Sinan okul harçlığı için yaz tatillerinde köye gitmeyip, ilçede bulunan lokantalardan birinde garsonluk yaptı.
Her işin bir acemiliği var derler ya, Sinan'da işe girdiği ilk günlerde elinde bulunan tabakları yere düşürüp kırmış, istemeden kırdığını söylemesine rağmen lokanta sahibinden okkalı bir tokat yemiş ve azar işitmişti.
Yoksulluk böyle bir şeydi işte. İstemeden de olsa yapılan bir hata yüzünden dayak da yersin, acı söz de işitirsin.
O güne kadar babasından bir tek acı söz işitmeyen Sinan lokanta sahibinden yediği tokat ve işittiği sözler karşısında sesini çıkarmamış, acısını içine akıtarak susmuştu.
İlk dayağını yiyen Sinan'ın insanlara dair duyguları ve gözlemleri de böylece gelişmeye, olgunlaşmaya başlamıştı.
Paraya ihtiyaçları vardı.
Hiç olmazsa yaz tatillerinde okullar açılana kadar çalışmalıydı.
Anasının "Oğul, sen garsonluk nedir bilmezsin, yapamadığında seni kırar, üzerler gel vazgeç, tarlada babana ve kardeşlerine yardım edersin. Allah büyüktür elbet. Rızkımızı verir."
Demesine rağmen Sinan'ı ikna edememişti.
Kazandığı üç beş kuruşu babasına getirip verdi.
İlçede kiraladıkları evin ihtiyaçları ve kirası için. Babası ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyordu.
Bazen kirayı zamanında veremiyordu.
Ev sahibinin "evden çıkın" tehditlerine maruz kalmamak, zamanında kirayı vermek, okul kıyafetlerini almak, zor zamanında babasının yanında olmaktı Sinan'ın amacı.
Çocukluk ve gençlik bir çeşit harikalar diyarı olsa da yaşanması gereken mutlu bir çocukluğu ne Sinan ne de kardeşleri yaşamamıştı.
Onların hikâyesi kırsalda gıdım
gıdım acı çeken çoğu yoksuldan farklı değildi.