Bizler Anadolu kadınını fotoğraftaki resimlerde olduğu gibi tanıdık.
18 Kasım 2024 Pazartesi
KARDA KIŞTA ÇALIŞAN
Bizler Anadolu kadınını fotoğraftaki resimlerde olduğu gibi tanıdık.
15 Kasım 2024 Cuma
BAZEN SÖZ HÜKMÜNÜ YİTİRİR
Bazen söz hükmünü yitirir.
5 Kasım 2024 Salı
DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜNÜMÜZE DE KENDİMİZ KARAR VERMELİYİZ...
Yaşam
bütünseldir. O bütünsellik içinde yaşanan acılar, coşkular vardır. Özlemler,
isyanlar, çığlıklar, kopuşlar vardır. Susmalar, ağıtlar, gözyaşları vardır
sessiz ve derinden gelen. Bunlar yaşamın gerçeğidir. O gerçeklerden uzak
durmak, o gerçekleri anlamamak şaşırtıcı ve bencilce bir duygudur.
Geçmişimiz,
bugünümüz ve özümüz yani öz benliğimiz, düşüncemiz önemlidir. Yaşadığımız
şeylerde önemlidir. Fakat asıl olan, onları kendimizde niçin ve nasıl
yaşattığımızdır. Dünü olduğu gibi bugünü de nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar
vermeliyiz. Kendimizle ya da diğerleri ile ilgili kararlarımızda vicdanımızın
doğru bildiğini yapmalıyız. Başkalarının beğenmesi için karar alıp yola
çıkmamalıyız.
Yaşam
bütünseldir dediğimde bir arkadaşım aynen şunları söyledi. “‘Özlemler, isyanlar, çığlıklar,
kopuşlar vardır. Susmalar, ağıtlar, gözyaşları vardır’ diyorsunuz. Bence önemli
olan hayatımızda bu duygulardan hangisinin ağır bastığıdır. Kaçınılmaz
gerçekler olsa da bu duygulardan ne kadarı yaşamımızı etkiliyor, bu çok önemli
bence. Hayatta yaşanacak ne varsa yaşıyoruz ama buna kendimiz karar
veremiyoruz. Dün de biz karar veremedik bugünde.” Ve ekliyor “eğer kararı biz kendimiz
verebilseydik son yıllarda yaşadıklarımı asla yaşamak istemezdim”.
Sözünü ise şöyle bitiriyor “hayatımda hak etmediğim olumsuzluklara
engel olur onları yaşamazdım”.
Bir
başkası “vicdanım rahat” diyor “çünkü vicdanımı rahatsız edecek bir
yanılgıya düşmedim”. İnsanların kendi özünü ve geçmişini, geleceğini
aramasında ve sorgulamasında şaşılacak bir şey yok. Çünkü insanlar kimlikleri
ile yaşarlar. Hangi yaşta olursa olsun kendilerini ararlar, sorgularlar. Yaşamlarında
olan bitenleri mantıklarıyla bütünleştirmeye çalışır, akıl süzgecinden
geçirirler. Tüm bu olgular olurken güven duygusunu aramak ve o duygu ile
bütünleşmek önemlidir. Kimisi bu duyguyu asla bulamaz kimisi içinse sorun
olmaz.
İnsanlarda
sevgi ve anlayış, sevildiğine ve sayıldığına olan inanç da önemlidir. Bu inancı
aramaktan asla vazgeçmezler. Tıpkı şairin şiirin gizeminden vazgeçemediği gibi.
Yaşamımızda
kadın, erkek, genç, yaşlı hiç fark etmez. İnsan olması gerektiği gibi yaşar. Bu
yaşamında çevresi etken olduğu gibi ailesi ve sokak da etkendir. Aldığı
eğitimin yanı sıra içinde yetiştiği kültürde önemlidir. Edindikleri ya da
edinmeye çalıştıkları misyon da önemlidir. Misyonun yaşama katkısı gri
görüntüyü azaltır. İnsan bir şekilde kendisini anlatmak durumundadır. Bunu
yaşam hattında zaten yapar. Gri bir yaşam tarzında sıkılmak, sıradanlık, boşluk
hissi hayatta gelgitler yaratır. O gelgitlere maruz kalmamak için doğru karar
vermek, olan bitenleri doğru okumak, volkanlara, tsunami ve depremlere yenik
düşmemek için misyonumuzu doğru yöne kanalize etmemiz çok önemlidir.
