28 Şubat 2025 Cuma
NE ZOR ŞİMDİ YUTKUNMAK
KADİM ANADOLU TOPRAKLARI
Ne canlar, ne gözler bu topraklarda geldi geçti kim bilir.
22 Şubat 2025 Cumartesi
AFGAN KIZI SEHER GÜL'ÜN YAŞADIĞI DRAM
Kış
gündönümünün soğuk günleri yaşanmakta. Doğa yaban yaşamınındır artık. Afgan
Çölü’nün sert yaşam koşullarında gri tepelerin derin vadilerinde hayatlarını
devam ettirmeye çalışır insanlar. Soğuk ve yoksulluk iliklerine kadar işler
Afganların. Coğrafya acımazsızdır. Himalaya dağlarının uzantısı olan Hindikuş
Dağları ile kuzeydeki Pamir Dağları üzerinde kar ve sis eksik olmaz.
Zor
coğrafyanın zor yaşam koşulları kadınları vurur en çok burada. Küçük yaşta
evlendirilen “çocuk gelin” konumundadır çoğu. Genç olmalarına karşın yaşlı
insanların sezgisine sahiptirler. Afgan savaşlarının ve Taliban yönetiminin uygulamalarının
sonucu en fazla ezilen de kadınlar olmuştur.
Taliban
yönetimden uzaklaşmış, Molla Ömer kayıplara karışmıştır lakin uygulamaları ve
zihniyetleri Afgan toplumunda değişmeden devam etmektedir. Burada evlilik
ticari bir anlaşmaya da benzetilebilir. Bu düşüncemi neden bu şekilde
söylüyorum çünkü orada yaşanan olaylar bu yargıya varmamıza neden oluyor.
Evlilik kurumuna yakışmayan durumları gördükçe insan şaşırıyor.
Afgan kızı Seher Gül’ün yaşadığı dram insanı şok ediyor. O bir çocuk gelin. Görmediği işkence yok. Fuhuşu reddettiği için eşinin ailesinden işkence görüyor. Çünkü eşinin ailesi onu fuhuşa zorluyor. O kabul etmiyor. Seher Gül tam altı ay boyunca evin bodrumunda bir tuvalete kapatılıyor. Tırnakları sökülüyor. Kızgın demirle dağlanıyor. Parmakları kırılıyor. Altı ay boyunca sadece yiyebileceği kadar yiyecek ve su veriliyor. Hücrede sanırsın. Sanırsın azılı bir katile bunlar yapılıyor. Gerçi insana yapılmaması gereken davranış bu yapılanlar. Aklın ve mantığın almayacağı bir durum. Hangi vicdan bu işkenceye razı olur. Hangi insan bunu yapar anlaşılır şey değil. Aileyi buna iten nasıl bir duygu ve bakış açısıdır anlamak mümkün değil.
Seher
Gül Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Baglan vilayetinde Afgan ordusunda bir
askerle evlendirilir. O günden sonra başlar kâbus dolu günler. Gördüğü
işkenceler sonrası ölmek üzere iken amcasının ihbarı üzerine, polis tarafından
yapılan bir operasyonla kurtarılır. Çekilen resimlerde yüzündeki işkence izleri
görülmektedir. Afgan doktorlar tedavisi için Hindistan’a gönderilmesi kararını
alırlar. Çünkü Afganistan’da tedavi için yeterli olanak ve donanım yoktur.
Seher
Gül’ün eşi ve kayınpederi firar eder.
Kocasının kız kardeşi ve kayınvalidesi gözaltına alınır. Afganistan’da
bu olay ne ilktir ne de son olacaktır. Sorumluların nadiren adalet önüne
çıkarıldığı düşünüldüğünde aksini düşünmek doğru değildir.
Afganistan, Hindistan, Yemen, Pakistan gibi çeşitli toplumlarda kadınların kendi eşlerini seçme hakkı saçmalık ve ahmaklık olarak görülmektedir. Evlilikte sevgiye, bireysel tercihe ve kişisel iradeye yer yoktur. Sağlam bir evliliğin iki kişinin anlaşması ile değil iki ailenin anlaşması ile mümkün olacağı düşünülmektedir.
Çocuk
yaşta denilecek gelinlerin kendi iradeleri ve istekleri doğrultusunda bir
başkası ile evlendirilmelerinin sonucunda görülen Seher Gül olayı benzeri
durumlar irdelendiğinde asıl saçmalığın ve ahmaklığın ne olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Burada
Taliban ve benzeri zihniyetin kadına bakış açısını irdelemeye gerek yok. Durumu
herkes biliyor. Taliban’da, Afganlı siyaset ve devlet adamları da, batı
toplumları da biliyor. Bamyandaki kayalara oyulmuş buda heykelinden hıncını
çıkarmaya çalışan ve heykelleri havaya uçurup darmadağın eden zihniyetten
kadına şefkatle yaklaşmasını beklemek iyimserlik olacaktır.
Afgan
toplumunda durum bu da Türkiye’de kimi yerlerde farklı mı?
Töre,
Berdel, aile Meclisi, çocuk gelinler derken ülkemizde yaşananların da kabul
edilmesi olası değildir.
Ağrı’nın
Eleşkirt ilçesi Cihanbeyli Köyü’nde kurtların kaçırdığı iddia edilen kadın,
dört gün sonra babasının evinde bulunuyor. Koca dayağından bıkan 15 yıllık evli
kadın S.A. ilginç bir plan uyguluyor. Üç ay boyunca kestiği kümes hayvanlarının
kanını biriktiriyor. Kaçacağı gün biriktirdiği kanı yere ve elbiselerinin
üzerine döküyor. Elbiselerini parçalayıp evin bahçesinde çeşitli yerlere
bırakıyor. Saçını kesip elbise parçalarının yanına bırakıyor ve kurt saldırısı
izlenimi veriyor.
S.A.
bunu neden yapıyor?
On
beş yıldır eşinden gördüğü şiddet nedeni ile yapıyor. Dayanacak gücü
kalmamıştır. Tek çıkar yol olarak bu planını uygulamayı görmüştür.
Kadına
dayak atan, yerde sürükleyen, söz ve yaşam hakkı vermeyen, tercih hakkı
vermeyen bir zihniyetten ne beklenir?
Afganlı
Seher Gül eşinin ailesinden işkence görmüş ölmek üzere iken kurtarılmıştır. S.A
on beş yıl eşinden dayak yemiş canını kurtarmanın yolunu kurt saldırısı
izlenimi veren bir planda görmüştür.
Her
iki olayda da kadına yapılan şiddet ve acımasızlık söz konusudur.
Yirmibirinci
yüzyılın ilk çeyreğinde farklı toplumlarda benzer olayların yaşanması ilginç
değil midir?
Bu
durumda hukukun üstünlüğü, adalet anlayışı, insan hak ve özgürlükleri, kadın
hakları, çocuk hakları ve sözleşmeleri ne işe yarıyor?
14 Şubat 2025 Cuma
OKKALI BİR TOKAT...
Sinan okul harçlığı için yaz tatillerinde köye gitmeyip, ilçede bulunan lokantalardan birinde garsonluk yaptı.
Her işin bir acemiliği var derler ya, Sinan'da işe girdiği ilk günlerde elinde bulunan tabakları yere düşürüp kırmış, istemeden kırdığını söylemesine rağmen lokanta sahibinden okkalı bir tokat yemiş ve azar işitmişti.
Yoksulluk böyle bir şeydi işte. İstemeden de olsa yapılan bir hata yüzünden dayak da yersin, acı söz de işitirsin.
O güne kadar babasından bir tek acı söz işitmeyen Sinan lokanta sahibinden yediği tokat ve işittiği sözler karşısında sesini çıkarmamış, acısını içine akıtarak susmuştu.
İlk dayağını yiyen Sinan'ın insanlara dair duyguları ve gözlemleri de böylece gelişmeye, olgunlaşmaya başlamıştı.
Paraya ihtiyaçları vardı.
Hiç olmazsa yaz tatillerinde okullar açılana kadar çalışmalıydı.
Anasının "Oğul, sen garsonluk nedir bilmezsin, yapamadığında seni kırar, üzerler gel vazgeç, tarlada babana ve kardeşlerine yardım edersin. Allah büyüktür elbet. Rızkımızı verir."
Demesine rağmen Sinan'ı ikna edememişti.
Kazandığı üç beş kuruşu babasına getirip verdi.
İlçede kiraladıkları evin ihtiyaçları ve kirası için. Babası ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyordu.
Bazen kirayı zamanında veremiyordu.
Ev sahibinin "evden çıkın" tehditlerine maruz kalmamak, zamanında kirayı vermek, okul kıyafetlerini almak, zor zamanında babasının yanında olmaktı Sinan'ın amacı.
Çocukluk ve gençlik bir çeşit harikalar diyarı olsa da yaşanması gereken mutlu bir çocukluğu ne Sinan ne de kardeşleri yaşamamıştı.
Onların hikâyesi kırsalda gıdım
gıdım acı çeken çoğu yoksuldan farklı değildi.
9 Şubat 2025 Pazar
YAĞMURLU BİR GÜNDE
Protagoras’ın
bir sözü dikkatimi çekti kitapları karıştırırken.
“İnsan
her şeyin ölçüsüdür”.
Bir
gerçeği dile getirmiş yüzyıllar öncesinde Protagoras. Kaldı ki eski Yunan
felsefesinin özüdür insan. Her şey insan içindir. Sonsuz bir dünyada, sınırlı
bir yaşamda başka neye bel bağlayabiliriz geleceğimiz, yaşamımız için.
Oturduğum
ev ana caddeye on metre ya var ya yok. Her gün öğleye doğru, kimi zaman sonraki
saatlerde, fırından yeni çıkmış sıcak ekmek almak için çıkarım sokağa, oradan
da caddeye.
Korna
sesleri cadde boyunca sağlı sollu yürüyen insan kalabalığına karışır. Sokak
satıcıları köşe başlarını tutmuştur çoktan. Açtıkları küçük tezgâhlarda o günkü
ekmek parasını çıkarmanın telaşındadırlar.
Havanın
soğuk olmasına aldırmadan iş yerinin kapısını sonuna kadar açık bırakan esnaf
gelecek müşteriyi bekler ellerini nefesiyle ısıtarak. AVM’lerin önlerinde
kadınların sebze meyve seçme çabaları alışıldık manzaradır artık çoğu kez.
Beni
huzursuz kılan, içimi acıtan görüntüye ise her gün rastlamak sıradanlaştı
artık.
Çoğu
yaşlı. Giysileri eski lakin temiz. Ayaklarına kat kat çorap geçirmişler
üşümemek için.
Bazen
caddeye çıkar çıkmaz kıyıda köşede görürüm onları. Bazen Metrobüs durağına
yakın köprünün üzerinde ya da yanında.
Yağmurlu
havalarda ıslanmamak için saçak altlarına sığınırlar ya da vitrin camlarının
yağmur almayan yerlerine. Sıklıkla binaların kuytuluklarındadırlar yağmurdan
korunmak için. O an sımsıkı sarılırlar üstlerinde kışa dair ne varsa artık. Bu
sırada ellerini ısıtırlar nefesleriyle.
Çünkü çok
çaba sarf etmelerine rağmen ellerinin üşümesini bir türlü önleyemezler yağmurun
durduğu anlarda. O yaşta, yağmura, soğuğa karşı sıcak bir ortamda bulunmaları
gerekirken.
Son
günlerde daha bir sıklıkla görür oldum onları. Havalar soğudu ondan mıdır
çevrede çoğalmaları. Uzak yerlere gidememeleri.
Açtıkları
avuçlarına konacak birkaç kuruş ile belki torunlarına bir çikolata, bir sıcak
ekmek alacaklar akşam hava karardığında eve giderken. Belki geceleri üşümemek
için biraz odun biraz kömür kim bilir. Belki de evde, gün batımında,
gelmelerini bekleyen yorgana sarılmış bir ihtiyardır, ömürleri birlikte geçmiş.
İçimi
burkan görüntülerin yok olmasını o kadar isterdim ki.
Ne güzel
demiş “ İnsan her şeyin ölçüsüdür” diye düşünür zamanında. Her şey
insanı sevmekle başlar. Bir insanı sevmekse giderek bütün insanlara yönelmek
değil midir?
Adaletsiz
bir dünyada sevgi olur mu peki?
Olmaz
elbet.
Adalet
kurulacaksa insan odaklı olmalı, sevgiyle kurulmalı. Tüm insanları sevgi
ortamında yaşatmalı, var etmeli.
İnsan
olmak, sorumluluk yanında onurla yoğrulmuş bir görev değil midir?
Günlük
rızkını çıkarmak için sabahın ayazında yola çıkan, gerçek ihtiyaç sahibi, yaşlı
insanlarımıza el açtırmamak için bilinçli olmalıyız, sorumluluklarımızı
bilmeliyiz.
Lakin bu
kolay ve ucuz bir iş değil.
Yaşam
koşulları zorlasa da insanı, sımsıkı sarılmalı insan sevgisine. Sahip çıkmalı
ekmek kavgasına. Fakat çıkınımızda eleştiriyi eksik etmeden yapmalı bunu.