Yağmurun inadını bilir misiniz siz hiç,
Yağmayacağım diyen!
Kurumuş dala konan garip serçeyi…
Gecekondunun balçıkla sıvanmış
Kapı eşiğinde
Kuru bir somun parçasını kemiren,
Mendil satan çocukları…
Kınalı parmakların,
Çağdaşlığı ve özgürlüğü
Rüzgârın kanatlarına bırakıp
Cehaletin pençesinde kıvranmasını...
Bilir misiniz siz hiç,
Tanyeri ağarırken soğuk ve rüzgârla,
Buz kesen sokaklarda
Göz kapakları ağırlaşmış
Ve yorgun
Belki de günlerdir aç,
Dağarcığında küflenmiş bir ekmeği çıkaran,
Yaşlı bir ihtiyarı…
Bilir misiniz siz hiç,
Ürkek kanatların sarmaladığı,
Prangalarından kopmuş
Esir bedenlerin
Töre baskısıyla sevmediği,
Birisiyle evlendirilmesini
Ve
Çığlık çığlığa kurtuluşu aramasını
Bir an tereddüt etmeden
Beton zeminde…
Bilir misiniz siz hiç,
Acımasızlığın ortasında
Eşarbının altına gizlenmiş,
Saçlarını dağıtırken
Soğuk bir rüzgâr
Yanaklarından süzülen yaşların
bedeninde
Küçük buz tanelerine dönüşmesini.
Bir genç kızın
Son voltasını atmasını
Sararmış yapraklara inat,
Ölümün gölgesinde.
Hüseyin Güzel / 28.02.2011 ANKARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder