Yılın belli dönemlerinde zaman zaman genelde birkaç gün önceden, hatta bazı aylar birkaç hafta önceden alıntılar, düşünceler, fikirler not ederdim karalama defterime.. Bir heyecan duyardım içimde. Yılda bir kez de olsa kendim için bir yazı yazmak, kişisel tarihime bir şerh düşmek, buna özenmek iyi hissettirirdi. Düşünmemi ve bir değerlendirme yapmamı sağlardı. Bu düşünceleri kafamda bir sıraya koyma gayreti beni dinginleştirirdi. Yazmak oldum olası iyi hissettirdi gerçi, yazabilmekse yaşanan olumsuzlukları gördükçe, insanları tanıdıkça, sanki her geçen gün daha zor olmaya başlamış gibi.
Bugün fark ediyorum ki bu yıl için son günlerde ne bir alıntı not almışım kenara ne de bir taslak hazırlamışım. Defterin kalan sayfaları boş. Ha, yazmak zorunda mıyım? Bu bence artık yanlış bir soru.

Her şeye rağmen yazmak, kendimizi daha iyi hissettiriyorsa neden yazmaktan vazgeçelim Hüseyin Öğretmenim?
YanıtlaSilYazın lütfen Öğretmenim. Vicdani, ahlâki, toplumsal bir görev, bir borç gibi yazın...
Sağlıklı günler diliyorum.
Merhaba Makbule öğretmenim.
SilYazmak evet ama artık neyi yazacağımızı şaşırdık.
Yorgunum öğretmenim.
Hayat yordu beni.
Selam ve saygılar öğretmenim.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilDefterin kalan boş sayfaları bize şu mesajı veriyor:
Ne huzur kaldı, ne de heyecan.
Ruhlarımız pörsümüş iyice...
Pörsümüş ruhtan
ne bir kelime çıkar,
ne de bir hece...
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep bey
SilAynen doğru dersin.
Ülkemizde sokaklarda birilerini yol ortasında öldüren darp eden, tehdit eden.. Vs... Bu olaylar yazı yazmamızı dahi gereksiz yapıyor... Ah Recep bey ne diyim ki... Sokaklarda yürümeye korkar olduk... Evde dört duvar arasında yaşıyoruz. Mecbur Olmadıkça dışarıya dahi çıkmıyoruz artık...
Selam ve saygılar