Minibüsten
inan amca Sinan'ın omuzuna nasırlı elini babacan tavırla koymuş "güle güle git evlat. Tırnağına taş değmesin. Yolun açık
olsun. Senin gibi gençlere ihtiyacımız var. Geleceğimiz sizlersiniz. Bizle
artık yaşlandık. Üç beş hayvan, bir kaç dönüm tarlayla günümüz geçti. Sizler
ekmeğinizi uzakta olsa gideceğiniz yerde kazanın. "
Yaşlı
amcanın sözlerine karşı diyecek bir şey yoktu. Amcanın elini öpüp vedalaştı.
İlçede yolcu otobüslerinin mola verdiği lokantaya gitti.
Kendi
geleceğinin yolculuğuna çıkmıştı. Lokantanın önündeki hareketliliğe inat sessizliğe
bürünen Sinan otobüsün gelmesini kuytu bir köşede, elinde kırık bavulu ile
beklemeye başladı. Havanın ayazı yakıcıydı. Üşüyordu. Ellerini eski paltosunun
ceplerine koymuş, yakasını da kulaklarına kadar çekmişti. Etrafta beyaz renk
hakimdi. Yer yer buz tutmuş kar öbekleri vardı. Boğazı kurumaya, aldığı nefes
kirpiklerinde buz tutmaya başlamıştı. Soğuktan kaçmak, içini ısıtmak için yan
tarafta bulunan küçük çay ocağına sığındı. Üst üste iki bardak sıcak çay
Sinan'ı az da olsa rahatlatmıştı.
Çay ocağının
sahibi orta yaşlarda güler yüzlü biriydi. Sinan'ın elindeki bavulu görünce
otobüs beklediğini anlamıştı. İçinden "bu
kış günü bu çocuk elinde kırık bir bavulla nereye, neden gider" diye
düşündü.
"Oğul, yolculuk nereye bu kış günü" diye sordu.
"Ankara'ya amca" diye cevap verdi Sinan.
"Hayırlısı oğul"
"Sağol amca, otobüs gecikir mi acaba?"
"Fazla gecikmez. Birazdan gelir. Biletini aldın
mı? Almadıysan lokantaya git ordan al."
"Aldım amca sağol"
Sinan, çay
parasını verip tekrar dışarıya çıktı. Çünkü çay ocağı küçük bir yerdi. Fazla
kalmaya gerek yoktu. Hem içtiği çayda içini ısıtmış, rahatlamıştı.
Bir süre
sonra otobüs geldi. Yolcular verilen yarım saatlik molada hem karınlarını
doyurmuş hem de diğer ihtiyaçlarını gidermişti. Nihayet mola süresi bitmişti.
Sinan, bavulunu bagaja verdikten sonra otobüse bindi. En arkada bulunan dörtlü
koltuktaki yerine oturdu. Yolcular da tek tek gelip yerlerini aldılar. Uzun
sürecek yolculuk başlamıştı.
Yorucu bir
yolculuğun sonunda ayazın hüküm sürdüğü başkente gelmişti. Otobüs terminalinde
abisi beklemişti Sinan'ı. Ankara'nın yabancısısın yol yordam bilmezsin diye.
Birbirlerine sarıldı iki kardeş. Uzun yıllar olmuştu görüşmeyeli. Eve gidince
gece geç saate kadar oturup dertleştiler. Çalışmak zor demişti abisi. Sabır gerektirir.
Özveri gerektirir. İşini anlattı. Geçimini. Sinan'ın yanına gitmesine ve göreve
başlayacak olmasına sevinmişti. "Emeklerin
boşa gitmedi. Hem kendi yolunu çizmiş, hem de bizlerin beklentisini boşa
çıkarmamış olacaksın." diyerek hem sevincini belirtmiş hem de anne ve
babasını sormuştu.
"İyiler" dedi Sinan. "Yaşlansalar
da eskisi gibi dermanları olmasa da çalışıyorlar. Genç değiller. Yorgunlar.
Dertleri bizleriz. Bizlerin muhannete muhtaç olmadan hayatımızı huzur içinde
geçirmemiz. Onların varlığı bizler için önemli."
Abisinin "emeklerin boşa gitmedi." sözleri
üzerine;
"Doğru dersin" diye cevap verdi Sinan. "En çok da onlar sevindi. Hele de
küçük kardeşim Hasan'ın sevincine diyecek yoktu. Köyde kaldığım sürece içinde
bulunduğum duygu karmaşasını en iyi onlar biliyor. Yakından tanık oldular. Zor
şey işsiz olmak. Geleceğe tutunmak için bir dalı olmamak. Şimdi hem ben hem de
onlar mutlular. Bakalım zaman ne gösterecek."
"Verdiğin karar önemli" dedi abisi. "Hayat dikenlerle, taşlarla, çalılarla dolu. Karşına çıkacak
dikenlerle mücadele etmeyi de herkese güvenmemeyi de öğreneceksin. Neyin doğru
neyin yanlış olduğunu da tecrübe edeceksin. Hele bir git görevine başla. Daha
ilk günden bazı zorluklar karşına çıkacak belki de."
