Mehmet
amca, kızı Zeynep’i düşündü. Uzun süre uyuyamadı. Zihnini kurcalayan pek çok
soru vardı. Onlardan kurtulmak için gözlerini kapaması da işe yaramadı. Gözlerini
kapayıp derin bir uykuya dalsa belki pek çok sorudan kurtulabilirdi; lakin bunu
başaramadı bir türlü. Hiç birimiz kendimize ait değiliz diyordu. Hayatımız
kurgulanıyor, davranışlarımız kurgulanıyor, kendimize yön vermekte zorlanıyoruz
artık. Eski dostlukları özlüyor insan yaşananları düşündükçe. Eskiden
böylemiydi ya! Herkes büyüğünü küçüğünü bilirdi. Konuşmasına, davranışlarına,
arkadaş ve komşu hakkına dikkat ederdi. Ufak tefek meseleleri sorun etmezdi.
Şimdilerde kendimizi daha bir özel hissetsek de hiç kimsenin bilge insan
olmadığını; toplumla birlikte bodoslama aşağı sürüklenişimizi anlamak
durumundayız.
İnsanlar
bu sürüklenişin hemen herkesi sarmalamasını sessizce ve derinden seyrediyor
sadece. Algı yanılsamasının girdabında kaybolup giden bir ruh haline sahip
herkes. Yapılan hatalar yönlendiriyor bazen vicdanını kuma gömenleri. Bunların
tutkuyla bağlı olduğu hiçbir şey yok. Sadece yaşıyorlar. Düşünme, algılama,
yanlışı doğruyu ayırt etme yetisinden yoksunlar. Yoksa bir başkasının
söylemesiyle insan doğru bildiğini bırakıp hataya yönelir mi? Kendini
rastlantılara, sürüklenişe bırakır mı? Nereye varacağı belli olmayan yoz
düşünceye kendini kaptırır mı? Başkalarına zarar vermek bir insanı rahatsız
etmez mi? Demek etmiyor ki bunca olumsuzluklar, bunca gözyaşı, bunca hüzün,
bunca çaresizlik yaşanıyor.
Olumsuzlukların
önüne geçmenin en etkili yolu eğitimdir aslında. Eğitim gibisi var mı? Neyin
doğru neyin yanlış olduğunu eğitimle öğreniyor insan. Kız ve erkek ayrımı
yapmadan tüm evlatlarımızın geleceğe daha iyi hazırlanması için eğitilmelerini
sağlamamız lazım. Süloların Hasan yeterli eğitimi alsaydı bir başkasının canına
bu kadar korkusuzca ve sorgusuzca kıyabilir miydi?
Yıllar
öncesini düşündü. Cumhuriyetin kurulduğu yılları. O yıllarda eğitime çok önem
verilmişti. Köylerde yaşayan halkın eğitilebilmesi için okullar yapılmış,
eğitmenler köylere gönderilmişti. O yıllarda eğitimin bilimin yol
göstericiliğinde yürütülmesi esas alınmıştı. Kırsalda yaşayan halkın okuma
yazma öğrenmesi, köy çocuklarının eğitim yoluyla yükselmesinin sağlanması ta o
yıllarda eğitimin temel politikası olmuştu.
Eğitim
ki öncelikle insanların aklını özgürleştirmeli. Araştıran, sorgulayan,
eleştirebilen, çözüm arayabilen bireylerin yetiştirilmesi hedeflenmeli.
Süloların Hasan eğitimden yeterince faydalanamamış ne yazık ki. Kendi aklıyla
hareket etmemesi, vicdanını kuma gömüp, gözlerini kapaması bunu düşündürüyor.
Mehmet
amca o gün, tam da kurşunun hedefini acımasızca bulduğu gün, sormuştu.
“Hocam”
demişti “bu acı bu kıyım neden?”
Mehmet
amcaya bakıp şunları söylemiştim o gün:
“Eller çatlamış
Eller
yaralar içinde
Kimi
zaman yorgun
Dinç
Kimi
zaman irice
Narin,
Bilinmez
duygular akıyor
Gözler
yorgun
Gözler
uykusuz
Bu
uykusuz gecelerde
Bu
nefessiz mevsimlerde
Kan
revan yürekler
Direniyor
koca beden
Dindirmek
için acıları
Zulümler
bitmiyor,
Ne
de umut
Bir
beden
Toprak
kadar anaç
Toprak
kadar bereket fışkıran
Ve
bedenin üzerinde zulüm
Zulmün
ardı arkası kesilmez
Kaç
mevsim sürecek bilinmez.”
İşte
böyle Mehmet amca. Ne yazık ki Anadolu coğrafyasının bilgeliğinin farkında
olmayanlar, her şeyi kendi çıkarları çerçevesinde ele alıp değerlendirmenin
aymazlığı içerisindeler. Her şeyin üzerinden, insanlığın üzerinden, dostluğun
ve arkadaşlığın üzerinden buldozer gibi geçip gidenler, bu kadim topraklara
ihanet içerisindeler.
Ve
bizler; her sabah, evet her sabah ve ne yazık ki yıllardan beri oynanmakta olan
kirli bir oyunun içinde güne başlıyoruz.
Cehalet
ve ihanetin, yıkım ve kuşkunun; korku ve yalanın yeşermekte olduğunu görüyoruz.
Oysaki
bu görkemli coğrafyada yüz yıllarca bir arada sorunsuzca yaşamış insanların
evlatlarıyız. Bunu unutmuş olabilir miyiz?
Bu
zamanlarda bilinmez duygular akın ediyor durmadan. Birileri bağırıyor sanırsın
fısıltıyla geceler ve günler boyunca. Gökyüzünden bir parça kopuyor o an,
günler boyu hem de durmadan, ağır yüklerin altında nefes bile almadan.
Her şeyin başı eğitim hakikaten...soru sorabilen, düşünebilen, başkasının aklıyla kurulmuş kukla olmayan bireyler olmak lazım, ne kadar cahil toplum, o kadar çok kan davası, şiddet, acı, yolsuzluk...bilge kişi zaten bilgeyim diye dolanmaz ortalıkta, o yüzden bilge kişi olarak etrafına müritler toplayanlar ancak yabancı ülkelerin istihbarat birimlerinin siyasi yönden işimize yarar diyerek kullandıkları kuklalar oluyorlar...gerçek bilge kişinin milyarları, çevresinde siyasi kişiler, ona tapan müritleri olmaz...öyleleri sahte soytarılar...sonları Jim Jones ve müritleri gibi olur..
YanıtlaSilelinize sağlık hocam...
Önce eğitim...
SilÖnce insanlık...
Önce dürüstlük, komşu hakkını gözetme...
Önce toplumsal değerlere saygı...
Sonrasında bilge kişilik kendiliğinden gelir.
Müjde'nin yorumuna katılıyorum. Her türlü kötülüğe yol açan en önemli etken cehalet, eğitim yetersizliği. İnsanlarda ki, algılama, vicdan, sevgi, hoşgörü paylaşımcı bir zihniyet, milli ve manevi değerler eğitim sayesinde değerlenir, değeri kabul edilir, değer görür.
YanıtlaSilBilgeliğin kaynağı da, yaşamadan insana kalan tecrübelerdir... İnsan insan olmanın insanca yaşamanın amacını çözmüş ve kendince ders çıkarmışsa bilgedir.
Emeğinize sağlık Hüseyin Hocam. Kaleminiz daim olsun.
Yorumuna aynen katılıyorum. Bu güzel yorumla yaptığın katkı için çok teşekkür ediyorum. Boyun eğmemeli, acıları dindirmeliyiz. Gözlerimizde geleceğe dair pırıltılar sönmemeli. Zulüm abat olmamalı. Zulümkar zulmüne devam etmemeli, engellenmeli. Bereket ve insanlık fışkırmalı topraktan. Mavi mavi açmalı çiçekler kayaların etrafında. Koşmalı insanlar mutluluğa kuş misali uçarak...
SilSaygılar Hanife Hanım.
bır sey sormam mumkun mu acaba ?
YanıtlaSilSorabilirsiniz elbette Sayın Çoban...
Sil