Hafta
sonları arada bir dışarı çıkar Binali'nin kahvesine giderdik.
Ortaokul
öğretmenleri ve ilkokul öğretmeni İsmet Karadağ sıklıkla Binali'nin kahvesine
gelirdi.
Okey
taşları, tavla zarları, pişpirik kâğıtları; kahvenin içi insanla zaman
arasındaki sarmalda, insanın kendisini
işsizliğe, düşsüzlüğe, boşluğa bırakmasının sesleriyle dolardı.
Okey
oynardık.
Sohbet
ederdik.
Hamza
Şimşek ve Yasin Turgut anılarını anlatırdı. Hamza dayı gurbette çalışmıştı.
Lakin emekli değildi. Emekli olmasına yetecek çalışması yoktu.
"Çok
çalıştık hocam" derdi.
"Çok
çalıştık ama işveren sigorta yaptırmamış."
"O
zamanlar biz de cahildik. Bilemedik. Hakkımızı arayamadık derdi."
Bu
duruma üzüldüğü her halinden belliydi.
"Şimdi
olsa hiç hakkımı aramaz mıyım " diye hayıflanırdı.
"Yoksulluk
ve işsizlik böyle bir şey işte. İnsan kimi zaman işini kaybetmemek için sesini
çıkarmıyor/ çıkaramıyor. Hakkını aradın mı kendini kapının önünde
bulursun" diye de ekliyordu.
Yasin
amca ise "Humeyni" diye çağrılırdı.
"Neden
sana Humeyni diyorlar Yasin amca?" dediğimizde gülerdi.
"Eee
Humeyni olmak her adama nasip olmaz" derdi.
Ne
demek istediğini anlıyorduk aslında. O yıllarda 1979'da İran'da İran İslam
Cumhuriyeti kurulmuş, Şah Rıza Pehlevi iktidardan uzaklaştırılmıştı.
İran
Devriminin lideri Humeyni'ydi. O nedenle Yasin amcaya "Humeyni"
dediklerini anlamıştık.
Humeyni
sözünden hiç alınmaz gülerdi. Hamza dayı ile şakalaşırlardı. Her ikisiyle de
sohbet etmek hoşumuza giderdi. Her nedense her ikisini de benimsemiş,
verdikleri öğütlerin doğruluğu nedeniyle de
saygı duymaya başlamıştık. İkisi de yaşlıydı.
Hamza
dayının tek gözü görmüyordu. Lakin yufka yürekli ve yardımseverdi. Fakirdi ama
gönlü boldu.
Calaya
ve insanına alışmaya, onları az da olsa tanımaya başlamıştık.
Hamza
dayı "oğul" derdi, "hocalar" derdi :
"İnsanlar
çok karmaşık sistemler yapabilir. Yaptığını da kullanır. Lakin tek bir parçanın
çalışmaması sistemin durmasına neden olur."
Can
kulağıyla dinlerdik söylediklerini. Tek kelimesini kaçırmak istemezdik kahvenin
sigara dumanına boğulmuş havasında, o kalabalığında.
"Doğa
da ise birbirine bağlantılanmış parçalar yok. Etkileşim söz konusu, döngüler
söz konusu. Önemli olan o etkileşim ve döngüye uyum sağlamaktır. Bu insanlar
içinde geçerlidir. Bulunulan ortama uyum yaşamın olmazsa olmazlarındandır."
O
konuşurken okey taşları da hareketsizleşirdi. Kimse oynamak istemezdi o an.
Kıtlama çaylar içilirdi sohbet sırasında. Biz kıtlama içmeye henüz
alışamamıştık. Bardağa şeker atıp karıştırmamıza gülerlerdi.
"Bütünü
parçalara ayırmak kaçınılmaz olarak çuvallamak demektir. Ya sen o bütüne uyum
sağlayacaksın, ya da o bütün sana uyum sağlayacak. Bunun başka yolu yok."
"Bütüne
uyum sağlamalıydık o halde. Madem yörenin şartları ağırdı. O ağırlığı köyde ve
yörede yaşayanlar umursamıyordu, o halde bizde umursamamalı mücadele
etmeliydik."
Hamza
dayının söylediklerinden anladığım buydu.
"Hamza
dayı" dedim.
"Kararlılık,
direnç."
"Mevcut
duruma uyum sağlamak ve sorunlarla başa çıkmak için süreci iyi yönetmek. Hayatın
devamı için kilit noktadır" bu durumda.
"Evet"
derdi gülerek.
O
halde yöre insanının yaşam koşullarını benimsemek, güç koşullarda yaşamak için
onların yüz yıllardır imbikten süzüp getirdiği deneyimlerine kulak vermek
gerekir.
Yıkılmamak
için kazanmak lazım.
Başarısızlık
için değil başarı için mücadele etmek, belirsizliği ortadan kaldırmak, ulaşmak
istenen hedefe yaklaşmamızı sağlar.
Söylemek,
anlamak, konuşmak, bilmek sorunun çözümü için önemlidir. Bazen de sorunların
ağırlığında o bilinenler etkisizleşir.
Bu
bağlamda,
Bir
kış akşamı, Akbaba dağından vınlayarak gelen soğuk ve sert rüzgârın uğultusu
etrafı sarsıyordu.
Anadolu'nun
kuzey doğusunda, Ermenistan sınırında Calada, gaz lambası ışığında, etrafın pek
seçilemediği odanın orta yerinde yanan sobanın başına sokulmuş, ısınmaya
çalışıyorduk.
Dışarıda
kar fırtınası başladı başlayacak.
Odanın
içinde yanan sobanın ateşi içimizi ısıtmıştı. Ama dışarıda hava en az eksi otuz
dereceydi. Dışarıya çıkmanın olanağı yoktu.
Avuçlarımızın
içinde bir dolup bir boşalan, yanan sobanın üzerinde demlediğimiz çayımızı
yudumluyor, bir yandan da içinde bulunduğumuz durumla dalga geçiyorduk.
Sıkıntılıydık
aslında. Etkili kar yağışı yolları kaparsa diye. Kapanan yolların açılması
belki günler alabilirdi.
"Yollar
açılmazsa ne yapacağız dedim Meriç'e.
Gülümsedi.
"Yapacak
bir şey yok"
"Nasıl
yok. Yollar kapanırsa ekmek gelmez."
"Gelmezse
gelmesin" dedi Meriç.
Aradan
çok geçmeden beklenen kar fırtınası uğultuyla kapıları zorlamaya başlamıştı.
Odanın
tek penceresi damın üstündeydi bereket.
"Günlerdir
böyle fırtına olmadı" dedim Meriç'e endişeyle.
Yollar
kapanırda kapana kısılırsak ekmeksiz ne yapacaktık?
Bunu
düşünmemiştik daha önce. Düşünmeye de zaman olmamıştı. Kış şartlarında yöreye
gelmiştik. Yabancıydık. Yörenin şartlarını bilmiyorduk. Gördüğümüz Anadolu'nun
batısıydı o güne kadar. Doğusunun şartlarını bize ne soran ne de anlatan
olmuştu.
Başlangıçta
ısınma sorununu halletmeye uğraşmıştık. Henüz o günlerde kar yağmadığı için
yollar kapanınca gelmeyecek olan ekmeği nasıl temin edeceğimizi aklımıza bile
getirmemiştik.
Getirmemiştik
ama şartlar acımasızdı.
Sıkıntılı, yokluk ve yoksullukla geçen zaman, lakin güzel bir anlatım. Hüseyin Hocam emeğinize yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilAilenizle, gönlünüzce huzurlu mutlu bir hafta sonu geçirmenizi diliyorum.
Teşekkür ederim Hanife Hanım.
SilBende size ve ailenize iyi bir hafta sonu diliyorum.
Saygılarımla.
Hamza Dayı baya bilgin biriymiş, etkileşim, döngü, sistem vs kelimeleri çok alimce..Kış şartları zorlu. Tabii ben hiç o şartlarda yaşamadım ama çok zor olduğu filmlerden, belgesellerden ve sizin gibi yaşayanların sözcüklerinden zaten ayan beyan ortada..
YanıtlaSilDilerim ekmeksiz kalmammışsınızdır..
Kaleminize sağlık Hüseyin bey.. Devamında görüşmek üzere..
Recep Beyin de dediği gibi her toplumun bir bilge kişisi vardır. Yol yordam gösteren. Geçmişi anlatıp geleceği aydınlatan değil mi...
SilÇok teşekkür ederim VuslaT.
Saygı ve selamlar.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSilHer köyün bir bilgini vardır. Demek ki Hamza dayı da görev yaptığınız köyün bilginiymiş. Köy yerinde kahveden başka insanların gidebileceği, kaynaşacağı ve vakit geçireceği yer yoktur. Her ne kadar kahveleri sevmesem de kahve kültürüm olmasa da köylük yerde insanın kahveye eli mahkumdur.
Kısıtlı imkanlarla yokluk içinde hayatta kalma ve yaşam mücadelesi veren insanların yerleştiği yerde başka ne olabilir ki? Önce soğuktan korunmak için barınacak bir yerin, daha sonra kendini ısıtacak bir ateşin ve karnını doyuracak ekmeğin de varsa, köy yerinde senden daha mutlu bir kimse yoktur.
Bu zor şartlar altında yaptığınız öğretmenlik görevi için devletin size ödediği maaş, annenizin ak sütü kadar helaldir. Görev aşkı olmasa, görevini sevmese, kimse bu şartlar altında öğretmenlik mesleğini yürütmeye dayanamaz. Öğretmenlik mesleğinin zor tarafları bununla kalsa iyi, daha ne sorunları ve zorlukları vardır onları da ancak öğretmenler bilir.
Selam ve dualarımla en Güzel'e emanet olun.
Recep Bey merhaba;
SilYazdığınız yoruma ekleyecek bir tek cümle yok.
Kaleminize sağlık.
Selam ve saygılar Ankara'ya...