Bozkırın sıcağı da soğuğu da yamandır. İnsanlar yazın
sarı sıcağa, kışın karakışın acımasızlığına yenik düşer.
Sadece insanlar mı?
Diğer canlılar için de bozkır acımasızdır kimi zaman.
Havalar soğumaya başladığında yer gök gelinliğini
giymeye başlar yavaş yavaş. Günlerce ve gecelerce ıslık çalan kuzey rüzgârının
çığlıkları yağan beyaz kâbusa eşlik eder. Kar aralıklarla dinlenmeye çekilirken
bu sefer yeryüzünü örten sis aman vermez. Buz, kar ve tipinin ne denli acımasız
olabileceğine şahit olur insanlar. Hem de günlerce, aylarca.
Bir tek insan asla tek başına bir insan değildir.
Vahşi yaşam da asla tek başına bir vahşi yaşam değildir. Bir dağ, bir yayla ve bir ova asla tek başına
bir dağ, bir yayla ve bir ova değildir bozkırda.
Bozkır kimi
zaman acıyı ta iliklerine kadar duyumsayan insanlara şahit olur; kimi zaman
sevincin, mertliğin ve yiğitliğin varlığına şahit olur; kimi zaman da
kalleşliğin ve acımasızlığın kol gezmesine.
Etrafı saran dağların ulu doruklarına meydan
okurcasına yan yana duran kuzgunlar gibi, ovanın en ucunda, omuz omuza
yaslanmış, kibrit kutusu şeklindeki evleri ile bağrını rüzgâra karşı
harmanlamış köylere rastlamak şaşırtıcı değildir.
Ve evler…
Düz damlı, etrafında ve içinde nice canların yaşam
bulduğu bozkıra has kerpiç ve taş evler.
İçlerinde acının da mutluluğun da bin bir çeşidinin
bulunduğu evler. Bir o kadar yoksulluğun ve zenginliğin; hüznün ve sevincin;
yiğitliğin ve kalleşliğin yaşandığı evler.
Hazanla birlikte doğa kışlıklarına bürünmeye, ağaçlar
ise beyaz giysilerini giymeye başlamıştı.
Günler ilerleyip karakış iyicene kendini hissettirmeye
başladığında köyde evlerin içine çekilmiş insanlarda da bir canlanma başladı.
Yoğun kar yağışı saatlerdir aralıksız yağıyordu. Ne zaman dinlenmeye çekileceği
de belli değildi.
Düz damlar artık çekemeyecekleri karların altında
eziliyordu…
Köy halkı tez zamanda damlardaki karları küreklerle
kürüdüler…
Evlerin etrafında kardan yığınlar oluşmuştu. Çocuklara
da gün doğmuştu böylece. Damlara çıkıp kardan yığınların üzerinde en uzağa
atlama yarışına girişmişlerdi. Soğuğa ve ayaza aldırmadan. Analarının
bağırışlarını duymazlıktan gelerek…
Kışın ahırlara mahkûm hayvanları suya götürmek için
yollar açılmaya başlamıştı çoktan. Yağan karın açılan yolları kapaması da aynı
yoğunlukta devam ediyordu. Özellikle koyunların suya açılan kar yolundan tek
sıra gidişlerini ve dönüşte ağılın önüne konan yemliklerinden yem yemek için koşuşturmaları
görülmeye değerdi.
İşleri biten erkekler köy odasına, kadınlarda
evlerdeki işlerinin başına dönmüşlerdi. Herkes birbirine aynı şeyi söylüyordu…
- Bu kış
böyle giderse hayvanları bahara zor çıkaracağız!
- Doğru
diyorsun ağa… Kel Sado’nun alafı azalmış diyorlar…
- Yakında
biter o zaman. Köylüden olanlardan alır herhal…
- Sado ağada
acemi sanırsın. Yazdan koysana alafını çokça… Kışın ne olacağı bellimi!
Kışın telef olan hayvanlardan kurdu kuşu da
yararlandı. Günler günleri, aylar ayları tez kovaladı. Havalar ısınmaya, güneş
sıcak yüzünü göstermeye, bahar gelmeye başladı.
Çobanlar koyunları gün boyu kırda tutmaya, akşamları
gelen koyunlara az da olsa yem verilmeye devam edildi bir süre.
Baharla birlikte buharlaşmaya başlayan toprağın kokusu
etrafa yayılmaya başladı. Kurumaya yüz tutmuş topraklarda karasabana koşulu
öküzlerle tohumlar toprağın bağrında filizlenmeye bırakılıyordu. O kış
zorluklarla boğuşup hayvanlarını telef edenlerdeki gayret görülmeye değerdi.
Yapacakları şey çalışmaktı. Gelecek kışa daha bir hazırlıklı olmak için başka
da çareleri yoktu. Bu kış feleğin acı sillesini yemişlerdi çünkü.
Bir yandan buğday tohumları avuç avuç tarlaya
atılırken diğer yandan çavdar, mercimek ve nohut ekimleri de devam ediyordu.
Tohumlar geç olmadan tarlaya ekilmeliydi. Her şeyin bir zamanı vardı. Geç
kalındı mı verim almak ne mümkündü, bozkır ve susuzluk yapacağını yapardı.
Tohumlar daha boy atmaya fırsat bulamadan kuraklıktan nasibini alırdı.
Kadim Anadolu köylüsü bunu yaşayarak öğrenmişti.
Merhabalar Hüseyin Öğretmenim.
YanıtlaSilÜlkemizin cağrafya yapısı itibariyla kimi yerlerde kış efen geçerken, kimi yerlerde insanlara kök söktürür.
Ben askerlik görevimi Bitlis/Tatvan/Sorgun mezrasında Van gölünün kıyısında bir alayda yaptığım için Bitlis'in kışını çok iyi tanıyorum. Aynen sizin yazınızda bahsettiğiniz sıkıntılar görülürdü.
Devlet her nedense bazı bölgelere üvey evlat muamelesi yaptığı için yazınızda geçen sıkıntılar her kış yaşanır. Bizzat gidip görmeye gerek yok. Televizyon kanallarındaki kış haberlerine hep konu olmuyor mu Anadolu köylüsünün yaşamı.
Devletin, bu kadim Anadolu coğrafyasına ne gerekiyorsa elini uzatmalı.
ve gerekeni yapmalıdır. Burada yaşayan insanlar kaderlerine terk edilmemelidir.
Çok güzel bir paylaşımdı, kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Bence de çok doğru bir tespit yapmışsın. İnsanlar kaderine terk edilmemeli. Sosyal devlet bunun için var. Zor yaşam koşulları olsa da Recep bey, ben Anadolu'nun insanlarını ve coğrafyasını seviyorum.
SilMezarımında ücra bir köy mezarlığında olmasını isterim.
Büyük şehirlerde yaşam artık iyice zorlaştı.
Zor koşullara rağmen ücra köylerde yaşayan insanlar daha bir huzurlu bence. Selamlar saygılar değerli Recep bey.