30 Nisan 2024 Salı

İSTANBUL'DA YAŞAM --- 2


 

Akşam saatlerinde çıkarılması gereken çöpler sabah saatlerinden itibaren çıkarılmaya başlıyor. Bu anlayış, sokakları atılan çöplerle kirletiyor ve şehrin uygar görüntüsünü mahalle pazarına benzetiyor. Halkın yaşadığı yerin temiz olmasına önem vermesi ve kurallara uyması gerekir. Apartman önlerine bırakılan, AVM ve diğer iş yerlerinin tanıtıcı broşürleri istenmeyen kirliliği artıran bir başka sorun. Tonlarca kâğıt sokaklarda heba olup gidiyor. Çünkü vatandaş bu tür broşürlerden bıkmış, nedir ne değildir diye alıp bakan yok.

Şehrin bitmemişliği hemen her semtte "kentsel dönüşüm" adı altında inşaatların devam etmesi anlamına geliyor. Ve bu nedenle İstanbul'un hemen her köşesi şantiye durumunda.

Şehirlerde yaşayanların bilinçlenmesi ve günlük yaşamında bilinçli hareket etmesi lazım. Lakin bunu uygulayana rastlamak zor. Uygulamak için, şehrin yaşanabilir olmasıyla uygarlık merkezi bir yerleşme olması arasındaki farkı görmek gerekir.

İstanbul'a gelen kırsal kökenli vatandaşlarımız değişmeyi göze almakta ve değişmekteler. Yavaş olsa da bu gerçekleşiyor. Bu değişimin bilinçli ve örgütlü olması için yetkililere görev düşüyor.  Değişimin sürdürülebilmesi için, cadde ve sokakların fiziki yapısının, işlevsel kullanımının düzenlenmesi gerekiyor. Kural tanımazlığın önlenmesinin şehrin yaşanabilir olmasında önemli olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli.

Unutulmamalı ki bir şehrin olumsuzlukları yanında olumlu yönleri de var. İstanbul’un bu yönü daha ağır basıyor.

İstanbul, ülkemizin en kalabalık, nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu şehirlerden biri. İki kıtada geniş bir coğrafyaya yayılan şehirde birçok ülkenin nüfusundan fazla insan yaşıyor.

Yüzyıllardır doğu ile batı arasında kültür değişiminin vazgeçilmezliğine soyunan İstanbul bugün barındırdığı milyonlarla benzer işlevine devam ediyor. Doğu ile batının harmanlandığı bir merkez konumunda. Eşsiz güzellikleriyle İstanbul Boğazı iki denizin birleştiği noktada inci bir kolye gibi uzanıyor. Şehrin silueti gökdelenlerle değişse de yönü ve ruhu hep aynı.

Geçmişte olduğu gibi bugün de yüz binlerce insan İstanbul’u görmek, boğazın güzelliklerini seyretmek, ticaret yapmak için geliyor. Şehir iyi bir pazar konumunda. Bankaları ve finans merkezleri ile ekonominin can damarı. Bu nedenle İstanbul'un cazibesi gittikçe artıyor, bu cazibeye kapılanlar da bir daha ayrılamıyor.

Kıyılara baktığınızda uzaktan parlak yeşil yağmurlukları, gri buruşuk şapkalarıyla balıkçıları görürsünüz. Yüksek bir ses tonuyla külhanbeyi bağırışlarını duyarsınız.

“Rastgele!”.

Özenle hazırladıkları oltalarını umutla denize atarlar. Kovaları gümüş renkli balıklarla dolduğunda yorgunluklarından eser kalmaz. Deniz yine cömert davranmıştır. Akşama balık vardır sofrada. Yanında bolca limonlu zeytinyağlı salata ve bir kadeh de rakı varsa sohbetin en koyusu yapılır saatlerce.

Deniz derken özgürlük gelir akıllara. Balıkçı barınaklarında anlatılan onlarca öyküsü, kendine has imbatı, meltemi, karayeli, lodosu olan. Denizin öykülerini dinleyenler, bozkırın yağmurla gelen kokusunu unutmuşlardır. Deniz, balık, zaman ve rüzgâr çoktandır dağın, vadinin yerini almış sohbetlerinde.

Kıyıya yakın alanlarda banklara otururlar gün boyu “rastgele!” seslerini dinleyerek. Yorgundur bakışları. Alınlarındaki derin çizgiler “yaşlandınız artık” dercesine sitemkârdır. Kaderin kendilerini soktuğu bu cenderede sessizce etrafı seyrederler.

13 Nisan 2024 Cumartesi

BİLİRMİSİNİZ SİZ HİÇ


Yağmurun inadını bilir misiniz siz hiç,

Yağmayacağım diyen!

Kanatları yorgun günün sonunda,

Kurumuş dala konan garip serçeyi…

Gecekondunun balçıkla sıvanmış
Kapı eşiğinde
Kuru bir somun parçasını kemiren,
Mendil satan çocukları…
Kınalı parmakların,
Çağdaşlığı ve özgürlüğü
Rüzgârın kanatlarına bırakıp 
Cehaletin pençesinde kıvranmasını...
Bilir misiniz siz hiç,
Tanyeri ağarırken soğuk ve rüzgârla,
Buz kesen sokaklarda
Göz kapakları ağırlaşmış
Ve yorgun
Belki de günlerdir aç,
Dağarcığında küflenmiş bir ekmeği çıkaran,
Yaşlı bir ihtiyarı…
Bilir misiniz siz hiç,
Ürkek kanatların sarmaladığı, 
Prangalarından kopmuş 
Esir bedenlerin
Töre baskısıyla sevmediği,
Birisiyle evlendirilmesini
Ve 
Çığlık çığlığa kurtuluşu aramasını
Bir an tereddüt etmeden
Beton zeminde…
Bilir misiniz siz hiç,
Acımasızlığın ortasında
Eşarbının altına gizlenmiş,
Saçlarını dağıtırken
Soğuk bir rüzgâr 
Yanaklarından süzülen yaşların
bedeninde
Küçük buz tanelerine dönüşmesini.
Bir genç kızın
Son voltasını atmasını
Sararmış yapraklara inat,
Ölümün gölgesinde. 


