Tüm
coğrafyalarda hem de istisnasız benzer olaylar yaşanır. İnsan diğerine zarar
vermek için vardır. Şaşırtıcı lakin gerçek olan insan yaşamında hem gündeme,
hem coşkuya; sıklıkla kırıcı ve baş döndürücü gelişmelere yetişmek mücadele isteyen
bir durumdur. Yaşamın hay huyunda olanların bir kısmı çıkara ve bencilliğe
başvurur. Kahpece ve kurnazca asıl niyetlerini ortaya çıkarmadan hareket
ederler. Oysaki bu davranış türü cesaret değildir. Cesaret doğru olanda vardır.
Niyetlerinde eziyet ve kötülük olanlarda değil.
Recebin
yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Çocukluğunu akranları gibi yaşamamıştı. Ekinler
olgunlaşmaya, üzüm bağlarında salkımlar dalları kırmaya başladığında dur durak
nedir bilmezdi. Alacakaranlıkta anası ile beraber yola koyulurlardı. Kızgın ve
acımasız güneşe yenik düşmemek için sıklıkla ellerini yıkar başlarını
ıslatırlardı. Babaları koyunları ağıla getirdikten sonra kendilerine katılırdı.
Anasını daha çok severdi Recep. Ana sevgisi her daim ağır basmıştı. Babası
geldiğinde sıklıkla tartışırlardı. Hırçınlaşırdı Recep.
-Baba bırak
da bildiğimizi yapalım. Okumak istedim o imkânı vermedin. Kırgınlık ve sevimsiz
sürtüşmelerle zaman geçirdin. Huzursuz ettin bizleri. Müsaade et artık, çocuk
değiliz. Hayatta bazı şeyleri seçebilme, yapabilme hakkımız olsun.
Baba
bunları her seferinde işitir oralı olmaz, bildiğini yapardı. Hoş o da doğru
bildiğini yapıyordu. Çocuklarına zarar gelmesin, muhtaç olmasın derdinde idi
kuşkusuz. Lakin yaklaşım tarzı ve davranışları can sıkıcı oluyordu bazen.
-Oğlum
Recep, sen farklı ben farklı düşünüyoruz bazı durumlarda. Benim duygularıma hep
karşı çıkıyorsun. Biz böyle yetiştik, anamızdan babamızdan böyle gördük,
böylede yolun sonunu getireceğiz.
-İşte senin
anlamak istemediğin şey dün ile bugün arasında ki farktır. Dün karasaban ile
tarladan çıkılmazdı. Şimdi öyle mi ya. İnsan gücü ile aylarca üstesinden
gelinemeyen işler artık makinelerle birkaç günde bitiriliyor. Bu ne demek
anlamak istemiyorsun. Demek ki dün ile bugün arasında fark var. İnsanların
duygu, yaşam ve düşünceleri de bu bağlamda değişiyor. Sen yerinde saymak
istiyorsun.
-Oğlum ben
yerimde saymıyorum. Sizlerin geleceği için çabalıyorum. Gece keçe sırtımda
koyun güdüyorum. Gündüz tarlada yardım ediyorum. Daha ne istiyorsun anlamadım
ki.
-Doğru dersin
de baba, evlatlar babalar için yaşamazlar. Sen baban için yaşamadın. Annem
babası için yaşamadı. Bence herkes kendi hayatını yaşamalı. Bunu yaşarken de
akraba olarak birbirlerine destek olmalı elbette. Biz bunu böyle gördük
evlatlarımızda böyle yapsın düşüncene katılmıyorum. Bu nedenle haklarıma
müdahale etmene müsaade etmeyeceğim.
Recep ile
babası bu minvalde konuşurlardı. Anası susar ses etmezdi. İşini yapardı. Nasıl
ses etsindi ki. Birisi göz bebeği evladı. Diğeri yaşama nedeni kocası idi. Baba
oğul arasında ki tartışmada taraf olmak istemezdi. İstemezdi de oğlunun
söylediklerini de içinden onaylardı. Oğlunun yüreğinde bir isyanın, kahır yüklü
duyguların varlığını sezinlerdi. Recep’in kardeşi o yıllarda henüz küçüktü.
