14 Şubat 2025 Cuma

OKKALI BİR TOKAT...


 

Sinan okul harçlığı için yaz tatillerinde köye gitmeyip, ilçede bulunan lokantalardan birinde garsonluk yaptı. 

Her işin bir acemiliği var derler ya, Sinan'da işe girdiği ilk günlerde elinde bulunan tabakları yere düşürüp kırmış, istemeden kırdığını söylemesine rağmen lokanta sahibinden okkalı bir tokat yemiş ve azar işitmişti. 

Yoksulluk böyle bir şeydi işte. İstemeden de olsa yapılan bir hata yüzünden dayak da yersin, acı söz de işitirsin. 

O güne kadar babasından bir tek acı söz işitmeyen Sinan lokanta sahibinden yediği tokat ve işittiği sözler karşısında sesini çıkarmamış, acısını içine akıtarak susmuştu. 

İlk dayağını yiyen Sinan'ın insanlara dair duyguları ve gözlemleri de böylece gelişmeye, olgunlaşmaya başlamıştı.  

Paraya ihtiyaçları vardı. 

Hiç olmazsa yaz tatillerinde okullar açılana kadar çalışmalıydı. 

Anasının "Oğul, sen garsonluk nedir bilmezsin, yapamadığında seni kırar, üzerler gel vazgeç, tarlada babana ve kardeşlerine yardım edersin. Allah büyüktür elbet. Rızkımızı verir."  

Demesine rağmen Sinan'ı ikna edememişti. 

Kazandığı üç beş kuruşu babasına getirip verdi. 

İlçede kiraladıkları evin ihtiyaçları ve kirası için. Babası ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyordu. 

Bazen kirayı zamanında veremiyordu. 

Ev sahibinin "evden çıkın" tehditlerine maruz kalmamak, zamanında kirayı vermek, okul kıyafetlerini almak, zor zamanında babasının yanında olmaktı Sinan'ın amacı. 

Çocukluk ve gençlik bir çeşit harikalar diyarı olsa da yaşanması gereken mutlu bir çocukluğu ne Sinan ne de kardeşleri yaşamamıştı. 

Onların hikâyesi kırsalda gıdım gıdım acı çeken çoğu yoksuldan farklı değildi.

9 Şubat 2025 Pazar

YAĞMURLU BİR GÜNDE


 

Protagoras’ın bir sözü dikkatimi çekti kitapları karıştırırken.

“İnsan her şeyin ölçüsüdür”.

Bir gerçeği dile getirmiş yüzyıllar öncesinde Protagoras. Kaldı ki eski Yunan felsefesinin özüdür insan. Her şey insan içindir. Sonsuz bir dünyada, sınırlı bir yaşamda başka neye bel bağlayabiliriz geleceğimiz, yaşamımız için.

Oturduğum ev ana caddeye on metre ya var ya yok. Her gün öğleye doğru, kimi zaman sonraki saatlerde, fırından yeni çıkmış sıcak ekmek almak için çıkarım sokağa, oradan da caddeye.

Korna sesleri cadde boyunca sağlı sollu yürüyen insan kalabalığına karışır. Sokak satıcıları köşe başlarını tutmuştur çoktan. Açtıkları küçük tezgâhlarda o günkü ekmek parasını çıkarmanın telaşındadırlar.

Havanın soğuk olmasına aldırmadan iş yerinin kapısını sonuna kadar açık bırakan esnaf gelecek müşteriyi bekler ellerini nefesiyle ısıtarak. AVM’lerin önlerinde kadınların sebze meyve seçme çabaları alışıldık manzaradır artık çoğu kez.

Beni huzursuz kılan, içimi acıtan görüntüye ise her gün rastlamak sıradanlaştı artık.

Çoğu yaşlı. Giysileri eski lakin temiz. Ayaklarına kat kat çorap geçirmişler üşümemek için.

Bazen caddeye çıkar çıkmaz kıyıda köşede görürüm onları. Bazen Metrobüs durağına yakın köprünün üzerinde ya da yanında.

Yağmurlu havalarda ıslanmamak için saçak altlarına sığınırlar ya da vitrin camlarının yağmur almayan yerlerine. Sıklıkla binaların kuytuluklarındadırlar yağmurdan korunmak için. O an sımsıkı sarılırlar üstlerinde kışa dair ne varsa artık. Bu sırada ellerini ısıtırlar nefesleriyle.

Çünkü çok çaba sarf etmelerine rağmen ellerinin üşümesini bir türlü önleyemezler yağmurun durduğu anlarda. O yaşta, yağmura, soğuğa karşı sıcak bir ortamda bulunmaları gerekirken.

Son günlerde daha bir sıklıkla görür oldum onları. Havalar soğudu ondan mıdır çevrede çoğalmaları. Uzak yerlere gidememeleri.

Açtıkları avuçlarına konacak birkaç kuruş ile belki torunlarına bir çikolata, bir sıcak ekmek alacaklar akşam hava karardığında eve giderken. Belki geceleri üşümemek için biraz odun biraz kömür kim bilir. Belki de evde, gün batımında, gelmelerini bekleyen yorgana sarılmış bir ihtiyardır, ömürleri birlikte geçmiş.

İçimi burkan görüntülerin yok olmasını o kadar isterdim ki.

Ne güzel demiş “ İnsan her şeyin ölçüsüdür” diye düşünür zamanında. Her şey insanı sevmekle başlar. Bir insanı sevmekse giderek bütün insanlara yönelmek değil midir?

Adaletsiz bir dünyada sevgi olur mu peki?

Olmaz elbet.

Adalet kurulacaksa insan odaklı olmalı, sevgiyle kurulmalı. Tüm insanları sevgi ortamında yaşatmalı, var etmeli.

İnsan olmak, sorumluluk yanında onurla yoğrulmuş bir görev değil midir?

Günlük rızkını çıkarmak için sabahın ayazında yola çıkan, gerçek ihtiyaç sahibi, yaşlı insanlarımıza el açtırmamak için bilinçli olmalıyız, sorumluluklarımızı bilmeliyiz.

Lakin bu kolay ve ucuz bir iş değil.

Yaşam koşulları zorlasa da insanı, sımsıkı sarılmalı insan sevgisine. Sahip çıkmalı ekmek kavgasına. Fakat çıkınımızda eleştiriyi eksik etmeden yapmalı bunu.