Toplumumuzun
kadına bakış açısını ele alalım. Bir yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya
da evlendirilen, o yaşta sorumluluk almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre”
denen orta çağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde gidip gelmeler. Kaburga
kırmalar, yüzlerde morartılar, cinayetler. Bunun sonucunda oluşan dramlar ve
sendromlar. Görücü usulü ile evlenip, hem de erken yaşta, anlaşamayan ve bir
şekilde yaşamları zindan olanlar. Deyim yerinde ise bileklerine aile çevresince
kelepçe vurulanlar. Ve yaşamlarını dizayn ederken istediği ile değil diğeri ile
yaşamak zorunda kalanlar. Hırpalanan, ötelenen, sevme ve sevebilme ihtimalini
unutanlar.
Adıyaman’da
ailesi tarafından iki yıl önce zorla evlendirilen bir kız çocuğu “annemi,
babamı, kardeşlerimi iki yıldır görmüyorum, çok özledim” diyerek söze
başlıyor. Küçük kız, kendisini görmeye gelenlerden hangisinin “damat”
olduğunu bilmeden evlendiğini, kısa sürede hamile kaldığını ve bir kız çocuğu
dünyaya getirdiğini anlatıyor. Beş bine satılan çocuklardan biri o. Ya onun
gibi yüzlercesi. Bu bir “köle pazarı mıdır” diye manşet atan
gazete yanlış mıdır?
Bu
ve benzeri yaşananlar, yaşanacak olanlar, yaşanmış olanlar. Doğaldır ki insan
dimağında yerlerini alacaktır, almıştır, almaktadır.
Yaşam
savaşçısı olmak, güven duygusunu kaybetmemek lazım. Velev ki bir hata söz
konusu, bu durumda, “kıyamet kopuyor” yerine insanların birbirlerini anlamaları,
birbirlerine saygı duymaları gerekir. Kendimize ve başkalarına “vize”
uygulamak doğru değildir aykırı olmak da. Yaşamı değiştirmek için başkalarını “anlama”
ya çalışmak, diğer renkleri görmeye çalışmak için çok da fazla bir gayret
gerekmez aslında. Yeter ki anlayışlı olalım. Düşüncelere saygı duymasını
bilelim.
31 Ekim 2024 Perşembe
HER OLAY MUTLAKA BİR SONUÇ DOĞURUR
Öyle anlar var ki, insanlarda var olan güven olgusunu yok eden. Güven yoksa
yapılanların inandırıcılığı kalmaz. Güven duyma isteği başkasından insanca
muamele görme algısının ilk basamağıdır. Kaybolursa tekrar kazanmak zordur.
İnsanlar
arasında sürüp giden diyalog yok olmamalıdır. Yalana başvurulmamalıdır. Hiç
kimse küçümsenmemelidir. Hiçbir insan her ne sebeple olursa olsun
ötekileştirilmemelidir. İnsana saygı bunu gerektirir. Demokratik kurallar
bağlamında kabul gören insan haklarının da gereği budur.
Aslında
yanlışı yapana yaptığını kabullendirmek mümkün değildir. Çünkü yaptığının
doğruluğuna inandırılmıştır. Şartlandırılmıştır. O doğrultuda eğitim almıştır.
Soyut düşünmektedir. Kabul ettiği düşünceden farklı bir düşünceye inandırmak zordur.
Yanlışın
kabul görüldüğü, gerçeğin hiçe sayıldığı bir ortamda var olmak kolay değildir.
Herhangi bir konuda önyargılı olmak doğru değilse, gerçeği saptırmak da doğru
değildir.