Tarlaya, sıcağa dayanamazdı. O yüzden evde kalırdı.
Döngü bu şekilde uzun yıllar devam
etti. Recep babası ile benzeri konularda bir türlü anlaşamazdı. Babası işlere
yardımcı olsun diye tahsiline de müsaade etmemişti. Recep büyüdükçe
okuyamamanın acısını yüreğinde daha çok hissedecekti. Babası ise zamanın sorunu
çözeceğinden emin, rahattı. Anası ise oğullarının isyanına sebep olmamak için
susar, karışmazdı. Evlatları onu hayata bağlayan en büyük varlıklardı. Onlarsız
bir yaşam düşünmek, onlardan uzak kalmak kabulleneceği bir şey değildi.
Aradan
yıllar geçmiş Recep yağız bir delikanlı, kardeşi ise ele avuca sığmaz biri olup
çıkmıştı. Recep’in gönlü de kıpır kıpırdı artık. İşe gitmediği zamanlarda en
güzel giysilerini giyer kasabada arkadaşları ile dolaşırdı. Sonraları
kardeşinin de tarlada, bağda işlere yardım etmeye başlaması iş yükünü
azaltmıştı. Recep kardeşini çok severdi. Kardeşi mala davara daha düşkündü.
Onlara gözü gibi bakardı. O melun gün çeşmenin başında vurulduğunda yine
koyunları, kuzuları ile ilgileniyordu.
Recep ve
kardeşi birlikte yapmak istediklerini kendi aralarında konuşurlar, gelecek için
hayaller kurarlardı. Lakin ne zaman ne de yazgı hayallerinin gerçekleşmesine
fırsat vermemişti. Kardeşinin ölümünden sonra Recep içine kapanmış, uzun süre
inzivaya çekilmiş insanlar gibi toplumdan kaçmış, düşünmüştü. Gözleri alev alev
yanardı. Heykelleşmiş gibi durduğu pencerenin önünde, dışarıyı seyrederken acı
acı yutkunurdu. Çaresizliğin hançerlediği Recep, gözlerinde iki damla yaş,
sessizliğini korurdu. Sakalları intizamsızca uzamıştı. Kahır dolu çehresi
günlerce şekillenmek bilmedi. Mantığı yüreği ile uzlaşmaz kararlar vermekte
idi. Bu arada Fadime ile evlenmiş, çocukları olmuştu. Babası ve anası artık
iyice yaşlanmışlar, eskisi gibi bağa, tarlaya çıkamaz olmuşlardı. Bu kaygı
verici gelişmeler sonrasında yapmak istediği şeyleri yapamaması keyfini
kaçırmıştı. Oysa kardeşi ile yapacakları ne çok şey tasarlamışlardı.
Hayatın bir
oyunu, bir rolü böyle kurulmuştu. Seçim yapmak olanaklı değildi. Bir an geliyor
istemeseniz de oyunun bir parçası olmak durumunda kalıyorsunuz. Nasıl bir rol
alacağınıza kimi zaman kendiniz karar veremiyorsunuz. İsteğiniz dışında bir
diğeri rolünüzü değiştirebiliyor. Kimi
zaman rastlantılar, tesadüfler tavrınızı, sözünüzü, misyonunuzu
değiştirebiliyor. Bilmediğiniz bir olayda, olmaz dediğiniz gelişmede
gözlerinizi açıyorsunuz. Ya da anlam veremediğiniz yaşanmışlıklara sessiz
kalabiliyorsunuz. Hayat akışının girdabında yok olmadan kalmanın, oyunun bir
parçası olmanın dışına çıkamıyorsunuz. Recepte Süloların enine boyuna
kurguladığı oyunun girdabında çaresizliğin verdiği ızdırapla oyunun bir parçası
olmuştu. Ruhunda ve yüreğinde seçtiği hedefe, keskin ve ısrarlı bakışlarla
ulaşmak isteği her daim mantığı ile son bulmuştu.
