Tarih geçmişin ve geçmişte yaşananların
belleklerimizde yer almasını sağlayan en büyük öğreticidir.
Yer yüzünün yaşanabilirliği zor olmayan
topraklarında varlığını sürdüren toplumların yanı sıra buz ve soğuğun
sarmalında var olma mücadelesi veren toplumların, yol ve yordamı olmayan sık ve
geniş ormanlarda karnını doyurmanın telaşında olan toplumların, çölün kavurucu
sıcağında hayatta kalma çabası içinde olan toplumların, sert kaya yamaçlarının
gözetiminde dağ ve vadi yamaçlarında olan toplumların yaşam süreçlerine
bakıldığında öğreneceğimiz ve ders çıkaracağımız gerçeklerle karşılaşırız.
Bu süreçte zorlu bir geçmiş karşımıza çıkar.
Acı ve kaygının hüküm sürdüğü toplumların yanı sıra
huzur ve barış ortamının dinginliğinde var olanlara da şahit oluruz.
Yaşanan bütün savaş ve çatışmalar acı ve gözyaşından
başka bir şey getirmemiştir.
Savaş savunmasız ve mazlum insanların zulüm
görmesine, yerlerinden yurtlarından göçüp uzak diyarlara gitmesine neden
olmuştur.
Savaş adalet yerine adaletsizliği, güçsüz yerine
güçlü olanı, huzur yerine kargaşayı, yaşatma yerine yok etmeyi tetiklemiştir.
Dünyanın ilk büyük savaşıydı. Başladıktan kısa süre
sonra sona ereceği düşünüldü. Lakin o tam dört yıl sürdü.
Galibin yanı sıra mağlubunda yıkımdan, ölümden, acı
ve ızdıraptan nasibini almasına neden oldu.
Milyonlarca insanın ölmesine, bir o kadarının sakat
kalmasına, yüz binlerce insanın hastalıklardan yaşamını yitirmesine neden oldu.
Etkileri zamana yenik düşmeyen yeni bir dünya düzeni
yarattı.
Göçler, sürgünler, kıyımlarla anılır oldu.
Dünyanın ilk büyük savaşında etkilenen ülkelerden
biri de Türkiye'dir.
Savaşta bir imparatorluk olarak, büyük zaferlerin yanı sıra
yenilgilerle dört yıl boyunca var olma mücadelesi veren Osmanlı İmparatorluğu sonuçta
yıkılmış, işgal edilmiş, toprakları parçalanmıştı.
O süreçte yeni bir kurtuluş hareketi gelişip
filizlendi.
Kurtuluş Savaşı sonunda Türkiye bağımsız devletler
arasında yerini aldı.
Bu ve benzeri zamanın belleğinde yer alan yok
oluşları, ölümleri, kıyımları, sürgünleri tetikleyen olaylarda, herkes kendi
kaybına ağladığı gibi, her kayba ağlasa bu olumsuzluklar yerini barış ve huzura
bırakacaktır.
Umuda yolculuk yapanların umutlarına umut olmak
adildir ve asildir.
Her konuda ayrılmış, kutuplaşmış, saflaşmış
toplumlar hiç değilse acılarda ve yok oluşlarda ayrışmamalı, acıların dinmesi
için çare aramalı.
Aydınlık bir gelecek için bu duruş önemlidir.
Usta şair Nazım Hikmet bir şiirinde "Umuda
kurşun işlemez" der. Usta şair'in yaşam yolculuğunu hepimiz
biliriz. Vatanından uzak diyarda mezar taşını sert esen rüzgârlar
serinletmekte.
Kim bilir belki de vatan özlemi ve vatanına dönme
arzusu sonucu söylemiştir o sözünü.
Yazar arkadaşlarımdan Hanife Mert'in "Umut"a dair
yazısının son kısmında yazdığı "İnsanların bir lokma ekmek uğruna
birbirine zulüm etmediği, yerlerini yurtlarını terk edip uzaklara gitmek
zorunda kalmayacağı..." cümlesi dikkat çekici.
"Umut"un kaybolmaması için bu
söylenenlerin olması gerekir.
İnsanlar bir diğerine zulüm etmemeli.
Çünkü göz yaşının rengi yoktur.
Lakin, yaşanan gerçekler ne yazık ki yazarın bu
isteğini, düşüncesini yerle bir ediyor.
Bunu acımadan,
Zulüm ederek,
İnsan ölümlerini kendisine referans alarak yapıyor.
Ucuz botlarla dalgalı bir denizde yüzlerce insanı
yaşamdan kopararak,
Kimi zaman kahpece tuzaklanmış mayınlarla,
bombalarla, molotoflarla kaos yaratarak, korku salarak "umudu"
umutsuzluğa çevirerek yapıyor.
Yazar yazısında "aydınlık karanlığın bittiği yerde
başlar" diyor.
Bu anlayışa hangi aklı başında insan itiraz eder ki?
İtiraz etmek cehaletin işi olsa gerek.
Cehalette kendini aşanlara, toplumda terör
estirenlere, hain tuzaklarla vatan evlatlarını şehit edenlere, yol kesip,
eşkıyalık yapıp araçları ateşe verenlere, eli tetikte ne yaptığının bilincinde
olmayanlara gel de anlat bunu.
Anlatmak istense de anlayabilirler mi?
Anlasalar zaten bunca zulüm, bunca yoksulluk,
yoksunluk,
Bunca katliam, bunca ölüm neden olsun ki?
Zalimin ve zulmün olmadığı bir dağ havası çarpsın
istiyorum yüzümüze.
Lakin o istenen şeyin ne olduğunu bir kavrayabilsek,
bir anlayabilsek,
Tüm yaşanan olumsuzluklar yerini barışa ve umuda
bırakacak.
Elinize sağlık Hüseyin Hocam..Kaleminize sağlık..
YanıtlaSilTeşekkür ederim sayın Yıldırım. Okuyan gözlerinize sağlık.
SilMerhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilEvet, gözyaşının rengi yoktur ama, gözyaşı kimin umurunda?..
Kalemine ve yüreğine sağlıklar dilerim. Selam ve dualarımla birlikte Allah'a emanet olun.
Maalesef söylediğiniz gibi "gözyaşı kimin umurunda?"
SilSelam ve saygılar Recep Bey.
İnsanlık ilk acıyı, kanı güç uğruna adam öldürmeyi Kabil'in kardeşi Habil'i öldürmesi ile tanışmış. Ogün bu gündür insanın içini kaplayan benlik davası hırs, kin ve kıskançlıkla bezenmiş gücü elinde tutma isteği bu uğurda dökülen kanlar, akan yaşlar sanırım sonsuza kadar devam edecek gibi görünüyor. Tüm bunlara rağmen "çıkmadık candan umut kesilmez" misali her şeyin düzeleceğine barışın, kardeşliğin, adaletin hakkın kazanacağını umut etmeliyiz. Hocam kaleminize yüreğinize sağlıklar. Her zamanki gibi muhteşem bir yazı. Ayrıca yazınızda benim yazımdan da alıntı alarak umutu anlatmanız beni çok mutlu etti.
YanıtlaSilKaleminizin mürekkebi hiç bitmesin,
selam ve saygılar..
Yazdıklarınıza katılıyorum. İnsanlık artık acı çekmemeli. Barış ve huzur ortamının rahatlığını ve toplumun gelişebilirliğine katkısını, gelecek kuşakların rahat bir yaşam kurmasına etkisini unutmamalıyız. Yazınızda alıntı yapmam doğaldır. Çünkü yazdıklarınız sağlam ve itiraz edilmeyecek gerçekleri yansıtıyor. Selam ve saygılar.
Sil