27 Kasım 2024 Çarşamba

12 Kasım 1914 ve sonrası Sarıkamış Harekâtı - 2


 

Bu gürültünün, bandolu, davullu, zurnalı şenliğin anlamını bilen yaşlı erkekler ve kadınlar ise suskundu. Çünkü ne zaman kışlalardan, savaş gemilerinden bu sesler yükselse, ardından savaş gelirdi. Kışlalar dolup dolup boşalırdı.

Askerler hep Anadolu’dan ve Trakya’dan çıkardı. Buralarda yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi’ler askere alınmazdı. Irak, Suriye ve Arabistan halkı da silah altına alınmazdı. Padişah fermanı ile İstanbul halkı hiç askerlik yapmazdı. Bu yüzden bunlar savaşın acısını Anadolu ve Trakya halkı gibi bilemezlerdi.

Suskun yaşlıların sezgisi doğruydu. Bugün Osmanlı İmparatorluğu resmen Rusya, İngiltere ve Fransa’ya  savaş ilan ediyordu. Anadolu ve Trakya Türklerinin dört yıl boyunca kan dökeceği, üç kıtada can vereceği Birinci Dünya Savaşı’na giriliyordu.

Şenlik sırasında komutanlar kışla meydanlarında bayraklarla süslü kürsülere, gemilerin kaptan kulelerine çıkarak Padişah Mehmet Reşat ile Başkomutan vekili Enver Paşa’nın orduyu ve donanmayı savaşa çağıran bildirilerini okudular. Arapça ve Farsça sözcüklerle dolu bildirileri askerler, denizciler zorlukla anlıyordu.

Padişahın uzun savaş çağrısında  (günümüz dili ile) can alıcı nokta şöyle idi: “… Böylece silahlı bir yansızlık yaşarken, Karadeniz Boğazı’na torpil koymak üzere yola çıkan Rus donanması, eğitimle uğraşan donanmamızın bir bölümü üzerine ansızın ateş açtı.”

Enver Paşa’nın savaş çağrısının son kısmında ise şöyle deniliyordu: “… İleri! Daima ileri ki zafer, şan, şehitlik, cennet hep ilerde; ölüm ve alçaklık geridedir….”

Böyle diyordu Enver Paşa. Kimlerin ileriye, kimlerin koskoca bir orduyu karlara gömüp tek başına geriye gideceğini ise zaman gösterecekti.

İstanbul’da yayınlanan “tanin” gazetesi ise aylardır yaptığı savaş çığırtkanlığı sonucu muradına ermişti.

Osmanlı padişahı Mehmet Reşat, ordusuna ve donanmasına yaptığı savaş çağrısında savaşı Rusların başlattığını söylüyordu. Böylece, altı yüz yıllık Osmanlı tarihinde ilk kez bir padişah, savaşa yol açan olayın gerçek nedenini bilmeden savaş çağrısında bulunuyordu.

Osmanlı padişahlarının var olan yetkileri arasında “Silahlı Kuvvetlerin Başkomutanı” olmak da vardı. Ne ki, Mehmet Reşat imparatorluğu ilgilendiren işlere uzaktan bakıyor, bazı olaylara seyirci bile olamıyordu. Seyirci olmak, olayları anında izlemek demekti. O ise bir çok olayı olduktan sonra öğreniyor, daha doğrusu, kendisine nasıl anlatılırsa öyle biliyordu. Ordu konusunda da değişen bir şey yoktu.

Mehmet Reşat genç bir şehzade iken, 1876 yılında amcası Padişah Abdülaziz’in tahttan indirilişine tanık olmuştu. İkinci Abdülhamit tahta çıkmış, çıkar çıkmaz da onu bir küçük saraya hapsetmişti. Tam 32 yıl tutuklu kalmış, Avrupa’da sanayi devrimi, sömürge paylaşımı ve teknolojik gelişmelerin olduğu yıllarda kapalı duvarlar arasında kalmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder