Kadının aile içinde paylaştığı sorumluluklar ve
toplum hayatında giderek artan fonksiyonları göz ardı edilemez. Yüz yıllardır
kadına bakış açısı toplumdan topluma, bireyden bireye, zihniyetten zihniyete değişmiştir.
En son facebook sayfalarından birinde bir paylaşımda
gördüm. Aynen şöyle söylüyordu bir cemaatin önde geleni, "Kadın bakkala gidemez.
Giderse ayaklarını kırın." Söyleyenin adı lazım değil. İlgili
paylaşımı okuyan, gören bilir zaten. Gelinen noktada maalesef bir kısım
zihniyetin düşüncesi de yaptırımı da bu. Peki bu doğru bir yaklaşım mı. Elbette
ki hayır. Kadının yeri evidir düşüncesi, kadını çalışmaktan ve evinin geçimine
ekonomik katkıda bulunmaktan alıkoyacaksa eğer kaale alınmayacak bir yaklaşım
olarak tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.
8 Mart "Dünya Kadınlar Günü"
kutlanırken, kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddet kınanırken, kadınlara hak
ettikleri değerin verilmesi istenirken çeşitli "haber siteleri"ne
düşen ve üzerinde düşünülmesi gereken bir haber dikkati çekiyordu. "Şanlıurfa'da,
kalp ve böbrek hastalığı nedeniyle beş yıldır çalışamayan altı çocuk babası 52
yaşındaki Hamet Ay, sekiz bin liralık elektrik borcunu ödeyebilmek için 4
yaşındaki kızı Güler'i başlık parası karşılığı evlendireceğini söyledi...
İnşaat işçiliği yaptığı dönemde sigortasız çalıştığı için emekli olamayan Hamet
Ay, bir böbreğinin de alınmasıyla diyaliz tedavisi görmeye başladı.
Çalışamadığı için elektrik borcunu ödeyemeyen Hamet Ay, iddiasına göre 2011
yılında o dönem 13 yaşında olan kızı Nebiha'yı da dört bin lira başlık
parasıyla evlendirdi. Aldığı başlık parasıyla elektrik borcunun bir kısmını
ödedi... Eşi ve kızlarının kağıt ve hurda topladıklarını anlatan Hamet Ay, ilaç
alacak param yok..." diyor.
Olay gerçekten üzücü. Sosyal devlet anlayışının
yasalarla belirlediği ülkemizde bu ve benzeri olayların yaşanması acı bir durum.
Ailenin birikmiş borçlarının ödenmesi için de çare olarak düşünülen ne yazık ki
henüz çocukluğunu yaşamakta olan bir kız çocuğu.
Yolsuzluk olaylarının sıklıkla duyulmaya başladığı
bir toplumda yoksulluk ve yoksunluk zincirlerinin paslı halkaları içine
hapsolmuş yaşamların varlığı unutulmamalıdır. Bir toplumda dayanışma ve yardımlaşma
ruhunun erozyona uğramaması gerekir. "Hep bana rabbana..."
yaklaşımı yerine muhtaç olana yardım elinin uzatılması o toplumun yaşam
damarlarını besleyen ana arterin hala sağlam olduğunun göstergesidir.
Aile borçlarını ödeyebilmek için kızlarını başlık
parası karşılığı evlendirmeyi düşünmüş. Çaresizlik işte böyle bir şey.
Anlaşılan o ki aile için tutunacak başka bir dal, başka bir çıkar yolu yok. Yirmibirinci
yüzyılda aileyi bu duruma iten yoksulluk kız evlatlarını satmakla mı (başlık
parası karşılığında) çözüme kavuşacak. Bu zor şartları yaşayan kaç aile var, kaç
aile çocuklarını yoksulluk nedeniyle okutamıyor, eğitimlerini yarıda kesiyor,
kaç çocuk gençliğini, çocukluğunu yaşayamadan iş hayatına atılıyor. Çıraklık ve
kalfalık yapan kaç çocuk iş yerinde tokatlanıyor. Sayısını bilen var mı...
Kadınların söz hakkının olmadığı, töre, berdel gibi
çağdışı anlayışların yanısıra yoğun olarak aile meclisi kararlarının
uygulandığı bir toplumda kadınlara ve kız çocuklarına reva görülen bu durum
kabul edilemez.
Bu bağlamda eski kavimlerde kadının durumu ne idi
sorusu akla geliyor. Acaba eskiden kadınların durumu daha da zor muydu yoksa
toplumdan topluma, kavimden kavime, anlayıştan anlayışa değişiyor muydu?
Eski Hint, Çin, Moğol ve Arap toplumlarında babanın
otoritesine bağlı pederşahi aile sistemi ve poligami hakimdi. Ailenin mirası ve
yönetimi babadan oğula geçer, kız çocuklarına her hangi bir söz hakkı
verilmezdi. Kadın zengin ve seçkin bir aileden değilse saygı görmezdi. Erkeğin
malı olarak ifade edilirdi. Hindistan'da geçen yüzyıla kadar kadın ölen eşi ile
birlikte yakılırdı. Eski Araplarda ise kız çocukları sevilmez ve diri diri
toprağa gömülürdü.
Eski Türk toplumlarında ise kadının durumu diğer
toplumlara göre farklıydı. Aile düzeni pederşahi değil pederi idi. Tek evlilik
esastı. Miras, babadan oğula geçer, ancak erkek çocuk olmadığı zaman kız çocuğa
kalırdı.
Değişik coğrafyalarda yaşam süren toplumlara
bakıldığında benzeri yaklaşımların var olduğu görülür. Kadın her daim erkeğin
hükümranlığında yaşam sürmüştür. Lakin günümüzün teknolojik, kültürel; değişim ve gelişmeleri ışığında,
artık kadına gereken değerin verilmesi gerekmektedir. "Kadın bakkala gidemez.
Giderse ayaklarını kırın" yaklaşımı çöp sepetine atılmalıdır.
Kadınlar
geçmişten bu yana toplumsal devrimlerin gerçekleşmesinde ve vatan savunmasında
ön saflarda yer almıştır. Vatan savunmasında cephe hattında korkusuzca yer
almaları ve gösterdikleri cesaret tarih sayfalarında hak ettiği yeri bulmuştur.
Kadınların
günümüzde özgürleşmesi iş hayatına atılmaları ile mümkündür.
Kapalı kapılar ardında evlerde beklemek ve erkeğe bağımlı yaşamak yerine; iş
hayatına atılmak, devletin çeşitli kurumlarında görev almak, tiyatro ve
sinemaya gidebilmek, teknolojiyi kullanmak gibi haklardan yararlanmaları
gerekir.
Kadının çağdaş yaşam koşullarına uygun hareket
etmesi sadece batılı kadınlara değil günümüz doğu toplumlarına da özgü bir
davranış olmalıdır. Gerekli eğitimi almalı, yüzünü tanınmayacak şekilde
kapatmamalı, dört duvar arasına sıkıştırılmamalıdır.
Teşekkür ederim Hüseyin Bey. Saygılarımla,
YanıtlaSilBen teşekkür ederim değerli hocam.
SilHer devirde ve her toplumda kadin maaleseff hakkettigi degeri görememis,ne aci..
YanıtlaSilAma bunun birazda sorumlusu biz kadinlariz,cünkü o Dogurdugumuz erkekleri
yine kendimize karsi bizler yetistiriyoruz...Hele de bizim toplumumuzda....Oglunu evlendirir ve gelinine karsi kiskirtir,oglu karisina en kücük bir ev isinde yardimci olsa en basta kendisi karsi cikar..Birde bunun cocukluk zamanini incelersek,kimbilir daha neler cikar neler....
Birde Ayaklari saglam basan kadini genelde Calisan,ekonomik özgürlügü olan kadinlar olarak algiliyoruz.Bence kendine özgüveni olan,sirtini baskasina dayamayan,erkekden medet ummayan bir kadin zaten ayaklari yere saglam basiyor demektir...Calisip-Para kazanan nice kadin vardir ki,evine en kücük birsey alirken bile söz hakki yoktur...
kaleminize saglik,sevgiyle ve dostca kalin....
Yorumunuzda haklısınız Yıldız Hanım. Bloğunuzda yazdığınız son yazıyı yayınlandığı an sayfama düşünce okumuştum.
SilLakin o an yorum yazmadım.
Düşüncelerinize katılıyorum.
Saygılar.
Hocam o iki haberi de okumamıştım, dehşete düştüm, bakkala giden kadının bacağını kırma heveslisi adam %99.9 sapık birisi, büyük ihtimlla sübyancılık hatta ensest dahil aklından geçiriyor olabilir! Kadınları görünce aklına tek şey geldiği %100 o yüzden de herkesi kendi gibi sanıyor. Malum kişi herkesi kendisi gibi bilirmiş, diğerinin Allah cezasını versin elektrik borcu için kızını satanı da gördük! Dediğiniz doğru tek çözüm kadınların çok iyi eğitim görmesi, çalışması, ekmeğini kazanması, kimseye (baba, koca, abi, dayı, amca ve devlet) muhtaç olmaması.
YanıtlaSilSaygılar
"Kadın bakkala gidemez. Giderse ayaklarını kırın" düşüncesini öne süren
Silsosyal paylaşım sitesinde yazıldığı kadarıyla cemaatlerden birinin önde gelen lideri.
Her neyse. Dinci kesimin kadına bakış açısı bu maalesef.
Aslında kadın sorunları ülkemiz politikasının birincil sorunudur.
Kadınların içinde bulundukları sosyal doku ülke dokusunun göstergesidir.
Kadınların çalışması ne yazık ki erkek egemenliğindedir.
Yani kadının çalışması erkeğin isteği ve oluruna(rızasına)bağlıdır.
Geleneksel dinsel politikalar kadının yerinin kocasının evi olduğunu söyler.
Kadının çalışma hakkı lâik, demokratik, çağdaş politikalar tarafından desteklenmektedir.
Nitekim 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamasında öne çıkan kesim, meydanlarda haklarını arayan kesim Lâikliği benimsemiş ve özümsemiş kesimdir.
Saygılar.
çok güzel tespitler hüsyin hocam..ellerinize sağlık..kadının hakkettiği yere kavuşma dileğiyle..
YanıtlaSilOkuduğunuz için teşekkür ederim Bilge Dünyamız.
SilSaygılar.
Öyle çok şey düşündürdü ki yazınız Hocam. Buna rağmen ne yazacağımı bilemedim. "Bakkala giden kadının ayağını kırın" haberi ifade ettiğiniz gibi çöpe atılmalı. Diğer haber ise çok üzüntü verici, vicdan azabı duyuruyor insana. İnsan çaresiz olmaya görsün. Çaresizlik insana her şeyi yaptırır. İnsanları bu denli yoksul, çaresiz bırakan dengesiz gelir dağılımı. Devletin sosyallik ilkesinin tamamen devre dışı kaldığı bir durumun sonucu olsa gerek. Toplum olarak da durumu iyi olanların olmayanlara ulaşması gerekirken insanın sadece bencilce kendini düşünmesi. Bir diğer ise cehaletin gün geçtikçe bir sarmaşık gibi etrafımızı sarması. İşte bu nokta düşündürücü. Bunu aşmak zor duruma düşürüyor, devletin istikrarsız, suça teşvik edici politikaları da işin içinden çıkılmaz hale sokuyor. Emeğinize sağlık Hocam. Kaleminiz her daim yazsın ki birileri belki ders çıkarabilsin.
YanıtlaSilSaygılar selamlar.
Yorumunuza katılıyor ve teşekkür ediyorum.
SilEli kalem tutan, söz söyleyebilen her insan bu konuda kadınlara destek vermelidir.
Çünkü bir toplumun gelişmişliği kadına verdiği değer ve önemden bellidir.
Kadın hakları bir toplumun uygarlık ölçüsüdür.
O nedenledir ki Atatürk kadınlara 1930'lu yıllarda Belediyelerde görev alma, Milletvekili seçme ve seçilme haklarını vermiştir.
Ülkemizde 1950 li yıllardan itibaren Atatürk dönemi uygulamaları rafa kaldırılmıştır. Gelinen durum ne yazık ki görüldüğü gibidir.
Geleneksel çevrelerde kadınların özgürce ve kendi istekleri doğrultusunda oy verme yani seçme hakları erkeğin sözüne bağlıdır.
Lâik ve demokratik, çağdaş kesim dediğimiz kesimlerde ise kadının kendi iradesi söz konusudur.
Bu kesim çıkıp ta "Kadın bakkala giderse ayaklarını kırın" sözünü etmez.
Saygılarımla.
Muhterem Hüseyin Bey yine en can alici bir konu ve kanayan yarayi dillendirmissiniz. Emeklerinize saglik!
YanıtlaSilHürmetlerimle!
Teşekkür ederim Meral Hanım. Gerçekleri yazıp çizmemiz bana öyle geliyor ki boş laftan, kuru kalabalıktan öte geçmiyor. Milletin umurunda değil. Okuyan kim. Bildiğinden şaşmıyorlar. Hani bir deyim vardır bilirsin "kndimiz çalıp kendimiz oynuyoruz" deiye... İşte bizim yazıp çizmemizde sanırım öyle bir şey. Kaçıncı yazmam şahsen benim bu konuları. Kaçıncı yazılış eli kalem tutanların yazdıkları. Lakin hepsi boş laf, kuru kalabalık diye düşünüyorum. Saygı ve selamlarımı yolluyorum.
Sil