12 Nisan 2024 Cuma

İSTANBUL'DA YAŞAM... --1


 Apartman blokları arasında esen sert rüzgâr denizin öyküsünü anlatır. Balıkçı tekneleri ve yosunun öyküsüdür anlatılan. Rüzgârla birlikte dolaşır sokakları. Sonra uçar gider başka diyarlara yeni öyküler anlatmak için.

Günün en büyülü anlarını kime sorsan sabah ve akşam serinliği olduğunu söyler.  Güneşin yumuşamış, yakıcı olmayan son ışıkları bir yandan eğreti apartmanları yıkarken diğer yandan da mahalle sakinlerini sokaklara davet eder.

Günün altın ışıklarının büyüleyici etkisini beklemeden sabahın erken saatlerinde parkları, nefes alınacak yeşil alanları doldurur yüzleri sert, elleri nasırlı insanlar. Serinleyip yorgunluklarını atacakları başka yerde yoktur zaten. Bir döngüdür bu, bir devinim değişmez.

İstanbul adeta bir yaban arısı kovanını andırıyor. Havanın sıcak olduğu günlerde caddelere, meydanlara, kafelere, AVM’lere insan selleri akıyor. Birbirine yaslanmış apartman aralarında kendilerine oyun alanı olarak dar sokakları seçmiş çocuklar. Oynayacakları bir yer yok, var olan yerlere de arabalar park etmiş. Meydana gelecek bir depremde insanların toplanacakları geniş alanları bulmak olanaksız.

Caddeleri dolduran insanlarla konuşmanın manası yok. İnsanlar stres içinde. Çöp toplayanlar, dilenenler.
 Diğer yandan cadde boyunca sıralanmış seyyar manavlar kamyonetlerine yükledikleri karpuzları “çığırtkan sesleriyle" satmaya çalışıyorlar...

Sokaklar, caddeler seyyar satıcılarla dolu. Hediyelik eşyanın yanı sıra her türlü malzemeyi satmaya çalışanlar kaldırımları işgal etmiş durumda. Bu nedenle insanlar kaldırımlarda rahatça yürümekte zorlanıyor. Afrika kökenli insanların köşe başlarında gün boyu seyyar satıcılık yapmalarına semt sakinleri çoktan alışmış. Kısacası insanlar para kazanmanın derdinde.

Sabah ve akşamları iş çıkışı insan selinden oluşan bir ordu beklenmedik bir şekilde ana arterlere yayılıyor. Her yer hınca hınç insan dolu. Sükûnet içinde yalnız kalacağınız bir yer bulamazsınız.  

Paranın geçim aracı olduğu bir dünyanın kurbanı olanlar, ikiyüzlü modernitenin kıskacında hastalıklı bir anlayışın tanığıdırlar artık. Zamanlarını “serseri mayınlar” misali şehrin sokaklarını amaçsızca dolaşarak, çığırtkan sokak satıcılarının, simit ve piyango satıcılarının hareketlendirdiği meydanlarda ve parklarda geçiriyorlar.

Kalabalığı kendine çeken parkların etrafında, birbirine dolanmış salkımsöğütlerin üzerine konmuş, gizemli, rengârenk kuşlar görünüyor. Martılar, kırlangıçlar denizin ritüelini anlatıyorlar çığlıklarıyla.

İstanbul öyle kalabalık ki, evsizler parkları, köprü altlarını; seyyar satıcılar üst geçitleri ve caddeleri ele geçirmişler. Sabahın serinliğinde parklarda yürüyüşe çıkmak, banklarda sabahlayanların varlığı nedeniyle engelli koşu yapmak gibi bir şey. İlerleyen saatlerde, şehrin yolları, trafiğin yoğunluğu nedeniyle tıkanıyor.

Semt pazarlarında pazarın dağılmasına yakın sebze meyve toplayanlar, çöpleri karıştıranlar, yardım toplayanlar dikkati çekiyor. Varoşlarda zor durumda varlığını sürdürmeye çalışanların yapacakları başka bir şeyde yok. Bir şekilde hayatta kalmak zorundalar. Plansız kentleşmenin getirdiği sorunlar insanın insana saygısını yok etmiş. Ve İstanbul'un nüfusu artmaya devam ediyor. 

Trafiğin yoğunluğu sabah akşam ana arterlerin tıkanmasına neden oluyor. İstanbul'un bir ucundan diğer ucuna gitmek birkaç saat sürebiliyor. Kırmızı ışıkta geçenlerin yanı sıra "park yapılamaz" levhasının altında park eden; üç şeritli bir yolun sağına ve soluna park eden arabalar yüzünden trafik duruyor ve yavaşlıyor. Yollar park amaçlı yapılmasa da park amaçlı kullanılır olmuş. Burada geçen zaman vatandaşın zamanından çalıyor, giden benzinin haddi hesabı yok. Sonuçta milyonlarca liralık iş ve enerji kaybı yaşanıyor.

Tüm bunlar kentlileşmemiş bir nüfusun, birlikte yaşadığı insanların yaşam hakkına saygılı olmamasının bir sonucudur