Her
olay mutlaka bir sonuç doğurur. Etki tepki meselesidir bu. Olayın mahiyetine
göre gösterilecek tepki ya da kabul durumu da önemlidir. Toplumun
kabullenmeyeceği bir yaklaşımda bulunmak elbette beraberinde tepkiyi de
getirecektir.
Durup
dururken de tepkiye neden olacak yaklaşımlardan kaçınmak toplumun algısı ve
güven içinde yaşaması için önemlidir. Yazıp çizerken ya da yaşananlara yorum
yaparken buna dikkat etmek gerekir.
Hayatta araya mesafe koyacağımız insanlar mutlaka vardır. Bunu yaparken; kırarak, dökerek değil, yanlış olanı anlatarak yapmalıyız. Anlamayanı da hayatımızda çıkarmalıyız. Dost olup güveneceğimiz insanlarda azımsanmayacak kadar çoktur hiç şüphesiz. İnsanları tanımak kolay değildir, bu aynı zamanda herkesin isteğidir.
AYRILIK
Bahçenin
uzak köşesinde yüzünü güneşe vermiş düşünüyordu. Kuşkular ve tedirginlikler
içinde kıvranıp avuçlarını kan ter içinde kalırcasına sıkıyordu. Gözlerinin etrafı
hafiften morarmıştı. Beklenmedik bir yağmurun ılık, ama serinletici damlalarına
nasıl söz anlatılamazsa o da yüreğine söz anlatamıyordu. Ve kendisine uzanacak
o ince narin parmakları hayal ediyordu.
Oysaki
saçların rüzgârla dağılırken, sen onun içindeki acıdan habersizdin. Nasıl bir
hüzün ve ızdırap içinde olduğunu hesap edemiyordun. Edemezdin de zaten. Çünkü farkında bile değildin… Farkında
değildin içten içe yüreğini kuşatan, kimi zaman mutluluk, kimi zaman bir damla
gözyaşı olan acı, hüzün ve mutluluğun.
Ve
sen doğaldır ki sessizce yaşanan acıları, coşkuları, beklentileri ne izliyor ne
görüyor ne de biliyordun.
Uzunca
bir zamanı geride bıraktığında çektiği acılar dayanılmaz olmuştu. Ne güzel bir
söz söylemesini becerebilirdi, ne de sevgi sözcüklerini mırıldanabilirdi.
Sonra…
Evet, sonra mektuplar geldi aklına. Kokusu, tadı, insanı alıp dağlara, kırlara
götüren mektuplar. Giz dolu, sır dolu mektuplar. İnsanın içini sızlatan,
yüreğini burkan, duygu seline bırakan mektuplar. Anaların oğullarına seslendiği,
özlem ve gözyaşı kokan mektuplar.
Gözlerinde
mutluluk ışıkları yandı söndü. Mürekkebi kâğıda iyice sinsin diye sözcükleri
yavaşça ve bir sanatçının titizliğiyle oya gibi işledi mektubuna. Acı ile
birlikte sevgiyi de yüreğinde hissetsin diye özenle seçti kelimeleri. İstedi ki
incinmesin, kırılmasın. Acı biber yemiş gibi yüreği yansın, burkulsun.
Biliyordu ki acı güzel şeydi. İnsanın içi yanardı ama bir türlü vazgeçemezdi
acıdan.
Ne
ki, acıyı da sevgiyi de insanlığı da çok gördüler. Yalansız yaşamak isterdim
dediğinde bile yüreğini cehaletin en onulmaz yalanları ile doldurduklarının
farkında bile değildin. Oysa yıllarca kendi yalanımızın da başkalarının
yalanının da yükünü taşımıştık omuzlarımızda. Bedeller ödenmişti orta çağda da
günümüzde de. Ödemeye de devam ediyorduk.
Yalan
söyleyenlerin yalanları ile geleceği yakalamayı başarabilmek çok zordu.
Kuşkular ve korkular bir kez yüreğine işlemişti.
Sen
batıya diğeri doğuya gittiğinde yalan imparatorluğu hâkimiyetini çoktan
kurmuştu. Günün birinde yıkılmaman ve yok sayılmaman için direnmen gerektiğini
biliyordun. Ama direnemedin.
Şunu
hiç unutma ki geleceği inşa ederken yalanlardan kurtulmanın yolu geçmişi iyi
anlamaktan geçer.
29 Ekim 2024 Salı
BİR ANANIN ÇIĞLIĞI
(Canım kardeşimin anısına, yokluğun bir hançer gibi ciğerimizde saplı hala)
27 Ekim 2024 Pazar
BALYOZ ETKİSİ
20 Ekim 2024 Pazar
ELLER NASIRLAŞMIŞ. YÜZLER SOĞUKTAN MOSMOR
Umutsuzluk ile morallerin dibe vurmasına aldırdığımız yok. Kahve köşelerinde zaman geçirip pişpirik oynayanların televizyon haberlerine bakıp yorum yapmaktan başka konuşacakları bir şeyleri yok. Aldıkları emekli maaşının bir kısmını kahvelerde çay parası olarak harcamanın peşindeler.
Ekonominin içinde bulunduğu durum, çarşıda pazarda artan fiyatlar, artan faizlerin getirdiği sorunlardan çok günlük konuşmaların ekseriyeti siyasetçilerin söylediklerine odaklı. İktidar partisinin mensupları ile muhalefet partisinin sözcüleri ekrana çıktığında söylediklerini kendimize göre yorumluyoruz.
Geçim
derdini çoktan unutmuşuz. Günübirlik kazancımızla yaşıyoruz. Kimimiz
inşaatlarda soğuğa, yağmura, çamura aldırmadan başımıza geçirdiğimiz berelerle;
sırtımıza aldığımız parkalarla çalışıyoruz. İnşaatın tozu, boyası giysilerin
rengini soldurmuş. Eller nasırlaşmış, yüzler soğuktan mosmor.
O günkü ekmek parasını kazanmanın peşindeler. Ayazdan yanmış yüzleri ile zorluklara ve sıkıntılara aldırdıkları yok. Çünkü çaresizler. Eve ekmek götürmenin derdindeler. Kahve köşelerinde uyuklayanların birbirleriyle çekişmelerine ayıracak zamanları yok.
Onlar
alın teriyle kazandıklarını evlerine götürmenin huzuru ile yaşıyorlar. Yetim
hakkı, garip gureba hakkı yemeden yaşamanın rahatlığındalar.
Gelişmeler,
tartışmalar, medya gücünün olaylara yaklaşımına, kitlelerin algı yanılsamasına
da aldırdıkları yok.
Manşetlerden,
habere; köşe yazılarından TV haberlerindeki alt yazılara varana kadar medyada
yaşananlar ilgilendirmiyor onları.
Caddeler,
meydanlar el açıp dilenen; yaşlı, genç, kadın ve çocuklardan geçilmiyor. Sosyal
devlet nedir diye sorsan hiçbiri cevap verecek durumda değil. Sosyal devlet
anlayışının ne olduğunu bilen yok. Yaşamak için dilenmekten başka çaresi yok
bir kısmının.
Emeklilerimiz
aldığı yetersiz emekli maaşları ile geçinmenin derdindeler. İşsizlerin ve işini
kaybetmiş olanların durumları içler acısı.
Bütün
bu sıkıntılara rağmen siyasetçilerin ekranlarda birbirlerine söyledikleri ile
yok yere insanlar birbirine giriyor. Ekmek kavgası yerine parti kavgası
veriyor.
Akıl
tutulması yaşadığımız şu günlerde; bilincimizi, geleceğimizi, çıkarlarımızı
korumamız gerektiğini düşünmemiz gerekmiyor mu?
15 Ekim 2024 Salı
YÜRÜYECEĞİM YOLUN İLK DURAĞI
9 Kasım 1979, günlerden Salı.