Akşam
saatlerinde çıkarılması gereken çöpler sabah saatlerinden itibaren çıkarılmaya
başlıyor. Bu anlayış, sokakları atılan çöplerle kirletiyor ve şehrin uygar
görüntüsünü mahalle pazarına benzetiyor. Halkın yaşadığı yerin temiz olmasına
önem vermesi ve kurallara uyması gerekir. Apartman önlerine bırakılan, AVM ve
diğer iş yerlerinin tanıtıcı broşürleri istenmeyen kirliliği artıran bir başka
sorun. Tonlarca kâğıt sokaklarda heba olup gidiyor. Çünkü vatandaş bu tür
broşürlerden bıkmış, nedir ne değildir diye alıp bakan yok.
Şehrin
bitmemişliği hemen her semtte "kentsel
dönüşüm" adı altında inşaatların devam etmesi anlamına geliyor. Ve bu nedenle
İstanbul'un hemen her köşesi şantiye durumunda.
Şehirlerde
yaşayanların bilinçlenmesi ve günlük yaşamında bilinçli hareket etmesi lazım.
Lakin bunu uygulayana rastlamak zor. Uygulamak için, şehrin yaşanabilir
olmasıyla uygarlık merkezi bir yerleşme olması arasındaki farkı görmek gerekir.
İstanbul'a
gelen kırsal kökenli vatandaşlarımız değişmeyi göze almakta ve değişmekteler.
Yavaş olsa da bu gerçekleşiyor. Bu değişimin bilinçli ve örgütlü olması için
yetkililere görev düşüyor. Değişimin
sürdürülebilmesi için, cadde ve sokakların fiziki yapısının, işlevsel
kullanımının düzenlenmesi gerekiyor. Kural tanımazlığın önlenmesinin şehrin
yaşanabilir olmasında önemli olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli.
Unutulmamalı
ki bir şehrin olumsuzlukları yanında olumlu yönleri de var. İstanbul’un bu yönü
daha ağır basıyor.
İstanbul,
ülkemizin en kalabalık, nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu şehirlerden biri.
İki kıtada geniş bir coğrafyaya yayılan şehirde birçok ülkenin nüfusundan fazla
insan yaşıyor.
Yüzyıllardır
doğu ile batı arasında kültür değişiminin vazgeçilmezliğine soyunan İstanbul
bugün barındırdığı milyonlarla benzer işlevine devam ediyor. Doğu ile batının
harmanlandığı bir merkez konumunda. Eşsiz güzellikleriyle İstanbul Boğazı iki
denizin birleştiği noktada inci bir kolye gibi uzanıyor. Şehrin silueti
gökdelenlerle değişse de yönü ve ruhu hep aynı.
Geçmişte
olduğu gibi bugün de yüz binlerce insan İstanbul’u görmek, boğazın
güzelliklerini seyretmek, ticaret yapmak için geliyor. Şehir iyi bir pazar
konumunda. Bankaları ve finans merkezleri ile ekonominin can damarı. Bu nedenle
İstanbul'un cazibesi gittikçe artıyor, bu cazibeye kapılanlar da bir daha
ayrılamıyor.
Kıyılara
baktığınızda uzaktan parlak yeşil yağmurlukları, gri buruşuk şapkalarıyla balıkçıları
görürsünüz. Yüksek bir ses tonuyla külhanbeyi bağırışlarını duyarsınız.
“Rastgele!”.
Özenle
hazırladıkları oltalarını umutla denize atarlar. Kovaları gümüş renkli
balıklarla dolduğunda yorgunluklarından eser kalmaz. Deniz yine cömert
davranmıştır. Akşama balık vardır sofrada. Yanında bolca limonlu zeytinyağlı salata
ve bir kadeh de rakı varsa sohbetin en koyusu yapılır saatlerce.
Deniz
derken özgürlük gelir akıllara. Balıkçı barınaklarında anlatılan onlarca
öyküsü, kendine has imbatı, meltemi, karayeli, lodosu olan. Denizin öykülerini
dinleyenler, bozkırın yağmurla gelen kokusunu unutmuşlardır. Deniz, balık, zaman
ve rüzgâr çoktandır dağın, vadinin yerini almış sohbetlerinde.
Kıyıya
yakın alanlarda banklara otururlar gün boyu “rastgele!”
seslerini dinleyerek. Yorgundur bakışları. Alınlarındaki derin çizgiler “yaşlandınız artık” dercesine
sitemkârdır. Kaderin kendilerini soktuğu bu cenderede sessizce etrafı seyrederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder