14 Mayıs 2025 Çarşamba

O BİR ÇOCUK GELİNDİ


 Uzun uğraşlardan ve dil dökmelerden sonra baba kızını vermeye razı oldu. Çeyiz ve başlık konusu o sırada konuşuldu. Çeşitli beyanatlarda bulunuldu.

Adam, asla bir babanın kızını isteği dışında evlendirmemesi gerektiğini söyledi. Erken yaşta doğum yapmanın risklerinden bahsetti. Evliliğe adım atmanın gelin açısından kolay bir durum olmadığını söyledi. Kadınlardan tek bir ses çıkmadı konuşma boyunca. Kenarda sessizce ve başlarını kaldırmadan oturdular.
Gelenek gereği elinde kahve tepsisi ile evlenecek olan kız içeriye girdi. Bir an şaşkınlıktan küçük dilimizi yutacak olduk. Bu daha çocuk sayılırdı. Yaşının küçük olduğunu söylememişlerdi o zamana kadar. Sesimiz çıkmadıysa da nutkumuz tutuldu. Dilimiz damağımız kurudu. Bu bizim öğrencilerimizin yaşıtı idi.Lakin yapacağımız bir şey de yoktu.
Adamın söylediklerini düşündük bir an.
Okul müdürümüzün yüzüne baktık sessizce, gözlerimizde “neden buradayız” pişmanlığı okunuyordu.
Birbirimize acı birer tebessümle baktık. Gözlerimizi yere indirdik.
Benzer şekilde kendi öğrencilerimiz arasında da bu tür yaşı küçük kız çocuklarının evlendirildiğini duyduk sonradan.
Yıllar sonra bir şekilde karşılaştığım bir kız öğrencim de küçük yaşta amcasının oğlu ile rızası olmadan evlendirildiğini, evlendiği ilk yıllarda çok ağladığını fakat çaresiz durumu kabullenmek zorunda kaldığını söyledi. “ Küçük yaşta evlendirilen mağdurlardan biriyim” diyordu konuşmamızın başında. “17 yaşında, arkadaşlarım okula giderken ben amcamın oğlu ile evlendirildim. Hiç tanımadığım, hiç görmediğim şehre getirdiler beni. Uzun süre ağladım. Yıllar sonra çocuk sahibi oldum, tek tesellim çocuklarımdı artık benim için.”
Yüreğim burkulmuştu bu duruma. Gerçi aradan yıllar geçmiş, çocukları büyümüştü çoktan.
Fakat konuşmasında hala bir pişmanlık içinde olduğu anlaşılıyordu.
Eşini sevmeden başkalarının isteği ile evlendirilmişti.
Benim de gözlerim dolmuştu bu duruma dinleyince açıkçası.
İçinde büyük bir kırgınlığın hala devam ettiğini hissetmemek olanaksızdı. Çaresizliğin, büyüklerine söz geçirememenin kurbanlarından biri idi o da.
O bir çocuk gelindi çünkü.
Şimdi kırklı yaşlarda.
Çocuk gelin olarak çektiği sıkıntı ve acılı süreci geri döndürmenin olanağı yok.
Ne yazık ki küçük yaşta zorla evlilikler binlerce kadının yaşamını elinden alıyor. Aile içi şiddet, yoksulluğun çaresizliği, cinsiyet eşitsizliği, genç kızların alınıp satılması kadının boğazında düğümlenip kalıyor.
(Hüseyin Güzel)

13 Mayıs 2025 Salı

EY ANKARA ANAM SANA EMANET


 

Hava bir sıcak bir başka gün kapalı.

Yağmur yağıyor.

Yağmur bazen kederlendirir beni oldum olası.

Bugünde bulutlar gökyüzünde maviliği kapatmış durumda.

Etrafta hergün var olan kalabalık azalmış.

Annelerinin elinde tutup cadde boyunca yürüyen çocuklar gözükmüyor.

Bu havalarda kendime yönelirim.

Düşünmeye başlarım.

Dünü ve bugünü.

Dün yaşadıklarımı, bugün yaşadıklarımı.

Düşüncelerimi sararmış bir yaprak gibi kuşatır keder.

Bugün de beni sararmış bir yaprak gibi kuşatmış durumda.

Yıllar öncesini düşünüyorum yine.

Geri dönüşü olmayan yaşanmışlıkları, çekilen acıları, çileleri, yoklukları, çaresizlikleri.

Anam ile babamın zorlu mücadelesini.

Şu an acı çekiyorum.

Kendimle zorlu bir savaştayım sanki.

Dünün, bugünün, yarının güzelliklerinden uzak bir yaşam öyküsü içinde savrulan anamı yıllar önce sonsuza uğurladığımızı.

Yıllar önce karlı bir günün sabahında sonsuza uğurladığımız babamı düşünüyorum.

İçim acıyor.

Günler sabun gibi kayıyor elimizden.

Zamana yenik düşüyor yaşanmışlıklar.

Her gideni  ve günü geri getirmek imkânsız.

Anam bizleri kedere boğan hastalığının pençesinde sonsuza gitti.

Yaşlıydı o artık.

Ey Ankara, Anadolu'nun yürekli analarının kenti.

Anam sana emanet, Karşıyaka mezarlığında yatan anam.

Sabır taşlı o yiğit ana.

 

6 Mayıs 2025 Salı

BEN, DEDİ, BOYACI OLACAĞIM

Annen var mı senin?
- Var tabiî.
- Ne iş yapar?
- Çamaşıra gidiyor.
- Sen ne olacaksın büyüyünce? - Ben mi? dedi. Gözlerini gözüme kaldırdı. İkimiz de mavi mavi baktık. -Ben, dedi, boyacı olacağım.
- Ne boyacısı?
- Kundura boyacısı.
- Neden kundura boyacısı?
- Ya ne olayım? - Doktor ol, dedim. - Olmam, dedi. - Neden ?
- Olmam işte. - Neden ama? - Doktoru sevmem ki. - Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ?
- Tabiî sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan.
- Ama annen iyileşti.
- Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün, yemek yemedim ben.
- Peki, dedim, öğretmen ol. - Ben mektebe gitmiyorum ki. - Neden?
- Öğretmen beni dövüyor. - Neden?
- Yaramazlık ediyorum da ondan.
- Sen de yaramazlık yapma.
- Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
- Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
- Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının piçi” dedi. Ben de dövdüm onu. Öğretmen de beni dövdü. Ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. Hiç kimseyi dövmedim. Yaramazlıkmış diye. Bir kaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım. Hırsızsın sen diye dövdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem dövdüler, hem mektepten kovdular.
- Çok fena yapmışsın.
- Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki. - Ne olmak istiyorsun ya?
- Boyacı olacağım dedim ya.
Sait Faik Abasıyanık

 

29 Nisan 2025 Salı

DUR DEMENİN ZAMANIDIR ARTIK


 

Kıyılarda dolaştım, ormanlarda

Özgürce yaşadım mor, eflatun, alakızıl gökyüzünü.

Gözlerime vurdu ırmağın parlayan ışığı,

Dağlarında yılkı atları, kartal sesleri…

 

Uzanmıştı sahile zakkumlar, nar ağaçları

Rengârenk kelebekler, kızböcekleri

Zümrüt tepelerde seyretmekte hatıraları…

 

Bir rakı bardağında, eski tahta masada

Biraz çerez, sigaranın sert tütününde

Aldırmazdık hayatın renklerine

Kırılgan yapraklarda, o ağacın altında…

 

Kâh yağmurun altında

Kâh ıssız yerlerde,

Morumsu kül rengi bozkırlarda, bağlarda

Kavurucu sıcaklarda, ıslak dağlarda

Zümrüt gözlü o Türkmen güzeli…

 

 

Yağmurlu ve soğuk bir günün ortasında

Kaldırımlar boyunca uzanan vitrinlerde,

Parfüm kokusu, müzik sesi yayılmakta…

 

Ne bir çiçek ne bir su damlası bahçelerde

Ne bir kardelen ne bir sardunya

Kolay mı bulmak varoşlarda, evlerde

Ürkek bir gölgenin peşinde, mavi şafaklarda…

 

Alacakaranlıkta bir şafak vakti,

Fena yakalandım yüreğimin sesine…

Dur demenin zamanıdır artık,

Uzun zamandır kuşandığım yalnızlık duygusuna da…

 

28 Nisan 2025 Pazartesi

GÜNLERİN GETİRDİĞİ


 

Her daim derim. Dönemler ve koşullar kendi insanını yaratır diye.

Şu son günlerde, aylarda, yıllarda da bu böyle olmuştur.

Yaşananlardan ben şunu anladım artık.

Bugüne kadar acıyıp üzülerek baktığım insanlara karşı duygusuz olmayı.

Yufka yürekli olmamayı.

Kimse ile ilgilenip kendimi üzmemeyi.

Bu devirde çıkarcı insanlar türedi. Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz olmuş. Diğerinden ekonomik anlamda daha fazla nasıl faydalanırım düşüncesi hâkim.

Yıllarca fakir fukaranın hakkını savundum. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce yazdım çizdim.

Siyasete bakıyorum misal.

Her gün bir başka açıklama, uygulama.

Dedim ya, dönemler ve koşullar kendi insanını yaratır diye.

GEREKSİZ DÜŞÜNCE

 

İnsanlığı meşgul eden gereksiz düşünce, bir bilgi kanseridir.

Bu bir kabuklaşmayı da beraberinde getirir.

Varsın olsun denir

Aldırış edilmez.

Ak koyun içinde kara koyun misali hoş da görünebilir.

Derken, başlar koca gövdeyi sarıp sarmalamaya, ağlarını örmeye.

Doğruyu durdurup, duranı işletmeye.

Doğruyu durdurup dondurduğunda, kendini gün gelir beğendirir.

Bildiği bildik dediği dediktir artık.


22 Nisan 2025 Salı

AFRODİT VE GOLYAT


 

Öyle narin öyle kırılgan

Kâinatın dağları.

Ne yaşam ne ölüm

Ağlıyor sessiz sessiz

Rüzgâr kanatlı at.

Tahtın üzerinde, Afrodit.

 

Dudakları kızılcıklar kadar kırmızı,

Bedenleri cılız

Gözleri kan çanağı

Dehşet içinde

Kürek mahkûmları.

 

Dalgaların hırçınlığında,

Yol almada “golyat”.

 

Sert esmekte rüzgâr,

Mermer yüzlü savaşçının

Saçları dağılırken heyhat.

 

Çelik kanatlı birer kartaldı,

Düşmanına saplarken mızrağını

Savaşçılar.

 

Efsaneydi dalgalar çoktan.

 

Granittiler denizde

Bakır yüzleri sert,

Ve yakılmış gemilere inat

Karanlıkta mahkûmlar.

 

Hem ırmak hem deniz

Kızıl renkte idi ağlayan.

Tahtında oturmakta

Afrodit.

21.04.2011 tarihinde yazdığım bir şiir

19 Nisan 2025 Cumartesi

İNSAN OLMAK


 

Kaç gündür üzerimde bir kırgınlık var. Soğuk algınlığıdır herhalde. Geçer nasılsa. Her gün birkaç internet sitesinde haberlere bakarım. Bakalım bugün neler olmuş diye.  Haberlerin çoğu can sıkıcıdır. İnsanların birbirlerine karşı yaptıklarını haberlerde, TV programlarında gördükçe insan insanlığından utanıyor.

Önceki gün bir haber dikkatimi çekti. Bir an duraksadım. Okuduklarım doğru mu yanlış mı diye gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Acaba kırgınlığım mıydı beni yanıltan. Hayır maalesef okuduklarım gerçekti. Habere konu bir öğretmendi. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir öğretmen.

Konya'nın Selçuklu ilçesindeki bir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde görev yapan Felsefe öğretmeni "ya benim çok sapık duygularım var ya da şeytan onlara uğramıyor... Bir genç kızın vücut hatlarını gördükten sonra şeytan size üflemiyorsa ya erkekliğiniz ya da imanınızı kaybetmişsiniz demektir..." mesajını Twitter hesabından paylaşmıştı.

Okuyunca insanın nutku tutuluyor adeta, toplumun ve insanlığın kabul etmeyeceği bu sözler karşısında.

Bir öğretmen bunları söyleyen. Gençleri yetiştirmek için eğitilmiş biri. Bir felsefeci. Nasıl bir felsefe öğretmeniyse artık, felsefeden çok öğrencilerin vücut hatları ile ilgileniyor. Demek ki bunu söyleyenin felsefe anlayışı alan değiştirmiş!

.....

Yakup üniversitede okumaktadır. O yıllarda tanıştığı ve sevdiği bir de kız arkadaşı vardır. Ve kız arkadaşının kardeşi ile de aynı okulda öğrencidir ve Yakup'un can dostudur.

Bir gün öğrenci olayları sırasında yanında bulunan kız arkadaşı vurulup hayatını kaybeder. Yakup yıkılmıştır. Can dostunun yüzüne nasıl bakacaktır.

Kız kardeşinin hayatını kaybetmesine Yakup'un sebep olduğunu düşünen Emre, Yakup'un pişmanlığına aldırmadan o acı içinde silahını çekip Yakup'a doğrultur.

Yakup sevdiğini kaybetmenin acısı ile zaten kendinde değildir. Yaşamına bu şekilde son verilmesini o da ister. Lakin Emre silahı Yakup'un sağ bacağına doğrultup iki el ateş eder. Ve çekip gider. Can dostunu öldürmeye kıyamamıştır.

Yakup uzun süren tedavi sonrasında sakat kalır. Ayağını sürümektedir artık. Yürümek ve merdiven çıkmak onun için çok zordur. Okulu da bırakır Yakup.

Aradan yıllar geçer. Yakup babadan kalma üç beş kuruşla bir lokanta açar. Dürüstlüğü, yoksula yardımı, insanlığı ile çevreden saygı duyulan, güvenilen birdir artık o.

Yıllar, aylar, günler birbirini kovalar.

Yakup evlenmemiştir. Kız arkadaşından sonra bir başkası ile evlenmeyi düşünmemiş, tek başına aldığı evde yaşamakta, lokantasında ki işleri iyi kötü takip etmektedir.

....

Evinin yanında uzun yıllar boş kalmış, bakımsız, yıkık dökük metruk bir ev vardır.

Bir gün akşam üzeri lokantadan eve dönerken metruk evde bir ışığın yandığını görür. Merak eder. Yanılıyor olmalıyım diye düşünür.

Ertesi gün işe erken gitmez. Öyle ya uzun yıllardır metruk olan eve birileri taşınmış, komşu olmuşlardır. Kimdir, kimlerdir diye merak edip öğrenmek ister.

Eve gidip kapıyı çalar. Kapıyı açan kadını görünce adeta şok yaşar.

Çünkü kadın, yıllar önce kaybettiği Meryem'ine benzemektedir. Kaşları, gözleri ile adeta o dur. Yakup sararıp, sarsılır, vücudu -70 derece soğukta kalmış gibi zangırdar.

...

Kadın eve yeni taşındığını, yalnız yaşadığını, işe ihtiyacı olduğunu, evde yiyecek bir lokma ekmeğinin olmadığını söyler konuşma sırasında.

Yakup bir lokantası olduğunu söylemez. Çekinir. Sessizce uzaklaşır oradan. Uzaklaşırken "ihtiyacın olduğu zaman kapımı çekinmeden çal" der.

Aradan birkaç gün geçmiştir. Yakup yaşadığı benzerlik karşısında hala şaşkındır.

Kadın aramasına rağmen bir türlü iş bulamaz. Çaresizdir artık. Evde de yiyecek bir tek lokma bir şey yoktur. Elindeki üç beş kuruşta bitmiştir.

Ne yapacağını ne edeceğini düşünürken Yakup'un "ihtiyacın olduğunda kapımı çekinmeden çal" sözleri gelir.


Yakup o günlerde soğuk algınlığı ile mücadele etmekte, evinden lokantaya gidememektedir. Hastadır.

Kadın sabahın erken saatinden akşam saatlerine kadar Yakup'un evden çıkmasını bekler.

Lakin Yakup çıkmaz.

Kadın iyice meraklanır. "acaba bir şey mi oldu adama" diye düşünüp Yakup'un kapısını çalar. İçeriden ses soluk gelmez. Tam ayrılmaya karar vermişken kapıyı son bir defa çalar.

Kapı yavaşça açılır. Yakup sararmış yüzü ile kadını buyur eder.

Kadın "siz hastasınız" der.

Yakup "soğuk algınlığı geçer" der.

...

Kadın durumunu anlatır. "Evde bir tek lokma yiyecek bir şey yok. İşte bulamadım der." Lokantanda benim yapacağım bir iş var mıdır demeye de çekinir.

Yakup kadının durumunun farkındadır. "Evde bir tek lokma yiyecek bir şey yok.." dediğine göre açtır da.

Kadın ayrılacakken "gitme bana sıcak bir hasta çorbası yap. Mutfakta her şey var. Hem çay da demledim beraber içeriz " der.

Maksadı aç olan kadının karnını doyurmasıdır.

Kadın büyük bir mutlulukla içeri girer. Mutfakta sıcak bir çorba yapar. Hem kendisi de kaç gündür sudan başka bir şey içmemiş, yememiştir.

Karşılıklı çorbalarını içerler.

...

Yakup kadının iş istemek için geldiğini, ama söyleyemediğini anlar.

O söyleyemiyorsa ben lokantada çalışır mısın diye sorayım der.

"Lokantada yeni bir elemana ihtiyaç var. Temizlik yapabilecek, bulaşıkları yıkayacak birine. Sen iş bulamadıysan gel çalış istersen" der.

Kadın "bilmem ki yapabilir miyim" diye cevap verir.

Yakup "yaparsın. Yarın hemen gel işe başla"

Ve kadın ertesi gün lokantada işe başlar...

...

İki olay.

Birincisinin kadına bakışı ile ikincisinin bakışı ortadadır.

 NOT: 27 Aralık 2017 de yazdığım bir yazıyı arşivden tekrar yayınlıyorum

 

15 Nisan 2025 Salı

İŞTE BİZİM İNSANIMIZ


 Hastane tıklım tıklımdır.

Yaşlı kadın içeri girer,
doktor hanım teyzeyi muayene eder.
Fakat
hastalığından emin olamaz.
Kadına dönüp:
-Teyze şu şu tahlilleri yaptır gel, der.
Yaşlı kadın başını öne eğer.
Doktor, yaşlı kadının duymadığını düşünerek tekrar söyler.
Yaşlı kadın başını yerden kaldırarak,
ağlamaya hazır gözlerle:
-Kızım, benim köye dönecek param yok, tahlilleri nasıl yaptırayım? der.
Doktorun yapacak bir sürü işi olmasına rağmen, bırakır işini, tutar teyzenin elinden koridor koridor dolaştırıp, tahlilleri yaptırır.
Tahlillerin sonucunda doktor hastalığı belirler, gerekli ilaçları da alıp, teyzeye verir.
Yaşlı kadın tam odadan çıkacakken, doktor hanımın aklına "YOL PARASI" gelir ve teyzeye köye gitmesine hayli hayli yetecek para uzatır. Yaşlı kadın önce almak istemese de daha sonra mecburiyetten parayı alır.
Sonra:
-Allah senden razı olsun kızım.
Köye nasıl döneceğim diye kara kara düşünüyordum, çok
sağol diyerek odadan çıkar.
Aradan bir saat kadar bir süre geçer.
Doktor bakar ki, yaşlı teyze kan ter içinde, kalabalığı yarmış, oflaya puflaya geliyor.
Doktor şaşırmış bir halde, herhalde giderken bir şey unuttu diye düşünür ve...
-Ne oldu teyze diye sorar.
Teyzenin yüzünde kocaman bir gülümseme vardır.
Bu sefer:
-Kızım ben anayola çıkınca bir köylüme rastladım.
Meğer o, minibüsle zaten köye dönüyormuş.
Beni köye o götürecek; sen al paranı!..
İşte bizim insanımız..
İşte gerçek insanlık...

ÖĞRETMEN


 Adam, ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp "hocam beni tanıdınız mı?" dedi.

Öğretmen:
- Hayır tanımadım.
Adam:
- Hocam nasıl tanımazsınız!.. Ben ilkokul öğrenciniz M..... Hocam sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu. Ben almıştım. Siz de "herkes kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım" demiştiniz. Ben utanmış ve çok korkmuştum. Sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım diye soğuk terler döküyordum...
Sizden bir komut daha geldi.
"Şimdi herkes gözlerini kapatsın."
Ortalarda bir yerdeydim.
Aranma sırası bana gelmişti.
Saati cebimden sessizce almış, devamla, aynı sessizik içinde son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz.
Sonra bizi yerimize oturtup bana ve hiç kimseye hiç bir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz.
Büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı... Hocam ben şimdi 60 yaşındayım. Düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi, o gün sizden almışım.
Her aklıma gelişinde sarsıldım ve her aklıma gelişinde kendimi sizden kalan erdemin koruyucu gölgesinde hissettim.
“Utancı bilerek yaşamak korkunç...
Daha da korkuncu, bilerek yaşatmak.”
der Edip Cansever.
Hocam siz bana o utancı yaşatmadınız. Yaşasaydım unutur muydum, doğrusu bilmiyorum.
Ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım Hocam.
Şimdi hatırladınız mı beni?
Öğretmen yan yana oturdukları bankta öğrencisine yaslanarak:
- O olayı ertesi gün unutmuştum ben.
Şimdi sen anlatınca hatırladım
Sizlere "gözlerinizi kapatın" dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım.
O yaştaki her çocuğun düşebileceği yanılgıya düşen öğrencime karşı içimde bir yargı oluşsun istememiştim.
O sen miydin?