Fadime Recebin
ve ailesinin içinde bulunduğu ızdırap dolu yaşama yakından tanık olmuştu. Recebin
duruşu evlenmeden önce gönlünde yer etmişti. Recebi uzaktan uzağa sevgi ile
izleyen biri daha vardı. Mehmet amcanın kızı Zeynep’ten başkası değildi bu.
Recep Fadime ile evlenmiş olmasına rağmen Zeynep'in Recebe olan tutkusu
azalmamış aksine artmıştı. Recep ise bu duygudan habersizdi.
Receplerin
evleri kasabanın kıyısında tepenin dibinde, yolun sonunda, sırtını heybetli bir
kayaya yaslamıştı. Etrafı duvarla çevrili genişçe sayılabilecek bahçe içerisinde
ki ahır ve samanlık da evlerinin yan tarafındaydı. Yazın rüzgârın kaldırdığı
ince toz, kışın ince ince yağan kar, pencere camlarının aralarında kalan
aralıklardan içeriye dolardı. Erik ve ceviz ağaçlarının ilkyazda çiçeğe durduğu
günlerde evin içerisine yayılan aroma ayrı bir huzur verirdi. Receplerin kapı
komşusu Mehmet amcanın kızı Zeynep’in içi sıklıkla dolar dolar boşalırdı.
Sabretmeyi öğrenmişti. Sinirleri kopacak gibi gergin, asabı bozuk, gözleri
ağlamaktan patlayacak gibi olurdu zaman zaman. Evli ve çocukları olan Recep’ten
bir türlü vazgeçmemişti. Vazgeçecek gibi de görünmüyordu. Bu durumun ne zamana
kadar süreceği ise belli değildi. Mantığı ile değil yüreği ile düşünüyor,
evlenmesi için yapılan telkinleri ve gelen taliplileri geri çeviriyor, umursamıyordu.
İçinde dinmek bilmeyen fırtına, zaman geçtikçe şiddetini artırarak sürüyordu.
Şiddetli bir rüzgârın önünde delice bir savruluş onu önüne katmış alıp
götürüyordu. Bazı akşamlar güneş ufuktan kaybolup bilinmez dağların ardına
çekildiğinde o bahçeye çıkar, ortalıktan el ayak çekilmesini, esmerleşmekte
olan ufku seyrederdi. Zeynep kendini derin bir seyirden alamaz, öylesine
bakardı. Bakardı, çünkü baktığı yerleri görmezdi. Karmakarışık düşünceler
zihninde gençliğine en azaplı günleri yaşatırdı.
Toprağında
hoyratça koparılan bir çiçek kadar solgun, hayata ve geleceğe bir o kadar da
küskündü. Yüreğinin tek merhemi, gıdası, suyu, toprağı Recebin varlığıydı.
Sırrını kimseye açmaz, kimseyle dertleşmezdi. Neşesini, acısını, duygularını,
tutkularını paylaşacak bir kimse yoktu. Olsaydı da fark etmezdi. Ruhunda esen
fırtınaları anlatması, evli birine olan tutkusunu dile getirmesi olanaklı
değildi. Kabul da görmeyecek bir yaklaşım olurdu. Bu ise Recep ve ailesine acı
çektirmekten başka bir işe de yaramazdı.
Tek katlı
evlerinin önünde, bahçe kapısına doğru uzanan toprak yolda durur, yüreğinin
kopuşuna tanıklık ederek, uzakta kayaya sırtını yaslamış evin zümrüt yeşili
renklerini seyreder, dağların ardından sihirli kokular getiren havayı doyasıya
içine çekerdi. Yüreğindeki tutku biraz daha katmerlenir, gözleri bitmek
tükenmek bilmeyen bir ızdırapla nemlenirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder