Yaşam
bütünseldir. O bütünsellik içinde yaşanan acılar, coşkular vardır. Özlemler,
isyanlar, çığlıklar, kopuşlar vardır. Susmalar, ağıtlar, gözyaşları vardır
sessiz ve derinden gelen. Bunlar yaşamın gerçeğidir. O gerçeklerden uzak
durmak, o gerçekleri anlamamak şaşırtıcı ve bencilce bir duygudur.
Geçmişimiz,
bugünümüz ve özümüz yani öz benliğimiz, düşüncemiz önemlidir. Yaşadığımız
şeylerde önemlidir. Fakat asıl olan, onları kendimizde niçin ve nasıl
yaşattığımızdır. Dünü olduğu gibi bugünü de nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar
vermeliyiz. Kendimizle ya da diğerleri ile ilgili kararlarımızda vicdanımızın
doğru bildiğini yapmalıyız. Başkalarının beğenmesi için karar alıp yola
çıkmamalıyız.
Yaşam
bütünseldir dediğimde bir arkadaşım aynen şunları söyledi. “‘Özlemler, isyanlar, çığlıklar,
kopuşlar vardır. Susmalar, ağıtlar, gözyaşları vardır’ diyorsunuz. Bence önemli
olan hayatımızda bu duygulardan hangisinin ağır bastığıdır. Kaçınılmaz
gerçekler olsa da bu duygulardan ne kadarı yaşamımızı etkiliyor, bu çok önemli
bence. Hayatta yaşanacak ne varsa yaşıyoruz ama buna kendimiz karar
veremiyoruz. Dün de biz karar veremedik bugünde.” Ve ekliyor “eğer kararı biz kendimiz
verebilseydik son yıllarda yaşadıklarımı asla yaşamak istemezdim”.
Sözünü ise şöyle bitiriyor “hayatımda hak etmediğim olumsuzluklara
engel olur onları yaşamazdım”.
Bir
başkası “vicdanım rahat” diyor “çünkü vicdanımı rahatsız edecek bir
yanılgıya düşmedim”. İnsanların kendi özünü ve geçmişini, geleceğini
aramasında ve sorgulamasında şaşılacak bir şey yok. Çünkü insanlar kimlikleri
ile yaşarlar. Hangi yaşta olursa olsun kendilerini ararlar, sorgularlar. Yaşamlarında
olan bitenleri mantıklarıyla bütünleştirmeye çalışır, akıl süzgecinden
geçirirler. Tüm bu olgular olurken güven duygusunu aramak ve o duygu ile
bütünleşmek önemlidir. Kimisi bu duyguyu asla bulamaz kimisi içinse sorun
olmaz.
İnsanlarda
sevgi ve anlayış, sevildiğine ve sayıldığına olan inanç da önemlidir. Bu inancı
aramaktan asla vazgeçmezler. Tıpkı şairin şiirin gizeminden vazgeçemediği gibi.
Yaşamımızda
kadın, erkek, genç, yaşlı hiç fark etmez. İnsan olması gerektiği gibi yaşar. Bu
yaşamında çevresi etken olduğu gibi ailesi ve sokak da etkendir. Aldığı
eğitimin yanı sıra içinde yetiştiği kültürde önemlidir. Edindikleri ya da
edinmeye çalıştıkları misyon da önemlidir. Misyonun yaşama katkısı gri
görüntüyü azaltır. İnsan bir şekilde kendisini anlatmak durumundadır. Bunu
yaşam hattında zaten yapar. Gri bir yaşam tarzında sıkılmak, sıradanlık, boşluk
hissi hayatta gelgitler yaratır. O gelgitlere maruz kalmamak için doğru karar
vermek, olan bitenleri doğru okumak, volkanlara, tsunami ve depremlere yenik
düşmemek için misyonumuzu doğru yöne kanalize etmemiz çok önemlidir.
Toplumumuzun
kadına bakış açısını ele alalım. Bir yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya
da evlendirilen, o yaşta sorumluluk almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre”
denen orta çağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde gidip gelmeler. Kaburga
kırmalar, yüzlerde morartılar, cinayetler. Bunun sonucunda oluşan dramlar ve
sendromlar. Görücü usulü ile evlenip, hem de erken yaşta, anlaşamayan ve bir
şekilde yaşamları zindan olanlar. Deyim yerinde ise bileklerine aile çevresince
kelepçe vurulanlar. Ve yaşamlarını dizayn ederken istediği ile değil diğeri ile
yaşamak zorunda kalanlar. Hırpalanan, ötelenen, sevme ve sevebilme ihtimalini
unutanlar.
Adıyaman’da
ailesi tarafından iki yıl önce zorla evlendirilen bir kız çocuğu “annemi,
babamı, kardeşlerimi iki yıldır görmüyorum, çok özledim” diyerek söze
başlıyor. Küçük kız, kendisini görmeye gelenlerden hangisinin “damat”
olduğunu bilmeden evlendiğini, kısa sürede hamile kaldığını ve bir kız çocuğu
dünyaya getirdiğini anlatıyor. Beş bine satılan çocuklardan biri o. Ya onun
gibi yüzlercesi. Bu bir “köle pazarı mıdır” diye manşet atan
gazete yanlış mıdır?
Bu
ve benzeri yaşananlar, yaşanacak olanlar, yaşanmış olanlar. Doğaldır ki insan
dimağında yerlerini alacaktır, almıştır, almaktadır.
Yaşam
savaşçısı olmak, güven duygusunu kaybetmemek lazım. Velev ki bir hata söz
konusu, bu durumda, “kıyamet kopuyor” yerine insanların birbirlerini anlamaları,
birbirlerine saygı duymaları gerekir. Kendimize ve başkalarına “vize”
uygulamak doğru değildir aykırı olmak da. Yaşamı değiştirmek için başkalarını “anlama”
ya çalışmak, diğer renkleri görmeye çalışmak için çok da fazla bir gayret
gerekmez aslında. Yeter ki anlayışlı olalım. Düşüncelere saygı duymasını
bilelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder