet içinde yalnız
kalacağınız bir yer bulamazsınız.
Paranın
geçim aracı olduğu bir dünyanın kurbanı olanlar, ikiyüzlü modernitenin
kıskacında hastalıklı bir anlayışın tanığıdırlar artık. Zamanlarını “serseri mayınlar” misali şehrin
sokaklarını amaçsızca dolaşarak, çığırtkan sokak satıcılarının, simit ve
piyango satıcılarının hareketlendirdiği meydanlarda ve parklarda geçiriyorlar.
Kalabalığı
kendine çeken parkların etrafında, birbirine dolanmış salkımsöğütlerin üzerine
konmuş, gizemli, rengârenk kuşlar görünüyor. Martılar, kırlangıçlar denizin ritüelini
anlatıyorlar çığlıklarıyla.
İstanbul
öyle kalabalık ki, evsizler parkları, köprü altlarını; seyyar satıcılar üst
geçitleri ve caddeleri ele geçirmişler. Sabahın serinliğinde parklarda yürüyüşe
çıkmak, banklarda sabahlayanların varlığı nedeniyle engelli koşu yapmak gibi
bir şey. İlerleyen saatlerde, şehrin yolları, trafiğin yoğunluğu nedeniyle
tıkanıyor.
Semt
pazarlarında pazarın dağılmasına yakın sebze meyve toplayanlar, çöpleri
karıştıranlar, yardım toplayanlar dikkati çekiyor. Varoşlarda zor durumda
varlığını sürdürmeye çalışanların yapacakları başka bir şeyde yok. Bir şekilde
hayatta kalmak zorundalar. Plansız kentleşmenin getirdiği sorunlar insanın
insana saygısını yok etmiş. Ve İstanbul'un nüfusu artmaya devam ediyor.
Trafiğin
yoğunluğu sabah akşam ana arterlerin tıkanmasına neden oluyor. İstanbul'un bir
ucundan diğer ucuna gitmek birkaç saat sürebiliyor. Kırmızı ışıkta geçenlerin
yanı sıra "park yapılamaz"
levhasının altında park eden; üç şeritli bir yolun sağına ve soluna park eden
arabalar yüzünden trafik duruyor ve yavaşlıyor. Yollar park amaçlı yapılmasa da
park amaçlı kullanılır olmuş. Burada geçen zaman vatandaşın zamanından çalıyor,
giden benzinin haddi hesabı yok. Sonuçta milyonlarca liralık iş ve enerji kaybı
yaşanıyor.
Tüm bunlar kentlileşmemiş bir nüfusun, birlikte yaşadığı insanların yaşam hakkına saygılı olmamasının bir sonucudur
"İstanbul adeta bir yaban arısı kovanını andırıyor" deyişinizde öyle haklısınız ki Hüseyin Hocam. Anadolu Yakası karşı taraftan biraz daha yaşanabilir bir kent görünümündedir.
YanıtlaSilDünyanın en güzel şehirlerinden birinde yaşayan insanlar güzellikleri göremez haldeler. Ekonomik zorluklar yaşamı daha da çekilmez kılıyor.
Kültürel ve sanatsal etkinliklerin merkezinde olup katılım sağlayamamak ...
Merhaba Makbule öğretmenim...
SilYıllar çok çabuk ve acımasız geçiyor maalesef İstanbul'da...
kızımın işi ve oğlumun üniversite eğitimi için 12 yıl önce Ankara'dan taşındım mega kente...
İst. Üniversitesine yakın olsun diye Avrupa yakasında ikamet ettim on sene...
Üni. bitti...
İşe başladı oğlum..
Bir gün ailece alınan karar gereği kızımn Asya byakasında ki evine yakın yere geldik.. Torunun bakımı için... Kızım çalışıyor..
Lakin, dediğiniz gibi değil artık İstanbull.
Gerek Avrupa ve gerekse Asya tarafı aybı kalabalık ve kaso içinde artık..
Kent eski dokusunu çoktan kaybetmiş...
Benim düşüncemi söylersem..
Avrupa yakası daha iyi... Ulaşım, sanat, alışveriş merkesleri açısından...
Ekonomik zorlukları yaşayanları AVM'lerin etrafıında bulunan çöp konteynerlerinin yakınında, semt pazarlarının dağılması sırasında gözlemek olası..
Çocukların oynayacağı bir alan yok mahalle aralarında...
Saymakla bitmez kentin getirdiği olumsuluklar...
İstanbul'un ne yazık ki artık eski dokusunu aramak boşuna...
Selam ve saygılar...
Merhabalar.
YanıtlaSilİstanbul demeye bin şahit lazım olan İstanbul'u anlatmışsınız. Kaleminize sağlık. Plansız kentleşme sonucu insanın insana saygısı da kalmaz, o kentte adam gibi de yaşanmaz! Sözüm meclisten dışarı, ipini koparan İstanbul'u mesken tutuyor. İstanbul'a yerleşmek öyle kolay olmamalı. İstanbul'a yerleşecek kişinin haklı gerekçeleri olacak ve bunları belgeleyecek. Yazık ettiler o güzelim İstanbul'a. Kim bilir şimdi İstanbul'da kaç bin Suriyeli, Afganlı vb. vardır? İstanbul ve İstanbul gibi şehirlerimiz kontrol altına alınmalı. Alt yapı yok, göç de yok. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne işe yarıyor Allah aşkına!
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep bey
SilHaklısın eleştirilerinde
İstanbul özellikle emekliler bakımından yaşanacak bir şehir olmaktan çıkmıştır bana göre...
Saygı dersen hak getire.
Araki bulasın..
İstanbula anadolu'dan göçün nedeni iş bulma içgüdüsü maalesef..
Gelen pişman giden pişman hesabı
Afganlı, Afrikalı, Suriyelilerin olduğu yerlerin sayısı az değil, onların sayısı da..
İlgili bakanlık bunu bilmiyor mu, elbete ki biliyor..
Selam ve saygılar