Haziran güneşinin kavurucu sıcağında
terlemişti.
Gürültüden uzak soluklanacağı gölgelik
bir yer olmalıydı.
Etrafı ürkek bakışlarla kolaçan etti.
Çocuk seslerinin geldiği yere yöneldi.
Duyguları onu yanıltmamıştı.
Parktaki ağaç gölgesine sığınmış
çocukların neşeli koşuşturmaları ile karşılaştı.
Banklara oturmuş sohbet eden yaşlılar
belli ki parkın müdavimlerindendi.
Serçeler kanat çırpışları ile
çocukların oyununa eşlik ediyordu.
Boş sıralardan birine ilişti.
Az ileride ki yaşlılar koyu bir
sohbete dalmış olacaklar ki selam verdiğini fark etmediler.
Heyecanla birbirlerine bir şeyler
anlatıyorlardı.
Üç kişiydiler.
Sırtında rengi solmuş bir gömlek,
ayaklarında ütüsüz pantolon ve boyası çoktan kaybolmuş ayakkabıları ile sakalı
kırlaşmış yetmişli yaşlarında olan adam gömleği koltuk altlarında sıkıyormuş
gibi, durmadan kımıldıyor, ellerini durmadan kımıldatıyor, tuhaf bir şekilde
çevresini kolaçan ediyordu.
Diğeri zayıf, uzun boyluydu.
Başında rengi solmuş bir kasket vardı.
Avurtları çökük, gözleri kahverengi
küstah ve sabit bakışlıydı.
Sırtında düğmelerinin bir kısmı
açılmış yazlık bir gömlek vardı.
Üçüncü adam ise isteksiz bir tavırla
konuşuyordu.
Etrafına öfkeli öfkeli bakıyor,
sıkılgan bir tavırla yerinde duramıyor sürekli kımıldıyordu.
Huzursuz olduğu her halinden belliydi.
Giyimi sadeydi.
Zayıf ve orta boyluydu.
Saçları kırlaşmış ve dağınıktı.
Diğer ikisinin konuşmalarını öylesine
dinliyordu.
Arada bir kendisi de konuşuyor ya da
konuşulanları başı ile evet anlamında onaylıyordu.
İlk bakışta iyi yürekli bir adamcağız
kanaati oluşturuyordu.
Etraflarına ilgisizdiler.
Kendi aralarında hararetli bir sohbete
dalmışlardı.
Zaman zaman birbirlerine el kol
hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı.
Çocukların gürültülü oyunlarına
dalmışken aniden yaşlılardan biri oturduğu yerden hışımla kalktı.
Pet şişedeki suyu diğerinin başından
aşağı kızgınlıkla boşaltıverdi.
Diğeri yerinden kalkmak için çabaladı.
Banka tutunarak güçlükle ayağa kalktı.
Konuşma zorluğu da çektiği derdini
anlatamamasından belliydi.
Diğerinin müdahalesi ile sakinleşen
taraflar tekrar yerlerine oturdu.
Derin bir sessizlik çökmüştü.
Çocuklar uzaklaşmışlar, serçeler de
uzağa konmuşlardı.
Olan biteni sessizce oturduğu yerden
izledi.
Bütün duyguları felce uğramıştı.
İnsanlara olan itimadı onarılmaz
derecede yara almaktaydı.
Öğle olmuştu.
Yukarıda ise güneş gökyüzünü
baştanbaşa örten beyaz bulutların arasında olanca kızgınlığı ile ortalığı
kavurmaya devam ediyordu.
Her şey susmuştu.
Yalnızca uzaklarda çığırtkan bir kuşun
tiz ve ağlamaklı sesi çınlayıp duruyordu.
Başkalarının acılarına yabancıyız diye
düşündü.
Çünkü hepimiz kendimizle, kendi
yaşamımızla ilgiliyiz.
Başkalarını anlamaktan korkuyoruz.
Etrafımızda olan biteni görmüyoruz.
Farkında bile değiliz.
Duygularımız, hislerimiz üzerinde bu
denli değişimin olması şaşırtıcı.
Bu denli korkakça, vicdansızca,
hastalıklı duygunun varlığı ürkütücü.
Sohbetlerinin bir yerinde anlaşamayıp
birbirini üzen bu yaşlı insanların anlaşamadıkları ne olabilirdi?
Belki de tanışmaları soluk almak için
kendilerini attıkları bu parkta olmuştu.
Sokakların ve caddelerin gürültüsünden
uzak huzurlu bir zaman geçirmek değil miydi tek istekleri?
O halde neden birbirlerini kırma
noktasına gelmişlerdi?
Üçünün de giyimlerine, tavırlarına,
yüzlerindeki derin çizgilere bakıldığında yoksul oldukları belli oluyordu.
Feleğin sillesini çoktan yemişlerdi.
İsyankâr olmaları çaresizliklerinin
bir sonucu muydu?
Yaşamın zorlukları vicdanlarını yok
saymalarına mı neden olmuştu?
İç dünyalarında kopan fırtınaların
sebebi birinden diğerine farklılık gösterse de hisleri ve duyguları üzerinde
küçümsenmeyecek değişimlerin varlığı ortak noktalarını oluşturuyordu.
İnsanları kısa bir süre gözlemek, insan davranışları hakkında çok şey düşündürüyor. İç çatışmalar birikimlerle patlamalar halinde dışarıya yansıyor bazen.
YanıtlaSilSağlıkla, mutlulukla.
Aynen öyle Makbule hocam.
SilSağlıkla kalın.