Sene 1980. O yıllarda Ankara'yı şöyle anlatmışım.
"Ankara sokakları yorgun, elleri kömür karası, işsiz oldukları her hallerinden belli insanlara ev sahipliği yapıyor.
İşsiz bir insanın burada kendini rahat ve güvenli bir yaşam içinde hissetmesi olanaksız.
Yoksul çoğu zaman çaresizdir.
Hapsoldukları sorunlar yumağı içerisinde kendilerine küçük dünyalar yaratıp içinde yaşayan insanlardır.
Hedefleri karınlarını doyurmak, günlük ihtiyaçlarını karşılamaktır. Yoksulların yanı sıra aşırı tüketimin olduğu bar, eğlence merkezleri ve birahaneler de vardır.
Barlarda su gibi para harcayan, görece daha rahat bir yaşam süren sıradanlaşmış, günün geç saatlerine kadar eğlenen insanların, yaşam tarzı ile kendilerine benzemeyen, düşen, düştüğü yerden kalkmaya çalışan insanlara karşı yakın davrandıkları söylenemez. Yoksul her yerde yoksuldur.
Bu nedenle ötekileştirilmeden, hor görülmeden, insanları küçümsemeden, bireylerin en insancıl hallerine odaklanıp insanca, kul hakkına saygı göstererek yaşamak için para kazanmalarının önemini anladım.
Ne insanlar tarafından ötelenmek gerekir ne de insanları ötelemek."

Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilİnsanları oldukları gibi saygıyla kabullenmek ve ötelemeden hoş görmek gerekir. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep bey
SilAynen dediğiniz gibi
Yalnız bu tek taraflı olmamalı.
Herkes diğerine hoş görü ile bakmalı.
Selam ve saygılar
Merhaba Hüseyin Bey,
YanıtlaSilYazınızı büyük bir dikkatle okudum — “1980 yılında Ankara İzlenimi” başlıklı bu kısa ama etkileyici sayfalarda, şehrin hüznünü, yoksulluğunu ve ötekileştirilen insanların yalnızlığını çok iyi hissettirmişsiniz.
Özellikle bu satırlar beni derinden düşündürdü:
“Ankara sokakları yorgun, elleri kömür karası, işsiz oldukları her hallerinden belli insanlara ev sahipliği yapıyor.”
Bu tanım, sadece mekânı anlatmıyor, o mekânın içinde yaşayanların ruh halini de yansıtıyor.
Yazınızda vurguladığınız üzere, yoksulluk sadece ekonomik bir durum değil, aynı zamanda “öteki” ilan edilme, küçük dünyalara hapsolma, kendini güvende hissetmeme haliyle de yakından ilişkili. Günlük ihtiyaçlarını karşılamak için verilen çaba, aslında insan onuruyla kurulan bağ açısından da büyük önem taşıyor.
Ve yine şu satırlar:
“Yoksul her yerde yoksuldur. Bu nedenle ötekileştirilmeden, hor görülmeden… insanları küçümsemeden…”
Burada dile getirdiğiniz değerler — saygı, eşit muamele, kul hakkına duyarlılık — yalnızca bireysel etik değil, toplumsal huzur için de kritik. Sadece “gelir düzeyi” değil, refahın hakça paylaşılması, en temel insani şartlardan biri.
Yoksulluk bir seçim değil; çoğu zaman imkânsızlıklarla, sistemin eksikleriyle, dışlanmayla, fırsatlardan mahrum kalmayla ilişkili.
Son olarak, yazınızın zaman ve mekânla kurduğu bağ çok etkili: 1980’de bir şehir, bir halk ve o halkın yükleri. Bugün bile bu tür izlenimler güncelliğini koruyor. Tek farkla: belki daha görünmez, ama hâlâ orada. Bu yüzden yazınız bize sadece geçmişin değil, bugünün de aynası oluyor.
Kaleminize sağlık. Yazınızı paylaştığınız için teşekkürler.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Nizamettin Bey
SilYorumun için teşekkür eder saygılar sunarım
Thank you so much for sharing this. Warm greetings from Montreal, Canada ❤️ 😊 🇨🇦
YanıtlaSilThanks
Sil