Doğruyol Köyü (Cala)
Sabah
insan kalkmak istemiyor. Hani sıcak bir ortama uyanmak var. Bir de soğuğa
uyanmak. Evin üst kısmında ki dar pencereden içeriye ışık sızıyor, ranzanın bir
kenarına düşüyor ve sanki oracıkta sıkışıp kalıyor, bir adım öteye geçemiyor.
Karanlığın
sakladıkları daima merak uyandırmıştır bende. O nedenle nefesimi tutmuş
beklerken pencereden sızan ışığın aydınlattığı her yere ilk defa görüyormuşçasına
dikkatle bakıyordum. Meriç'de uyanmıştı.
"Kalkalım"
dedi. "Nasılsa okula gideceğiz arkadaş."
"Ben
gaz ocağını yakayım. Sıcak bir çayla bir şeyler atıştırıp çıkalım o
zaman."
"Yahu
bu ayazda insan elini yüzünü yıkarken donar valla"
"Sen
de yıkama o zaman" dedim gülerek.
"Gaz
ocağında ısıtırım" dedi.
"Valla
başka çaresi de yok."
Peynir- ekmekle kahvaltıyı yaptık.
Hava
yine ayaz.
"Uğurlu
sobaları yakmıştır" diye takıldım Meriç'e. "Bence sen sobanın başında
hiç ayrılma."
"Neden
ki?" diye güldü.
"Paltoyla
yatan adam akşama kadar ısıyı depolamalı"
"Haklısın"
diyerek güldü.
Kendimizle
"dalga" geçmenin sırası değildi ama bazen de gerekiyordu var olan
ortamın sıkıcılığı nedeniyle.
Mesleğe
yeni başlamanın heyecanını, sevincini, özgüvenini; yanı sıra azıcık da ürkeklik
gibi duygularını bir arada yaşıyor insan.
Ürkekliği
atmanın başka da yolu yoktu. İnsan var olanla mücadele etmesini bilmeliydi diye
düşünüyorduk. Bizden öncekiler de bizden sonrakiler de nasılsa benzer
sıkıntıları yaşamışlardı belki de yaşayacaklardı.
Okulda
öğrendiklerimiz ve öğretilenler hayata ve yaşama dair değildi. Eğitim
hayatımızda ülkemiz gerçeklerini öğretmemişlerdi bize. Buna gerek görmemişlerdi
demek ki. Nasılsa gittikleri yerde gerçeği görüp yaşarlar diye düşünmüşlerdir.
Düşündüğümüz
gibi sobalar yanmıştı. Bir önceki gün de olduğu gibi öğrenciler sobaların
etrafına kümelenmişlerdi sınıflarda. Civar köylerden gelen çocukların yüzleri
ayazdan morarmıştı. Cala'da okula gelenlerse nispeten rahatlardı. Diğerleri
sabahın erken saatinde okula yetişmek için kilometrelerce yol katetmişlerdi.
Bizi
gören öğrenciler saygıyla yer açtılar.
"Günaydın
çocuklar" diye ikimiz birden hal hatırlarını sorduk.
Sevinçle
hep bir ağızdan" günaydın hocam" diye karşılık verdiler.
"Demedik
mi biz size artık sabahları buradayız."
"Hocam"
dedi birisi "derse erken başlamanın zararı olmaz."
Bir
diğeri " hocam siz gelince hemen derse başlayalım" diyerek hınzırca
dalgasını geçti.
Hepsini
de gülerek dinledik. Çocuklar haklıydı. Sabahın erken saatinde ne işimiz vardı
sınıflarda. Oysa diğer öğretmenlerin gelmesine daha zaman vardı.
"Ee
dedik çocuklar okumanın kolay olmadığını anlamalısınız. İşinize gelirse böyle.
Erken başlamakta fayda var."
Sıcak
bir diyalog ortamında hem ısınıyor hem de çocuklarla birbirimizi tanıyorduk.
Boynum
ve omzum sızlıyordu. Gece dışarıda esen rüzgâr hızını artırmış uluyup durmuştu.
Rüzgârın uğultusundan ürpermiş, yatağımın içine sokulmuştum. Odanın içi
gittikçe soğumuştu. Doğanın
zorluklarıyla boğuşuyorduk. Gergindik.
Şenlik
Cengiz gülerek geldi.
"Hocalar"
dedi "size tezek satan yok diyecektim ama erkenden okula gelmenize gönlüm
razı olmadı."
"Satan
var mı?" diye ikimiz iki yandan atıldık heyecanla.
"Evet
anneme söylemiştim o komşulara sormuş. Satan biri var ondan alırız."
Sevindirici
bir haberdi bu bizim için.
Tezeği
hemen o gün eve taşıdık. Öğrenciler yardım ettiler. Sıra soba almaya gelmişti.
Hafta sonunu beklemekten başka çaremiz yoktu. Yeni başladınız göreve diye müdür
izin vermemişti hafta içinde. Biz de sesimizi çıkarmadık. İzin almanın
kurallarını daha sonra öğrenecektik. Öğrenince de mazeret izni neden vermediğine
bir anlam veremedik müdürün. Üstelemedik. Bir daha da izin konusunu konuşmadık.
Hafta sonlarını bekledik hep. İhtiyacımız olanları karşılamaya Kars'a gitmek
için.
Başka
bir boyuta geçmiştik sanki. Daha önce böyle bir sıkıntıyla karşılaşmamıştık.
Hafta sonuna üç gün vardı daha. Kullanmadığı fazla sobası olan var mıydı
bilinmez. Çünkü ne sorduk ne de sormayı akıl ettik. Kimse de bize bu konuda bir
şey demedi.
Üç
günlüğüne alıp kullanabilirdik. Böylesi anlarda insanın alternatif araması
gerekir. Lakin biz o zaman neden düşünemedik bilmiyorum. Belki de olmaz,
bulunmaz düşüncesi vardı, belki de kimseye yük olmama düşüncesi.
Yöre
insanı soğuğa ve ayaza bizim kadar duyarlı değil. Sert iklim koşullarında
yetişmişler. Hepsi de saygılı ve güler yüzlü.
Binali
20'li yaşlarda, ancak çok daha yaşlı bir adamın sezgilerine sahipti. Bunu da
babasının ölümünden sonra evin tüm yükünün omuzlarına binmesine bağlıyor.
"Bu
topraklar yaşam ve ölüm hakkında her gün kafa yormanıza neden oluyor"
diyor.
"Yaşam
zorlu".
"Ölüm
ise çok kolay".
"Zorlu
yaşam koşullarına uyum sağlayamayan canlılar için burada yaşam çok zor "
diye de ekliyor.
Binali'nin
sözleri insan yaşamı kadar yaban hayatının da zor olduğunu düşündürüyor bize.
"Bu gerçek insanı hızla olgunlaşmaya itiyor" sözlerini kahvede
bulunanlar onaylıyor.
Geç
vakit eve gittik. Okul çıkışı kahveye gelmiştik. Eve geldiğimizde acıktığımızı
hissettik.
"Ne
yapalım" dedim Meriç'e.
"Mercimek
çorbası yapalım" dedi gülerek.
"İyi
ya o zaman mercimeği yıkayalım. Sen gaz ocağını yak arkadaş. Ben de mercimeği
yıkayayım."
"Tamam yakayım".
Gaz
ocağını yakıp ellerini ısıtmaya başladı. Ben de ıslak ellerimi uzattım
gazocağının yanan ateşine.
Etrafı
daha rahat görmek için gaz lambasını yüksekçe bir yere asmıştık. Yoksa odanın
içi tam aydınlanmıyordu. Ranzalarımızın üzerine uzanıp derin düşüncelere daldık.
Bir süre konuşmadık. İçinde bulunduğumuz gerçeğe alışmalıydık. Sobayı da aldık
mı rahatlardık. Hem Kars'a gidince ihtiyaç duyduğumuz diğer eksik malzemeleri
de almalıydık. Bunun şakası yoktu. Her an ihtiyaç duyulan malzemeleri köy
yerinde bulmak mümkün değildi.
Sıcak
yemek kokusu odanın içerisine yayıldı. Sofrayı hazırladık. Çorbayı büyük bir
iştahla yedik. İnsan acıkmaya görsün diye düşündüm. İçimiz ısınmış, üşümemiz
azalmıştı.
Zorlu
geçen birkaç günün sonrasında hafta sonu
gelmişti. İzin almaya gerek kalmadan sabah erkenden kalkıp Meriç'le birlikte
Kars'a giden minibüse bindik. O yıllarda minibüs şoförü Namaz Güneş'miydi yoksa
bir başkası mı pek ayırdında değilim.
Minibüs
şoförü saat iki gibi geri döneceklerini söyleyip işimizi o saate kadar
bitirmemizi söyledi. Tamam deyip sobacıların yerini sorduk. Kars garajına pek
de uzak olmayan bir yerde soba ve gerekli parçalarını aldık. Şoför sobayı minibüsün
üzerine yerleştirdi. Biz ise hem açlığımızı gidermek hem de diğer ihtiyaçlarımızı
temin etmek için ayrıldık.
Kars
lokantalarının orta yerinde kömür sobası yakıyorlar. Sobaya yakın boş bir
masaya oturup yemeğimizi yedik.
