Aydın Germencik'e yapılan tayinim sonrasında acı ve
göz yaşını beraberinde getirecek olan iki önemli olay olmuştu. Hatta bunu üçe
de çıkarmalıyım.
1999 17 Ağustosunda tayinimin çıktığı Germencik'e
gitmek için eşim ve çocuklarımla birlikte kendi kullandığım arabayla sabaha
karşı yola çıktım. Sabah serinliğinde bir süre yol aldıktan sonra radyoyu
açtım. Eşim ön koltukta yanımda oturuyordu. Yaşları henüz küçük olan kızım ve
oğlumda arabanın arka koltuğunda uyuyorlardı. Radyoda spiker donuk bir ses
tonuyla haberleri okuyordu. Bir ara Gölcük'te şiddetli bir depremin meydana
geldiğini ve çok sayıda binanın yıkılması sonucu ölü ve yaralıların olduğu
haberi geçildi.
Haberi duyduğumda otomobili kenara çekmiş uzun süre
yola devam edememiştim. Uyanan çocukların "baba neden duruyoruz?"
sorusunu cevapsız bırakmıştım. O yaştaki çocuklara yaşanan felaketi nasıl
anlatabilirdim ki? Hem anlatsam da anlayabilirler miydi? İnsanın o anda eli
kolu tutmaz oluyor. Yaşanan acıyı kendi yüreğinde hissediyor. Nitekim 17 bine
yakın vatandaşımız bu doğa olayı sonucu yaşamını kaybetmişti. Kimileri olayın
nedenini dini açıdan ele alsalar da (Soma maden kazasını "laikliğe"
bağlayanların olması gibi!) aslında yıkımın nedeni depreme dayanıklı
binaların olmamasıydı.
İkinci olayda takvimler 22 Temmuz 2004 tarihini
gösteriyordu. İstanbul'dan gelen kayınpederle yeni aldığım uydu alıcısından
haberleri izliyorduk. Flaş haber olarak Haydarpaşa-
Ankara seferini yapan "hızlandırılmış tren"in Sakarya'nın Pamukova ilçesi [Mekece
istasyonunu geçtikten sonra 80 km/saat
hız limiti ile girmesi gereken dönemece 132 km/saat hızla girmiş uygun
olmayan alt yapı nedeni ile raydan çıkmış, 230 yolcudan 41'i yaşamını kaybetmiş,
80'i de yaralanmıştı.] civarında raydan çıktığı, çok sayıda ölü ve
yaralının olduğu veriliyordu. Haberi görüntülerle birlikte izlerken yüreğimin
burkulduğunu, yutkunmakta zorluk çektiğimi hatırlıyorum.
Üçüncü olay ise iki ağır ameliyat geçirmem sonucu
çektiğim onca acı ve sıkıntıydı. Yaşamımın o devresine bu üç olay damgasını
vurmuştu. Hayat acımasızdı. Bazen önlem almamanın acısını yaşıyorduk, bazen de
elimizde olmayan nedenlerle acı yaşıyorduk.
Sakarya'da meydana gelen tren kazası sonrasında dava
açılmış, açılan dava makul sürede sonuçlanmayınca 7 Şubat 2012 tarihinde Sakarya
2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin almış olduğu kararla "zamanaşımı"na
uğramıştı.
Yargıtay 12. Dairesi ise "zamanaşımı"
kararını hukuka aykırı bularak bozdu. Önceki günkü gazetelerde haber olarak yer
alıyordu bozma kararı. Bozma gerekçesinde kaza "kadere"
bağlanmıyor, işin "fıtratında" bu var denmiyordu. Kazanın nedeni olarak
"hızlandırılmış
tren uygulamasına geçilmesine karşın hız artırımı sonucu üstyapıda oluşabilecek
olumsuzluklara karşı, yeterli bakım, onarım ve denetim yapmadığı ve hız
kontrolünü yalnızca makinistlerin dikkatine bıraktığı"
belirtiliyor ve TCDD'nin 8'de 4 oranında
kusurlu olduğu vurgulanıyordu.
Gerekçeli kararda ise "bilgisayar destekli otomatik
ya da yarı otomatik ilave tedbirlerle sistemin donatılması gerekirken"
yeterli alt yapının olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle kazanın meydana geldiği
belirtiliyordu. Ölen insanları geri getirmenin olanağı yok elbette. Lakin bu tür
trajik kazaların önüne geçilmesi elimizde. Yaşamını kaybedenlerin, geride
bıraktığı yakınlarının acısını bir nebze de olsa gidermek için bu gerekli.
Yaşanan kazalarda ders almamız lazım. Önlem almamız lazım. İnsan hayatı bu
denli ucuz olmamalı.
Nitekim, Soma'da (13 Mayıs 2014) meydana gelen maden
kazasında 301 madencinin yaşamını kaybetmesi sonucu "bunlar sürekli olan şeyler,
bu işin fıtratında bu var. Bu tür kazalar bu mesleğin kaderinde var" söylemi
ile yaşananları "kader" olarak
kabul etmek yerine madende gerekli önlemlerin alınması gerekmez mi?
17 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak'ta "grizu"
patlaması sonucu 30 işçinin yaşamını kaybetmesi sonrasında dönemin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer "madencilerimizin bedeninde herhangi
bir yanık yoktu güzel öldüler" sözlerini sarf etmiş ve kamuoyundan
büyük tepki almıştı. Dinçer'in sözleri " bunlar sürekli olan şeyler, bu işin
fıtratında bu var" anlayışına uymuyor mu?
Yaşanan kazalarda kaç ananın, kaç babanın, kaç
çocuğun, kaç kadının yüreğine ateş düştü, hayatları darmadağın oldu? Kaç çocuk
yetim kaldı, kaç kadın eşinin yokluğunda hem ana hem baba olup çocuklarını
yetiştirmeye çalıştı? Sayısını bilen var mı? Kazaları, ölümleri "kader"
diyerek, "bu işin fıtratında bu var" diyerek kabullenebilir
miyiz? Kazaların önlenmesi için gerekli tedbirleri almak çok mu zor?
Şöyle bir bakın yaşananlara, acılar denizine.
Ölenlerin umutlarına ne oldu? Kalanların umutları eskisi gibi mi devam edecek?
Yeterli koruyucu önlem alınmadığı sürece bu tür kazalar
gelecekte de yaşanacak. Bir istatistiğe göre ülkemizde her gün 4 işçi yaşamını
kaybetmekte. Bu da yılda 1500'e yakın işçinin hayatını kaybetmesi anlamına
geliyor.
Daha bir dikkatli olmamız gerekiyor. Çünkü, çeşitli
iş kollarında yaşanan ölümlü kazaların ve yaralanmaların önüne geçilmesi insan
hayatı açısından önemlidir.
Kaza, kader demek işlerine geliyor, hızlandırılmış tren faciasının tek sorumlusu başbakan ve hükümettir, ulaştırma bakanıdır, dostlar alışverişte görsün misali "bakın biz hızlandırdık trenleri' desinler diye daha raylar, teknik diğer hususlar hazır olmadan sefere çıkartıldı. Madenin de sorumlusu hem madenin sahibi, hem yasayı imzalamayan hükümet, depremin sorumlusu da başta müteahhitler, o müteahhitlere rüşvetle, adam kayırmayla, al gülüm ver gülüm ihaleler veren hükümetler! Deprem paralarını bile iç ettiler ........millet unutuyor bunları
YanıtlaSilameliyatlar için çok geçmiş olsun Hüseyin hocam.
selamlar
Haklısın Müjde Hanım kardeşim. Meydana gelen bunca kazanın elbette bir sorumlusu vardır. İnsanlar kazaların olmaması için, olması gereken önlemleri almasın, kaza meydana gelince de "kader" diye sayıklasın.
SilAmeliyatlar 2000 yılındaydı Müjde Hanım. Teşekkür ederim. Selam ve saygılar.
Merhaba Hüseyin Bey... Yazınızı okuyunca nedendir bilmem ama aklıma KARACAOĞLAN'ın "bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm" şiiri aklıma geldi. Zira Anadolu halkının çektiği eziyetler bir bugün değil ki.. Yüzyıllardır aynı zulüm devam ediyor... Ne diyor KARACAOĞLAN; "bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm" Ne anlam çıkarırsak oradan bakalım.. Saygılarımla,
YanıtlaSilKaracaoğlan ne güzel demiş zamanında değil mi?
Sil"Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!..."
Her sözün yaşanmışlıklardan ders çıkarılması sonucu söylendiği bir gerçek.
Umarım bunca ölümlü kazalar bir an önce alınacak tedbirlerle sona erer.
İnsanların çektikleri acılar artık yeter...
Hiç bir şeyi insanlar işlerine geldiği gibi algılamamalı.
Ufak bir önlem alınması sonucu önlenebilecek bir kazanın önlem alınmaması sonrası yaşanmasını "kader" olarak algılamak...
Ben katılmıyorum o algıya.
Yorum için teşekkür eder saygılar sunarım.
Yazık yeterli önlem alınmadığı için yitirilen onca canlar... Üç kuruş kazanabilmek için demirden çimentodan çalarak zenginleştiitğini sanan zavallı müteahitler oysa insanların hayatından çalıyorlardı. Maden kazalarında da durum aynı... Kendi sorumluluklarını yerine getirmedikleri için akılları sıra kamu vicdanını rahatlatacaklarını sanıyorlar neymiş efendim fıtratmış, madencilerin fıtratımış. Ölüm hepimizin fıtratı. Ancak biz insanlara düşen sorumluluğunu yerine getirmek önlem almak... Umarım bunca yaşananlardan ders alınır da haybeye canlar kaybedilmesin artık. Emeğinize sağlık Hüseyin Hocam. Saygılar.
YanıtlaSilHaklısınız Hanife Hanım.
SilNe denir ki daha.
Yorum için teşekkür eder saygılar sunarım.