"Doğru dersin. Yaşadıkları toprakların
şekillendirdiği insanlar içselleştirdikleri mutluluğun da trajedinin de gereğini
yerine getirecek, yaşadıkları travmanın yansıması belki de bizleri vuracak."
"İşte " dedi abisi "tam
da bu nedenle insanların düşüncelerini iyi okumak, psikolojilerini, yaşamdan ne
beklediklerini anlamak lazım. Dikenlerin azaltılması buna bağlıdır."
İri yarı,
güler yüzlü, güven veren düşünceleri ile abisinin söylediklerini yabana atmamak
lazımdı. Öyle ya insanların içinde bulundukları ruh durumu psikolojilerinin
belirleyicisi değil miydi?
"İnsanları tanımak kolay değil" dedi Sinan. "Sözleri başka, davranışları başka olanlar
toplumu sarıp sarmalamış durumda. Söz konusu para, mal mülk ise bencillik,
kibir had safhada."
"Bunu anladığına göre önemli olanın çok para
kazanmak değil, sağlam bir meslek edinmek ve o mesleğin gereğini yerine
getirmek olduğunun da bilincindesin demektir. Yani bir bakıma kendini doyurman,
yazı yabana muhtaç olmaman önemli. Tabi ki
insanların hepsi aynı değildir. İyisi de vardır, kötüsü de. Akıllısı da
vardır akılsızı da, doğrusu da vardır eğrisi de, ahlaklısı da vardır, ahlaksızı
da, üç kağıtçısı da vardır fakir fukaranın elinde tutanı da. Bunları
birbirinden ayırt etmek lazım."
"İnsanları bu hale getiren şey nedir?" diye sordu
Sinan "neden insanlar mal mülk için,
çıkar için bir başkasına zalimlik eder?"
"Hayat zor, insanları tanımak daha da zor. Kendi
çıkarı için bir diğerine zalimce davranmayı seçenlerin sayısı azımsanmayacak
kadar çok. Amaç daha çok kazanmak, güç sahibi olmak, bunların çoğunun kibrinden
geçilmez. Çoğu cahildir, kendinden başkasını düşünmez." diye cevap
verdi abisi. "Hayatı zorlaştıran
toplumun çıkarı yerine kendi çıkarını düşünenlerin sayısının azımsanmayacak
kadar çok olmasıdır. Bunu zamanla daha iyi görecek ve anlayacaksın.
Tökezlememek için doğru olmalısın, vicdanlı olmayı, adaletli olmayı, insanlara
hak ettiği değeri vermeyi bilmelisin. Hayallere kapılma. En korktuğum şey
hayallere kapılmak hayatın gerçeğinden uzaklaşmaktır"
Doğru
diyordu abisi. İki yüzlü insanlardan uzak durmalı, sorunları çöze çöze yol alınmalıydı. Olgunlaştıkça
hayatı basite almamalıydı insan, sen onu basite alırsan bir gün o da seni
basite alırdı.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilKorkumuzdan kimseyle samimi olmamaya gayret ediyoruz. Biraz samimi olduktan sonra hemen bu samimiyeti ve iyi niyeti suistimal etmeye bakıyorlar. Elbette tüm insanlar böyle değil. Mutlaka iyi ve güzel insanlar da var. Ancak öyle iyi insanlarla karşılaşmak da herkese nasip olmaz, örneğin benim gibi şanssız insanlara, iyi insanlarla karşılaşmak pek nasip olmamıştır. Gökten x yağsa, bize y düşer.
Ne Sinanlar baba ocağını terk edip büyük şehirlere göçmek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla nüfus dağılımında da bir sorun yaşanıyor. Büyük şehirlere ha bire evler yapılıyor ve ihtiyacı karşılamıyor neden? Köylerimizde, ilçelerimizde ne kadar genç insanlar varsa işsizliğin kıskacında mecburen büyük şehirlere göç etmek zorunda kalıyorlar.
Hayatı ve insanları tanımak ve onları ölçmek, biçmek ve ona göre hayata çeki düzen vermek de ayrı bir sorun. Sinan'a destek olacak yine bir ağabeyi var. Bir de hiç tanıdığı olmayan bir şehre gelen insanı düşünelim. İşi ne kadar zor!..
Sayın hocam, kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlıklar dilerim. Aslında Sinan için yazılacak ve çizilecek daha çok şeyler var ama, sürç-ü lisan edip, başınızı ağrıtmak istemiyorum.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Bey,
SilYaptığın yorumun konuya katkısı çok yerinde olmuş.
Yazdıkların günümüzde yaşanan gerçekler.
İnsanlar geçim derdi, iş bulup çalışma çabası içinde ata yurdunu terk ediyor.
Bu bağlamda, Anadolu'nun çoğu kırsal yerleşmelerinde nüfus akışı , yani göç olgusu, sonucu tenhalaşma söz konusu.
Kalanlar ise yaşlı, kadim insanlar.
Benim tanıdığım insanlar var bu göç olayında.
Yazın köye gidip çiftçilik yapıyorlar
Kışın İ
İstanbul'da kalıyorlar.
Çocuklarının eğitimi için.
Malum kırsalda azalan nüfus sonucu eğitim de taşıma şeklinde oluyor.
Sorun çok maalesef.
Selam ve saygılar.