Bazı
ufak tefek ihtiyaçları da temin ettikten sonra söylenen saatten önce minibüsün
yanına gittik. Minibüs saat iki gibi yola çıktı.
"Neden
saat iki de yola çıkıyorsunuz daha erken değil mi?" sorumuza minibüs şoförü;
"Alışkanlık.
Biraz daha geç çıkılabilir. Lakin kış günü yolumuz uzak. Hava kararmadan köye
gitmekte yarar var".
Günüme, yine düşünerek, az bir şey üşüyerek(!) ama duygu dünyamı altüst ederek başladım yazdıklarını okuyunca sevgili Hüseyin hocam.. İlk tayin olduğum ilde, -27 derecede donup şişesini patlatan ve pembe bir dal gibi havaya fışkıran sirkesi donan mutfağımı hatırladım.
YanıtlaSilSonra düşündüm.. hiç bir maddi ihtiyaç, insanın yüreğinde meslek aşkı yoksa ve iliklerine kadar bu görev aşkı ile dolu değilse böyle koşullarda yaşamayı sürdüremez.
O nedenle, benim sevgili meslekdaşım.. Hüseyin hocam.. bir kere daha seni sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Bu güzel yorum için çok teşekkür ediyorum Gülsen Öğretmenim. Saygı ve selamlarımla.
SilMerhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilBu zor şartlar altında kutsal öğretmenlik görevini sürdürme gücünün kaynağı aşktır. Her ne kadar bu aşk, başka bir aşk olsa da aslında tüm aşklar aynıdır ve birbirinden hiç farkı yoktur.
Gaz ocağını ve gaz lambasını çok iyi bilirim. Ben de çok gaz ocağı yaktım ama şartlar sizinki gibi değildi. Ben rahat ortamlarda kullandım o gaz ocağını. Keza gaz lambasını da öyle. Bu iki aparatın benim dünyamda çok özel bir yerleri vardır. Nerede fotoğraflarını görsem hemen duygulanırım.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.
Teşekkür ediyorum Recep Bey.
SilÖğretmenlik görevi o yıllarda daha bir özveri ile yapılırdı.
Şimdilerde herkes rahat ortamlara gitmenin telaşında.
Oysa ki sarp dağlar arasında yer alan köylerde ki çocuklarında eğitime ihtiyacı var.
Gaz ocağını o yıllarda yakmayan mı var Recep Bey.
Analarımızdan gördük nasıl yakılacağını zamanında.
Saygı ve selamlarımla.
Güç koşullar altında yapılan kutsal görevler.. Belki şimdi bize söylemek kolay geliyor ama yaşan bilir gaz ocağının gaz lambasının cefasını..Güzeldi anılarınızı okumak.. iyi haftalar Hüseyin bey..
YanıtlaSilTeşekkür ederim VuslaT Hanım kardeşim.
SilSize de iyi haftalar diliyorum.
Saygıyla.
Baştan balşayım hocam, uzun zamandır istemsiz ara verdim saygılar.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Siyah kuğu.
SilSaygılar.
Tutkuyla bağlı olmak, işi iş olmaktan çıkarıyor. Keşke herkes böyle hissebilse görevi hakkında da hayattan zevk alabilse.
YanıtlaSilHaklısın gezilecek yerler.
SilMerhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilBiz elleri öpülesi fedakar ve cefakar öğretmenlerimizi çok seviyoruz. 24 Kasım Öğretmenler Günü'nüzü kutlarız.
Selam ve dualarımızla.
Çok teşekkür ederim Recep Bey.
SilAnkara'ya selam ve saygılar.
Hüseyin bey, 1982-1984 yılları arasında Doğruyol sağlık ocağında hekim olarak çalıştım, beni 32 yıl önceye götürdünüz. Sağlık ocağının bahçesine Cala'dan ayrılmadan 10 gün önce diktiğim çamlar herhalde koca ağaçlar olmuştur. Biz de o ağaçlar gibi kocadık artık. Dr. Konuralp İlbay
YanıtlaSilMerhaba Konuralp Hocam. Nasılsınız? Değindiğiniz gibi o tarihlerde (1979-1983 ) Cala'da görev yaptım. Sonrasında Çıldır Yakınsu (Suhara) kasabasında(şimd
Siliki Aşıkşenlik kasabası) müdürlük. Sonrasında batıda.... Lakin Cala yöresinin zorluklarına rağmen o yöreyi ve yaşam koşullarını unutamadık. Sağlık ocağına diktiğiniz çamlar mutlaka kocaman olmuştur değerli hocam. Sağlıklı günler dileği ile saygıyla...