28 Şubat 2025 Cuma

NE ZOR ŞİMDİ YUTKUNMAK

İnce ince ağlıyor gözlerim....
Ne zor şimdi yutkunmak
boğazımda buz tutan damlaları...
Geçmişin aralanan penceresinden
savrulurken efkârımın kara tülleri...
Geçmişi düşündüğüm bu ilk gün ,
neden geçmişle geleceğin kol gezdiği bu köprüdesin...
Kibrin buzdan kalesini erittin de mi , geldin...
Onurun demirden dağlarını yıktın da mı geldin...

 

KADİM ANADOLU TOPRAKLARI


 Ne canlar, ne gözler bu topraklarda geldi geçti kim bilir.

Ne kültürler yaşam alanı buldu, geleceği biçimlendirmek için boy attı.
Gelenler, geçenler her gün bir şeyler taşır buraya lakin bin şey de alır götürür.
Gözlere renk gelir, bakışları çoğalır, dilleri şenlenir, canlanır kadim toprakların kadim kültürlerinde.
Öyle an gelir ki tek bir rengin tonları çoğaldıkça çoğalır Anadolu topraklarında.
Bolluğu, bereketi, temizliği, ışığı, aydınlığı, geleceği simgeler bırakılanlar ya da götürülenler bu topraklarda.
Namusluluğun, alçakgönüllülüğün, samimiliğin, ne yaptığını bilen, faydalı olmak isteyen, yapacak bir iş bulan insanların yurdu idi bu topraklar, bu evler, bu yollar, bu bağlar...

22 Şubat 2025 Cumartesi

AFGAN KIZI SEHER GÜL'ÜN YAŞADIĞI DRAM


 

Kış gündönümünün soğuk günleri yaşanmakta. Doğa yaban yaşamınındır artık. Afgan Çölü’nün sert yaşam koşullarında gri tepelerin derin vadilerinde hayatlarını devam ettirmeye çalışır insanlar. Soğuk ve yoksulluk iliklerine kadar işler Afganların. Coğrafya acımazsızdır. Himalaya dağlarının uzantısı olan Hindikuş Dağları ile kuzeydeki Pamir Dağları üzerinde kar ve sis eksik olmaz.

Zor coğrafyanın zor yaşam koşulları kadınları vurur en çok burada. Küçük yaşta evlendirilen “çocuk gelin” konumundadır çoğu. Genç olmalarına karşın yaşlı insanların sezgisine sahiptirler. Afgan savaşlarının ve Taliban yönetiminin uygulamalarının sonucu en fazla ezilen de kadınlar olmuştur.


Taliban yönetimden uzaklaşmış, Molla Ömer kayıplara karışmıştır lakin uygulamaları ve zihniyetleri Afgan toplumunda değişmeden devam etmektedir. Burada evlilik ticari bir anlaşmaya da benzetilebilir. Bu düşüncemi neden bu şekilde söylüyorum çünkü orada yaşanan olaylar bu yargıya varmamıza neden oluyor. Evlilik kurumuna yakışmayan durumları gördükçe insan şaşırıyor.

Afgan kızı Seher Gül’ün yaşadığı dram insanı şok ediyor. O bir çocuk gelin. Görmediği işkence yok. Fuhuşu reddettiği için eşinin ailesinden işkence görüyor. Çünkü eşinin ailesi onu fuhuşa zorluyor. O kabul etmiyor. Seher Gül tam altı ay boyunca evin bodrumunda bir tuvalete kapatılıyor. Tırnakları sökülüyor. Kızgın demirle dağlanıyor. Parmakları kırılıyor. Altı ay boyunca sadece yiyebileceği kadar yiyecek ve su veriliyor. Hücrede sanırsın. Sanırsın azılı bir katile bunlar yapılıyor. Gerçi insana yapılmaması gereken davranış bu yapılanlar. Aklın ve mantığın almayacağı bir durum. Hangi vicdan bu işkenceye razı olur. Hangi insan bunu yapar anlaşılır şey değil. Aileyi buna iten nasıl bir duygu ve bakış açısıdır anlamak mümkün değil.

Seher Gül Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Baglan vilayetinde Afgan ordusunda bir askerle evlendirilir. O günden sonra başlar kâbus dolu günler. Gördüğü işkenceler sonrası ölmek üzere iken amcasının ihbarı üzerine, polis tarafından yapılan bir operasyonla kurtarılır. Çekilen resimlerde yüzündeki işkence izleri görülmektedir. Afgan doktorlar tedavisi için Hindistan’a gönderilmesi kararını alırlar. Çünkü Afganistan’da tedavi için yeterli olanak ve donanım yoktur.

Seher Gül’ün eşi ve kayınpederi firar eder.  Kocasının kız kardeşi ve kayınvalidesi gözaltına alınır. Afganistan’da bu olay ne ilktir ne de son olacaktır. Sorumluların nadiren adalet önüne çıkarıldığı düşünüldüğünde aksini düşünmek doğru değildir.

Afganistan, Hindistan, Yemen, Pakistan gibi çeşitli toplumlarda kadınların kendi eşlerini seçme hakkı saçmalık ve ahmaklık olarak görülmektedir. Evlilikte sevgiye, bireysel tercihe ve kişisel iradeye yer yoktur. Sağlam bir evliliğin iki kişinin anlaşması ile değil iki ailenin anlaşması ile mümkün olacağı düşünülmektedir.


 Alın size sağlam bir evlilik örneği. Seher Gül olayı!

Çocuk yaşta denilecek gelinlerin kendi iradeleri ve istekleri doğrultusunda bir başkası ile evlendirilmelerinin sonucunda görülen Seher Gül olayı benzeri durumlar irdelendiğinde asıl saçmalığın ve ahmaklığın ne olduğu ortaya çıkmaktadır.

Burada Taliban ve benzeri zihniyetin kadına bakış açısını irdelemeye gerek yok. Durumu herkes biliyor. Taliban’da, Afganlı siyaset ve devlet adamları da, batı toplumları da biliyor. Bamyandaki kayalara oyulmuş buda heykelinden hıncını çıkarmaya çalışan ve heykelleri havaya uçurup darmadağın eden zihniyetten kadına şefkatle yaklaşmasını beklemek iyimserlik olacaktır.

Afgan toplumunda durum bu da Türkiye’de kimi yerlerde farklı mı?

Töre, Berdel, aile Meclisi, çocuk gelinler derken ülkemizde yaşananların da kabul edilmesi olası değildir.


Ağrı’nın Eleşkirt ilçesi Cihanbeyli Köyü’nde kurtların kaçırdığı iddia edilen kadın, dört gün sonra babasının evinde bulunuyor. Koca dayağından bıkan 15 yıllık evli kadın S.A. ilginç bir plan uyguluyor. Üç ay boyunca kestiği kümes hayvanlarının kanını biriktiriyor. Kaçacağı gün biriktirdiği kanı yere ve elbiselerinin üzerine döküyor. Elbiselerini parçalayıp evin bahçesinde çeşitli yerlere bırakıyor. Saçını kesip elbise parçalarının yanına bırakıyor ve kurt saldırısı izlenimi veriyor.

S.A. bunu neden yapıyor?

On beş yıldır eşinden gördüğü şiddet nedeni ile yapıyor. Dayanacak gücü kalmamıştır. Tek çıkar yol olarak bu planını uygulamayı görmüştür.

Kadına dayak atan, yerde sürükleyen, söz ve yaşam hakkı vermeyen, tercih hakkı vermeyen bir zihniyetten ne beklenir?

Afganlı Seher Gül eşinin ailesinden işkence görmüş ölmek üzere iken kurtarılmıştır. S.A on beş yıl eşinden dayak yemiş canını kurtarmanın yolunu kurt saldırısı izlenimi veren bir planda görmüştür.

Her iki olayda da kadına yapılan şiddet ve acımasızlık söz konusudur.

Yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğinde farklı toplumlarda benzer olayların yaşanması ilginç değil midir?

Bu durumda hukukun üstünlüğü, adalet anlayışı, insan hak ve özgürlükleri, kadın hakları, çocuk hakları ve sözleşmeleri ne işe yarıyor?

 

 




14 Şubat 2025 Cuma

OKKALI BİR TOKAT...


 

Sinan okul harçlığı için yaz tatillerinde köye gitmeyip, ilçede bulunan lokantalardan birinde garsonluk yaptı. 

Her işin bir acemiliği var derler ya, Sinan'da işe girdiği ilk günlerde elinde bulunan tabakları yere düşürüp kırmış, istemeden kırdığını söylemesine rağmen lokanta sahibinden okkalı bir tokat yemiş ve azar işitmişti. 

Yoksulluk böyle bir şeydi işte. İstemeden de olsa yapılan bir hata yüzünden dayak da yersin, acı söz de işitirsin. 

O güne kadar babasından bir tek acı söz işitmeyen Sinan lokanta sahibinden yediği tokat ve işittiği sözler karşısında sesini çıkarmamış, acısını içine akıtarak susmuştu. 

İlk dayağını yiyen Sinan'ın insanlara dair duyguları ve gözlemleri de böylece gelişmeye, olgunlaşmaya başlamıştı.  

Paraya ihtiyaçları vardı. 

Hiç olmazsa yaz tatillerinde okullar açılana kadar çalışmalıydı. 

Anasının "Oğul, sen garsonluk nedir bilmezsin, yapamadığında seni kırar, üzerler gel vazgeç, tarlada babana ve kardeşlerine yardım edersin. Allah büyüktür elbet. Rızkımızı verir."  

Demesine rağmen Sinan'ı ikna edememişti. 

Kazandığı üç beş kuruşu babasına getirip verdi. 

İlçede kiraladıkları evin ihtiyaçları ve kirası için. Babası ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyordu. 

Bazen kirayı zamanında veremiyordu. 

Ev sahibinin "evden çıkın" tehditlerine maruz kalmamak, zamanında kirayı vermek, okul kıyafetlerini almak, zor zamanında babasının yanında olmaktı Sinan'ın amacı. 

Çocukluk ve gençlik bir çeşit harikalar diyarı olsa da yaşanması gereken mutlu bir çocukluğu ne Sinan ne de kardeşleri yaşamamıştı. 

Onların hikâyesi kırsalda gıdım gıdım acı çeken çoğu yoksuldan farklı değildi.

9 Şubat 2025 Pazar

YAĞMURLU BİR GÜNDE


 

Protagoras’ın bir sözü dikkatimi çekti kitapları karıştırırken.

“İnsan her şeyin ölçüsüdür”.

Bir gerçeği dile getirmiş yüzyıllar öncesinde Protagoras. Kaldı ki eski Yunan felsefesinin özüdür insan. Her şey insan içindir. Sonsuz bir dünyada, sınırlı bir yaşamda başka neye bel bağlayabiliriz geleceğimiz, yaşamımız için.

Oturduğum ev ana caddeye on metre ya var ya yok. Her gün öğleye doğru, kimi zaman sonraki saatlerde, fırından yeni çıkmış sıcak ekmek almak için çıkarım sokağa, oradan da caddeye.

Korna sesleri cadde boyunca sağlı sollu yürüyen insan kalabalığına karışır. Sokak satıcıları köşe başlarını tutmuştur çoktan. Açtıkları küçük tezgâhlarda o günkü ekmek parasını çıkarmanın telaşındadırlar.

Havanın soğuk olmasına aldırmadan iş yerinin kapısını sonuna kadar açık bırakan esnaf gelecek müşteriyi bekler ellerini nefesiyle ısıtarak. AVM’lerin önlerinde kadınların sebze meyve seçme çabaları alışıldık manzaradır artık çoğu kez.

Beni huzursuz kılan, içimi acıtan görüntüye ise her gün rastlamak sıradanlaştı artık.

Çoğu yaşlı. Giysileri eski lakin temiz. Ayaklarına kat kat çorap geçirmişler üşümemek için.

Bazen caddeye çıkar çıkmaz kıyıda köşede görürüm onları. Bazen Metrobüs durağına yakın köprünün üzerinde ya da yanında.

Yağmurlu havalarda ıslanmamak için saçak altlarına sığınırlar ya da vitrin camlarının yağmur almayan yerlerine. Sıklıkla binaların kuytuluklarındadırlar yağmurdan korunmak için. O an sımsıkı sarılırlar üstlerinde kışa dair ne varsa artık. Bu sırada ellerini ısıtırlar nefesleriyle.

Çünkü çok çaba sarf etmelerine rağmen ellerinin üşümesini bir türlü önleyemezler yağmurun durduğu anlarda. O yaşta, yağmura, soğuğa karşı sıcak bir ortamda bulunmaları gerekirken.

Son günlerde daha bir sıklıkla görür oldum onları. Havalar soğudu ondan mıdır çevrede çoğalmaları. Uzak yerlere gidememeleri.

Açtıkları avuçlarına konacak birkaç kuruş ile belki torunlarına bir çikolata, bir sıcak ekmek alacaklar akşam hava karardığında eve giderken. Belki geceleri üşümemek için biraz odun biraz kömür kim bilir. Belki de evde, gün batımında, gelmelerini bekleyen yorgana sarılmış bir ihtiyardır, ömürleri birlikte geçmiş.

İçimi burkan görüntülerin yok olmasını o kadar isterdim ki.

Ne güzel demiş “ İnsan her şeyin ölçüsüdür” diye düşünür zamanında. Her şey insanı sevmekle başlar. Bir insanı sevmekse giderek bütün insanlara yönelmek değil midir?

Adaletsiz bir dünyada sevgi olur mu peki?

Olmaz elbet.

Adalet kurulacaksa insan odaklı olmalı, sevgiyle kurulmalı. Tüm insanları sevgi ortamında yaşatmalı, var etmeli.

İnsan olmak, sorumluluk yanında onurla yoğrulmuş bir görev değil midir?

Günlük rızkını çıkarmak için sabahın ayazında yola çıkan, gerçek ihtiyaç sahibi, yaşlı insanlarımıza el açtırmamak için bilinçli olmalıyız, sorumluluklarımızı bilmeliyiz.

Lakin bu kolay ve ucuz bir iş değil.

Yaşam koşulları zorlasa da insanı, sımsıkı sarılmalı insan sevgisine. Sahip çıkmalı ekmek kavgasına. Fakat çıkınımızda eleştiriyi eksik etmeden yapmalı bunu.